Günlük hayatımızda hemen hemen her
gün başka insanlarla konuşur, diyaloglar üretiriz. Ancak
kendimize diyalog sanatını tamamen kavramış birer usta gözüyle
bakmamız mümkün değildir. Bir yazar istediği kadar
kahramanlarını tasvir edebilir, onlar üzerine herşeyi
anlatabilir, ancak eğer figurlarını konuşturmuyorsa, onları
yarım yamalak yaşatıyor demektir.
Diyalog sanatı geçmişi çok eskilere
dayanan, eski büyük uygarlıkların Anfi- tiyatrolarda
kullandıkları bir sanat dalıdır. Geçmişi eski Yunanlılara ve
Romalılara kadar uzanır. Zamanla bu sanat dalı edebiyata
yansımış olup, günümüz edebiyatında vazgeçilmez bir yer
edinmiştir.
Ancak herhangi bir tiyatro eserinde
veya bir filmde kullanılan diyalog sanatı ile roman ve
hikayelerde kullanılan diyalog sanatı birbirleriyle
karşılaştırılamazlar. Beyaz perdede veya sahnede geçen herhangi
bir konuşmada kullanılan diyalogları roman ve hikayelerde
birbirinden ayıran nokta, sahnedeki artistlerin sesleriyle, yüz
ifadeleriyle ve hareketleriyle diyaloglara anlam
verebilmeleridir. Bir hikayede veya bir romanda ise bu olanaklar
mevcut değildir, çünkü diyalog sadece ve sadece kelimelerden
oluşmaktadır. Burada kullanılan diyalog sanatı okuyucunun
fantazisinde canlandırılmak zorundadır.
İyi yazılmış diyaloglarda yazarlar
diyalogların arasında her zaman ‘tasvir sanatı’nı kullanırlar...
Okuyucunun fantazisinde herhangi bir sahneyi, fiiliyat
içerisinde olan figurlarla gösterebilmek için, bir resim
tasarlayıp, sergilerler.
Diyalogun romandaki esas görevi,
herhangi bir davranışı harekete geçirmek ve hareket halinde
tutmaktır. Bazı yazarlar diyaloglarını günlük hayatta kullanılan
diyalog şeklinde „gerçek bir konuşmaymış” gibi, halk dilinde
yazarlar. Usta yazarlar ise baskıya hatasız verilen cümleler
şeklinde, kitap dilinde yazarlar.
Şimdi bu iki şekli birlikte
inceleyelim:
Örnek: Jens Rehn’in “Şeker hastası”
kitabından:
-
“Hikaye mi yazıyorsun?
-
Bazen.
Ama bugün birşeye yaramadı.
-
Ne
gibi hikayeler?
-
Ah,
herşey üzerine.
-
Kitap
için mi?
-
Evet,
bazen.
-
Kendin
yaşadığın hikayeler mi?
-
Çok
nadir. Genellikle düşündüğüm, tasavvur ettiğim şeyler.“
(Bu örneğin Almanca şekli belirli
bir şive ile yazılmış. Şiveyi çevirmek ne yazık ki, mümkün
değil).
Burada kullanılan dil, günlük
konuşma dili. Günlük dil bilindiği üzere bir orman gibidir,
içinde bir yığın sarmaş dolaş bitkilerin boy verdiği, her çeşit
içi boş kelimenin alabildiğine yer aldığı bakir bir orman.
Usta bir yazarın kaleminden çıkan
diyalog sanatına bakalım şimdi. (Aşağıdaki üçbuçuk sayfayı
erinmeden, mükemmel bir şekilde çevirdim Sizlere):
Leo N. Tolstoi “ANNA KARENİNA”
kitabından alıntı:
Darja Alexandrowna (Anna
Karenina’nın yengesi) Anna’nın suçsuzluğundan emindi (...)
(Darja) :
-
„Alexej Alexandrowitsch”, (Anna’nın kocası), dedi, şüphesiz ve
açıkça gözlerinin içine bakarak:
-
“Biraz
önce Size Anna’yı sordum; fakat Sizden cevap alamadım. Anna
nasıl, iyi mi?“
-
„Bildiğim kadarıyla sağlığı yerinde“ karşılığını verdi Alexej
Alexandrowitsch, Darja’nın yüzüne bakmadan.
-
„Alexej Alexandrowitsch, affedersiniz, sizinle böyle konuşmaya
belki hakkım olmayabilir, ama Anna’yı bir kız kardeşim gibi
seviyor ve sayıyorum. Lütfen, rica ederim, yalvarırım, söyler
misiniz, Anna’yla aranızda ne geçti? Kendisini neyle
suçluyorsunuz?”
Alexej Alexandrowitsch alnını
kaşıyarak, başını öne eğdi. Gözleri neredeyse kapalıydı.
-
“Benim
Anna Arkadjewna ile geçmişteki ilişkimi değiştirmemin
sebeplerini eşinizin Size anlatmış olmasından yola çıkıyorum”,
dedi yüzüne bakmadan, keyfiyetsiz bir bakışla, o anda salondan
geçen Stscherbazki’ye gözünü dikerek.
-
„İnanmıyorum, inanamıyorum, inanamıyorum,” dedi Dolly (Darja)
enerjik bir jestle, kaba kemikli ellerini göğsüne bastırarak.
Darja hızla yerinden kalktı ve elini Alexej Alexandrowitsch’in
koluna koydu.
-
“Burada bizi rahatsız edebilirler. Lütfen şuraya geliniz
benimle.“
Dolly’nin heyecanı Alexej
Alexandrowitsch’e de yansıyordu. Alexej ayağa kalktı ve Dolly’i
itaatla çocuğun ders odasına takip etti. Odada bir masaya
geçtiler, masanın üzerinde bıçakla parça pincik edilmiş bir örtü
duruyordu. (Anna’nın oğlunun eseri, Nuray’ın notu).
-
İnanmıyorum, inanamıyorum, inanmak istemiyorum! dedi Dolly,
Alexej’in kendisinden kaçırdığı bakışları yakalamak istercesine.
-
“Gerçeklere inanmak gerek, Darja Alexandrowna“, dedi Alexej,
“gerçek” kelimesinin üzerine basarak.
-
“Anna ne yaptı, Anna ne yaptı ki?“
diye sordu Darja.
-
Anna
sorumluluklarını unuttu, ve kocasına ihanet etti. Anna bunları
yaptı, dedi Alexej.
-
“Hayır, hayır, hayır... Olamaz! Hayır, Allah aşkına, Sizin bir
yanlışınız var!“ dedi Dolly, kafasını ellerinin arasına alarak
ve gözlerini kapatarak.
Alexej Alexandrowitsch’in
dudaklarında soğuk bir gülümseme vardı, hem kendine karşı, hem
de Dolly’e karşı ispat mahiyetinde. Dolly’nin Anna’yı amansız
bir şekilde savunması Alexej’i yolundan şaşırtmıyorsa da,
kanayan yarasına tuz basıyordu. Ve birden canlı bir şekilde:
-
“Eğer
kadın eşine kendisi onu aldattığını söylemişse, hatada olmak
mümkün değildir. Sekiz yıl birlikte geçirilen bir hayatın ve
çocuğunun birer hata olduklarını, şimdi hayatına yeniden
başlamak istediğini söylemişse, eğer kadın”, dedi hiddetle,
nefesini burnundan çekerek.
-
“Anna
ve ihanet. Bu benim birbiriyle bağlantı kuramadığım iki ayrı
şey. Buna inanamıyorum, nedense!“,
-
“Darja
Alexandrowna!“, dedi ona, onun heyecan dolu iyimser yüzüne
bakarak ve o anda dilinin nasıl birden çözüldüğünü hissederek:
-
Şüphe etme olanağım olsaydı, çok şey verirdim karşılığında.
Şüphe içindeyken çok acı çektim, fakat yine de şu andakinden
daha kolay taşıyabildim o acıları. Şüphelerim varken, umudum
kesilmemişti henüz. Ancak şimdi artık ümidim kalmadı, yine de
herşeyden şüphe duyuyorum. Yaşadığım herşeyden öylesine
şüpheleniyorum ki, kendi çocuğumdan bile nefret ediyorum, ara
sıra kendi oğlum olmadığını bile düşünüyorum. Çok mutsuzum.“
Bunları
söylemesine gerek bile yoktu. Darja Alexandrowna, Alexej
kendisinin yüzüne bakarak konuştuğu anda kavramıştı olayı, ona
acıyordu ve arkadaş bildiği Anna’nın suçsuz oluşu ise kökünden
sarsılmıştı.
-
“Ah,
korkunç bir şey... Korkunç bir şey...Gerçekten boşanmaya kararlı
mısınız?“
-
“Kaçınılmazı yapmaya kararlıyım. Başka ne gelir ki, elimden.“
-
“Başka ne yapabilirsiniz, başka ne yapabilirsiniz ki” dedi
Darja gözlerinden akan yaşlarla.
-
“Hayır, bu doğru değil“ diye seslendi sonra.
-
“Böylesi bir şanssızlığın korkunç yönü de o ya, herhangi bir
şeyini yitirmek veya bir ölüm durumunda haç işaretini taşımak
gibi davranmak mümkün olmuyor tabi, insanın mutlaka birşeyler
yapması gerekiyor”dedi, Dolly´nin düşüncelerini sezerek.
-
İnsanı
küçük düşüren durumdan kurtulmak gerek, üç kişiyle yaşanmaz
çünkü.
-
Anlıyorum, çok iyi anlıyorum, dedi Dolly, kafasını öne eğerek.
Bir an sustu ve kendi üzerine düşünceye daldı, kendi evindeki
acıları geldi aklına, sonra aniden enerjik bir hareketle
kaldırdı kafasını ve ellerini yalvarır şekilde birleştirdi.
-
“Düşünün bir kere. Siz bir Hristiyansınız. Onu düşünmelisiniz.
Onu terkederseniz, onun başına acaba neler gelebilir?“
-
„Bunları düşündüm, Darja Alexandrowna, çok düşündüm, inanın!”,
dedi Alexej Alexandrowitsch. Yüzünde kırmızı lekeler belirmişti
ve hüzün dolu bakışları Dolly’ye yönelmişti. Dolly ise ona
yürekten acımıştı.
-
“Benim
neden öyle davrandığımı açıklayayım Size. Ayıbını kendisi yüzüme
vurduğu zaman ben herşeyin eskisi gibi yürümesini istedim.
Kendisine kendisini düzeltme olanağı tanıdım, onu bu durumdan
kurtarmaya çalıştım.Ve ne oldu, biliyor musunuz? Bu mütevazi
ihsanı bile yerine getirmedi. Edebini korumak, zor geldi ona”
dedi daha fazla heyecanlanarak.
-
Batmak, yok olmak istemeyen bir insanı kurtarabilirsiniz! Ama
eğer bir insanın mayası bu denli bozuksa, hiçbir edeb kuralı
geçerli değilse, öyle ki, yıkılmak ona kurtuluş gibi geliyorsa,
o zaman ne yapılabilir ki?
-
“Herşey, ama boşanma değil!” dedi Dolly.
-
“Ne
demek herşey?”
-
Hayır,
bu korkunç bir olay. O kimsenin eşi olmaz, o ancak bir hışıma
uğrar“.
-
“Ben
bu durumda başka ne yapabilirim ki? dedi Alexej Alexandrowitsch,
omuzlarını kaldırarak ve kaşlarını yukarı çekerek. Eşinin son
hatasını hatırlaması kendisini öyle sinirlendirdi ki, Dolly ile
konuşmasının ilk anlardaki soğukluğu yine belirdi.
-
“Alakanız için çok teşekkür ederim, ancak şimdi vaktim doldu,
gitmem lazım“, dedi ve ayağa kalktı.
-
“Hayır, bekleyin. Siz onun yıkılmasına müsaade buyurmamalısınız.
Bekleyin, Size ben kendim üzerime birşey anlatacağım. Ben uzun
zamandır evliyim ve kocam da beni başkasıyla aldattı. Hırs ve
öfke içinde, kıskançlığımdan, herşeyi bırakıp, gitmek istedim ve
sonra... Yine kendime geldim. Beni kim kurtardı, biliyor
musunuz? Anna! Ve ben yaşıyorum. Çocuklarım büyüyorlar, kocam
daima ailesine gelip, gidiyor, yaptığı hatanın bilincinde her
zaman, ve gitgide düzeliyor ve ben yaşıyorum... Ben onu
affettim, Sizin de affetmeniz gerek.”
Alexej Alexandrowitsch dinliyordu,
ancak Dolly’nin kelimeleri artık kendisini etkilemiyordu.
Ruhunda yeniden o günün kini uyanmıştı, çünkü boşanmaya karar
vermişti. Birden gerilerek, yüksek ve iliğe işleyen, tesirli bir
sesle:
-
“Affetmem, affetmek istemiyorum. Çünkü bunu haksızlık olarak
görüyorum. Ben bu kadın için herşeyi yaptım, o ise herşeye bir
çamur çekti, o çamurun içinde ancak kendisi yaşayabilir.
Ziyankar ve kötü bir insan değilim, hiçkimseden şimdiye kadar
nefret etmedim. Ama ondan ruhumun bütün kuvvetleriyle nefret
ediyorum, ve onu af bile edemiyorum, çünkü bana yaptığı bu
çirkin kötülükten dolayı, ondan çok nefret ediyorum“, dedi ve
sesinde hiddetli gözyaşları titriyordu.
-
“Sizden nefret edenleri sevin...“ diye fısıldadı Darja
Alexandrowna, utangaç bir tavırla.
Alexej Alexandrowitsch hakir bir
gülümsemeyle cevap verdi. Bunları çoktan biliyordu, ancak
kendisinin içinde bulunduğu durum için bu sözler geçerli
değildi.
- “Sizden nefret edenleri
sevin, - ama insanın nefret ettiği insanı nasıl sevebilir insan?
Afedersiniz, moralinizi bozdum Sizin. Her insanın yeteri kadar
çektiği kendi acıları vardır.“
dedi ve gücünü toplayıp, kendine
tekrar hakim, sakin bir şekilde veda etti Alexej Alexandrowitsch
ve yola çıktı. (Anna Karenina, Sayfa 400-404).
Evet, roman işte bu kadar mükemmel
yazılır... Bu üçbuçuk sayfada diyalog sanatının bütün
incelikleri mevcut. Bu kitabın Almanca çevirisi bir
şaheser...Çeviriyi Arthur Luther yapmış. (İyi bir yayınevi
bulsam da, bu kitabı ben çevirsem Türkçemize. Kitap 776 sayfa
olduğundan ve 3.5 sayfa tam beş saat zaman aldığından, acaba kaç
saat çalışmam gerek?).
*********
Bu kitabı okuduktan sonra Rus
insanının yüce ruhuyla tanışmış oldum. İlgimi çeken en büyük
noktalardan biri romandaki figurların her zaman verdikleri
sözlerde durmaları, birbirlerine karşı son derece dürüst
olmalarıydı. Mesela şu tarihte seni ziyarete geleceğim dediği
zaman figur, gerçekten de o tarihte kişiyi ziyarete gidiyor. Bu
Rus insanının temel özelliklerinden biri olmalı, diye
düşünüyorum. Bu özelliği bizim Türk’lerde ne yazık ki,
bulamazsınız. Bizim insanımız pek sözünde durmaya alışık
değildir. O yüzdendir ki, bizim insanımızla hiçbir iş
çevirilmez. On yıl serbest meslek yapmış biri olarak bunlar
benim kendi izlenimlerim.
Anna Karenina romanı yüzeysel bir
şekilde okunmaması gereken bir kitap . Elinize böyle bir şaheser
roman geçtiği zaman, onun her cümlesini sindire sindire, yavaş
yavaş okumanız lazım. Her beş sayfada ölümsüz cümleler
keşfetmeniz ve onları aklınızda tutmanız gereklidir. Size
aklımda kalan birkaç evrensel cümleyi aktarayım: “Eski
arkadaşlıkları değerli tutmak gereklidir“, “Zor zamanlarda
insanın kendisini sarsarak uyandırması ve hayatın gözünün içine
bakması gereklidir.”, “Hiçbir durum yoktur ki, hiçbir çıkış yolu
olmasın!“, „Mutluluk değişik anlamlı bir kavramdır.“ “Hepimizin
içinde bir gelişme vuku bulmaktadır. Ebedi bir gelişme ve
mücadele“...
(Farkında olmadan insanlarla
konuşurken, bazen bu cümlelere benzer, atasözü gibi şeyler
söylediğim olur. Yıllar sonra o insanların bana teşekkür
ettikleri bile olmuştur, çünkü sözlerimle o kişiye bir yön
vermişimdir. Benim en güzel uğraşılarımdan biri güzel sözler
bulmak ve toplamaktır. Bazen o sözleri arkadaşlarımla paylaşır,
mektuplarımda kullanırım.
Nasıl ki sosyete kadınlar mücevher
topluyorlarsa, ben de güzel söz topluyorum. Etkileyici
konuşmalar dinlemek, etkileyici filmler seyretmek, etkileyici
kitaplar okumak genellikle ilgi alanımdır. Hayatta en sevdiğim,
en vazgeçemediğim şey kitaptır. Okumazsam, yaşayamam. Ve bende
bin insanın “ruh gücü“ vardır. O
yüzdendir ki, çevrem bu gücümden korkar. Çevre bir tarafa
dursun, ben kendim kendi ruh gücümden korkarım... : ) Ruhsal
zekam düşman çatlatıyor olmalı ki, sayfama sürekli Hacker’ler
giriyor, mesajlarım okunuyor, telefonlarım dinleniyor...).
Şimdi konumu daha fazla saptırmadan
Size diyalog çeşitlerini aktarayım:
DİYALOG ÇEŞİTLERİ
Figurları karakterize etmek için
diyalogdan daha zarif bir enstrüman yoktur. Yalnız diyalog
yoluyla figurlar kendi ağızlarından konuşabilir, iç dünyalarını
ifşa edebilirler. Bazı figurlar vardır ki, daha ağızlarını
açmadan kim olduklarını biliriz...
DOĞAL DİYALOG: DİYALOGDA ŞİVE VE
AKSAN
Yazacağınız kitabın içeriğine göre
diyalog sanatını dilediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. Örneğin
eğer yazdığınız roman herhangi bir yörenin insanını konu
alıyorsa, o yöre insanının şivesini kullanabilirsiniz. Ancak
halk deyimlerini tıpkı Yüksel Önaçan gibi oldukça sık kullanır
iseniz, okuyucu Sizin o kitabı halk deyimleri öğretmek için
yazdığınızı sanar.
Hiçkimse baskıya hazır, tertemiz,
yüksek bir Türkçe konuşmaz. Bütün insanların dilinde
yöresel bir renk vardır. Şivesiz
bile konuşsanız, yine de bir aksan vardır herkesin dilinde.
Bir kelimeyi nasıl söylediğiniz bile
başka bir insanın söyleyiş tarzından farklıdır.
DİREK VE DOLAYLI DİYALOG
Figurlarınızın ne söyledikleri veya
ne yaptıkları okuyucuya kendiliğindenmiş gibi gelse de, her
diyalogun yazar tarafından çok mükemmel bir şekilde düşünülmesi
gereklidir.
Direk diyaloga bir örnek:
-
Selam,
dedi Mehlike’ye.
-
Mehlike okuduğu kitabından kafasını kaldırdı.
-
Selam
dedi o da.
Neco bir ayağını diğer ayağıyla
birlikte sallıyordu heyecandan. Çünkü okulun yemekhanesindeki
tüm gözlerin kendisinde olduğunu hissediyordu.
-
Ne
yapıyorsun, diye sordu Mehlike’ye.
-
Okuyorum.
-
Oh, ne
okuyorsun acaba?
-
Çalıkuşu kitabını.
-
Güzel
mi?
-
Evet,
çok güzel bir kitap.
Neco sandalyeye oturur. Parmaklarını
gömleğinin yakasında gezdirerek heyecandan oluşan terleri siler.
Sana bir şey soracaktım, der.
-
Evet,
dinliyorum.
-
Bu
gece eğlence var okulda, biriyle bir randevu yaptın mı?
-
Ben
eğlenceye gitmiyorum.
-
Nedenmiş o, herkes gidiyor. Benimle birlikte gitmez misin?
-
Hmmm... Düşünmem lazım!
-
Düşünme, evet de hemen. Babamdan epey harçlık aldım...
Evet dersen seni evden alırım.
- Hiç de kötü fikir değil.
- İlkönce birlikte güzel
bir yemek yemeye gideriz.
- İyi öyleyse...
Bu diyalog ilk bakışta dramatik
görünüyor, çünkü iki karşıt fikir var ortada. Genç erkek
eğlenceye gitmek istiyor, fakat genç kız hiç istekli değil. Bu
diyalog hiçbir şekilde esinlenmemiş oldukça direk bir diyalog.
Farkındaysanız oldukça sıkıcı bir diyalog, neden mi?
Direk diyaloglarda figur kafasından
ne geçiyorsa onu söyler. Figur kaçamak yapmazsa, şaka yapmazsa,
işin içine biraz yalan yanlış katmazsa, işte böyle kamış gibi
kupkuru diyaloglar çıkar ortaya. Bu diyalogdaki iletişimde duygu
boyutu yok.
İyi bir diyalogda figur dilek ve
isteklerini dolaylı yoldan dile getirir. Şimdi aynı sahneyi
dolaylı diyalogda inceleyelim:
- Benim buraya oturmam lazım,
çünkü bu benim işim, dedi Neco.
- Oh? dedi Mehlike ve kafasını
kitabından kaldırdı.
- Evet, okul yönetimi bana 100
YTL gündelik ödüyor, eğer yemekhanede ders çalışır, diğer
öğrencilere örnek olursam.
- Ya, demek öyle... Ders çalışman
için yövmiye mi alıyorsun?
- Neco gülüseyerek, senin
geleceğini biliyorum ben, dedi.
- Falıma mı bakacaksın...
- Evet, sana kart falı
bakacağım.
- Ben fala - mala inanmam.
Neco kartları çıkardı ve masaya
sırayla serdi. Birinci kartı açar açmaz:
- Sen bugün akşam bir gençle bir
eğlenceye götürüleceksin.
- Ya, öyle mi?
- Yanındaki erkek siyah-beyaz
bir takım giyinecek.
- Ah, daha neler!
- O genç seni okulun bu geceki
eğlencesine götürecek. Sen kırmızı bir elbise giyineceksin.
- Bunlar mı çıktı, gerçekten
falımda?
- Daha fazla şeyler çıktı da,
hepsini söylersem, sihiri kaçar.
- Yani şimdi benimle sen mi
eğlenceye gitmek istiyorsun?
- Gelmek ister misin?
- Kartlarda çıktığına göre,
neden olmasın!
Bu diyaologda Neco daha ilginç bir
izlenim bırakıyor, çünkü dilek ve isteklerini dolaylı yoldan
dile getiriyor. Yani maksimal kapasitesini kullanıyor, zeki,
canlı ve biraz da çapkın bir kişilik sergiliyor. Televizyonunuzu
açtığınızda bundan sonra direk ve dolaylı diyalogları dikkatlice
seyrediniz, dolaylı diyaloglara genellikle mükemmel filmlerde
rastlarsınız.
Eğer yaşamın içinden diyaloglar
yazıyor iseniz, figurlarınızı değişik şekillerde
konuşturmalısınız. Hiçbir insan diğer bir insana benzemez. Her
insan bu dünyada eşsizdir. Her insan değişik bir mizaca, değişik
bir yaradılışa sahiptir. İnsanın yaşı, nereli oluşu, insanın
kısa veya uzun konuşması, seçici veya seçici olmayışı,
yontulmamış odun gibi konuşması, basit ya da yüksek seviyeli
konuşması birkaç cümleyle anlaşılır. Okuyucu diyalogda kişinin
özel tarzını ve duygusal durumunu hissedebilirse eğer, o diyalog
etkileyici ve halis bir diyalogdur.
DEVAM EDECEK!
Kaynaklar:
- James N. Frey (1987/1993): Wie
man einen verdammt guten Roman schreibt. Emons Verlag, Köln.
- Axel Anderson Akademie: Schule
des Schreibens, (Yazmanın okulu) 6. Ders Broşürü.
DEVAM
EDECEK...
NURAY
LALE, Eğitim ve
Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
İstanbul
-02.08.2005
http://sufizmveinsan.com
|