Bir güven boşluğu insanların beyninin tam ortasında,
Baba evladına güvenemiyor, evlat babasına,
Kadın kocasına güvenemiyor, erkek karısına,
Ne devlet milletine güveniyor, ne de millet devletine...
İnsan kendine güvenemiyor, bir kargaşa anlatılamayan, yaşanan bir boşluk var dünyada,

Fırtınadan önceki sessizlik gibi, herkes tedirgin, ama güvensiz gözlerle birbirine bakmakta.
Nerede atıldı  bu güven boşluğunun temeli? Kime kadar uzanıyor? Sorumlular kim?
Sorular bitmiyor düşünen beyinlerde?
Bazen suçlu karşısındaki,
Bazen devleti
Bazen dış bir ülke,
Bazen doğa, bazen evren,
Bazen kendisi oluyor sorgulama başlayınca.

Geçmişe uzanıyor zihinlerimiz,
Habil ile Kabil’e gidiyor düşüncelerimiz,
Acaba tek suçlu Kabil miydi?
İlk kanı dökerken, güvensizliğin tohumunu da ekiyor muydu insanlığın genlerine?
Hayaller çatışma noktasına geldiği anda, üstün olan mı kazanmak zorunda idi?
Ya hayal kırıklıklarının sorumlusu kimdi?

Bir dizi soru beynimde düşünce olarak dalgalanırken, güven kavramını detaylı bir şekilde irdelemenin faydalı olacağını düşündüm. Güven dar skalada karşındaki  kişi, kurum, ya da olguya güvenmek olarak anlaşılır. Güven, bu penceresi ile bile kişiyi çok büyük vartalardan atlatıp, inancın gölgesinde büyük gelişmeler sağlamasına neden olabilir.

Güven bağını yıkan en büyük unsur ; kişi ya da kurumların, yalan ve riyaya dayalı bir ilişki kurmasıdır. Bu ilişki sırasında yalanların açığa çıkması, güven zincirinin kırılmasına neden olacaktır. Bu kırılan zincirin tamiri, çok zor olmakla beraber, tekrardan onarılması imkânsız da değildir. Şöyle ki, kırılan zinciri tamir etmenin yegâne yolu, karşılıksız olarak alınan güvene karşın , kişiye ya da topluma istedikleri verilerek, kişiler arasında yeni bir güven zinciri oluşturulabilir.

Güven kavramını daha geniş boyutlarda tanımlayacak olursak şu şekilde bir açıklama yapabiliriz: Doğaya, sisteme, evrene ve kendine yabancı olan insan, korunma ve kendini savunma iç güdüsü ile çeşitli güven anlaşmaları yapmıştır. Kimi zaman bu bir aile içinde oluşurken, kimi zaman toplumun bireyleri arasında, bazen ülke ile vatandaşları arasında, kimi zaman da tanrı ile birey arasında oluşan bir oluşumdur.

Güven zincirinin kırılması, kendine ve evrene yabancı olan insanın, birdenbire kör bir kuyuya düşmesi gibidir. İsyankâr bir tutumla kendini dar skalalarda bulan birey, güven anlaşmalarının hepsini inkâr ederek, kendi bireyselliği ile yalnız kalır. Tüm varlığı, tüm sistemi suçlar ve kendi hayal kozasında yaşamaya devam eder.

Güven; esasında bireyin özsel kuvvetlerini açığa çıkaramadığından dolayı, dış objelere yöneliminden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, kendindeki özsel kuvvetlerini tanımak suretiyle kişi evren ve yaşam ile olan ilişkisini daha iyi anlayacak olursa dış objelere yönelmeden, ortaya koymak istediklerini rahatça ortaya koyabilecektir.

Öncelikle şu çok net olarak bilinmelidir, kişinin özsel kuvvetlerini elde etmede kullanacağı en önemli faktör, hiç şüphesiz beyindir. Beyin makrokozmosun temsilcisi olarak mikrokozmos olarak dünyada açığa çıkmış, potansiyel olarak tüm bilgileri barındıran bir sonsuzluktur. Bu atıl potansiyeli kullanmak için öncelikle bütün sistemi en ince ayrıntısına kadar okumak ve bu yolla tüm sistemin bilgisini beyinde depolamak gerekir. Daha sonra bu bilgileri beyinde birbirine bağlayarak tüm sistemi beyinde canlandırmak ve en sonunda ise, beyinde oluşan bu aktifliği dışarıda görmek suretiyle özsel kuvvetler harekete geçirilmiş olur.

Bu anlattığımız oluşum, dış bir etmene yönelmeden, kişinin kendi özsel güçlerini açığa çıkarma sistematiğidir. Dış etmene yönelerek yapılması durumu ise, şu şekilde özetlenebilir.
Patolojik bir sorun olarak felçli kalmış bir kişinin güvenebileceği bir doktora kendini emanet etmesi sonucunda, doktorun onu tekrardan yürütmesi olarak tarif edebiliriz. Bu durumda kişi doktorla bir güven anlaşması yapmıştır, yani kendindeki özsel güçleri bir dış etmene yönelerek harekete geçirmiştir. Mistik öğretilerde geçen, derviş ile mürşid arasındaki ilişki de bu türden bir ilişki olarak düşünülmelidir.

Güven kavramını farklı yönleriyle açıklamamıza karşın, aslında onun evrenin en büyük iç dinamiklerinden biri olduğu ve varlığın çokluk boyutunda manâlarını izhar etmesinde önemli bir ara katman olduğu gözden kaçmamalıdır...

Kendi özsel güçlerimize güvenimizin tam olması dileğiyle...
Hoşçakalın...

İstanbul - 25.11.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail