‘Dünya
kelimelerle yönetilir!’ demiş bir hukukçu... Ve dilin gücünü ne
güzel tasvir etmiş. Kelimeler doğru ve yerinde kullanıldıkları
taktirde içlerinde bir ahenk ve ritim taşırlar. Güzel yazı
yazabilen herkes kendini bu ritime bırakmak zorundadır. Önemli
olan basit kelimelerle güçlü ve açık ifadeler üretmektir...
Türkçemiz
dünyanın en güzel ve en zengin dilleri arasındadır. Türkçe
çiçekli bir dildir... Yaklaşık otuz lisanı ana dili gibi öğrenen
bir Rus’a Almanya´da yapılan bir yayında „Sizce
dünyanın en güzel dili hangisidir?“ sorusu sorulduğunda,
adam: „Türkçe“ diye yanıtlamıştı ve ben hiç şaşırmamıştım…
Özellikle şiir tercümelerinde Türkçemizin güzelliğini
farketmemek mümkün değil. Bir şiiri ne kadar güzel tercüme
edersem edeyim, Almanca’da bir ahenk eksikliği doğuyor.
Almanca dilinde eğer bir sözlükte 500.000 kelime
bulabiliyorsak, ki bu kelimelerin büyük bir çoğunluğu başka
dillerden çalıntıdır, Türkçemiz, Osmanlıca ile beraber Almanca
kelime hazinesini geçer. Bu kelime hazinesi herkese açık
olmasına rağmen, hiçkimse bu hazineyi tam anlamıyla kullanamaz.
Günlük konuşma dilimiz 3.000 ile 6.000 kelime kapsar.
Çok
kitap okuyan insanların kelime hazinesi her zaman okumayan
insanlarınkinden fazladır. Örneğin: tanınmış Alman düşünürü
Johann Wolfgang Goethe’nin kelime hazinesinin yaklaşık 200.000
olduğu tahmin edilmiştir.
Kelimeler en keskin silah
olabilirler: Politikacılar’ın, yazarların, sanatçıların, akla
gelen her çeşit mesleğin temsilcileri arasında konuşulan ve
yazılan kelimeler bugünden yarına hükmederler.
Yazarın materyali „DİLDİR“. Dili ne kadar uzmanca
kullanabiliyorsanız,
o kadar ilginç olur yazdıklarınız. Açık bir düşünme şekli, sade
ve resimsel tasvirler yazılarınıza güç, hayat ve canlılık
katarlar.
Onun için“İYİ
BİR KELİME HAZİNESİ HER YAZAR İÇİN ZARURİDİR “
Almanca öğrenirken bir-iki yıl
boyunca günde 50 kelime ezberlerdim trende, otobüste,
duraklarda. O alışkanlığımı neden daha sonraları da devam
ettirmediğime üzülüyorum şimdi bu satırları yazarken. Ve tekrar
ediyorum:
YAZARIN ALET ÇANTASINDAKİ EN ÖNEMLİ
ALET KELİME HAZİNESİDİR.
Geniş bir kelime hazinesi esaslı,
dikkatli, itinalı, özenli, belirgin bir şekilde neyi nasıl ifade
edeceğinizi ve anlam nuanslarını yerinde kullanmanızı sağlar.
Türkçe geniş ve derin bir deryadır, insanın içine daldıkça
dalası gelir, çünkü çok renkli müthiş bir dünyadır…
Aynı şey diğer diller için de
söylenebilir belki. Her dil kendine özgü unsurlar taşır. Önemli
olan onu kullanan insanların kendi dillerini canlı olarak
yaşatmalarıdır.
Günümüzde bir çok dil artık
ölmüştür. Örnek vermek gerekirse OSMANLICA, LATINCE, ESKI
YUNANCA, ESKI IBRANCA gibi…
Yazar dediğin sözlükle çalışır.
Sözlüklerle iyi bir arkadaşlık kuran, bilmediği her kelimeyi
üşenmeden bakan, araştıran, öğrenen kimse sözlüğü kendine bir
DEFİNE edinmiş olur. Yazar kitap, makale, öykü, şiir, roman
yazarken masasında çalışmaktadır. Yani her an sözlüğe bakma
olanağına sahiptir. Okuyucu ise bekli yatakta, bekli deniz
kenarında kumsalda, belki bir salıncakta ve belki trende,
uçakta, yolculukta okuyordur. Anlamadığı kelimeye bakma olanağı
o yüzden olmayabilir. Bu durum okuyucuyu sözlüğe bakmaktan
korumanız gerektiğini vurgular.
Bulunduğum şehirde bir tercüman
tanırım, nerede hangi sözlüğü bulursa, satın alır. Ancak bir gün
bile açıp, gerçekten içinden kelime ezberlememiştir. (Bazı
insanlar vardır hani, kitap hastası derler ya, gerçekten
kitapları satın alıp, okumazlar, satın aldıkları kitapları
sadece raflara dizerler. Hastalığı ilerleyenler ise o kitaplara
evin içinde yer bulamaz, bu kez evin varsa bodrum katına veya
çatısına kartonlara doldururlar. Yani kolleksiyon ve toplama
hastlığına yakalanmışlardır. Siz o insanlardan olmayın,
lütfen!).
İSABETLİ BİR KELİME SEÇİMİ DİLİ
ÇEKİCİ YAPAR…
İsabetsiz, hatalı, yanlış kelime
seçimi ise okuyucunun yolunu şaşırtır… O yüzden yazarken kendi
ifadelerinizi güzel bir süzgeçten geçirmelisiniz ve ne demek
istediğinizi tam üstüne basarak söylemeyi öğrenmelisiniz. Bir
örnek vermek gerekirse:
Adam kadına bir buket veriyor… Bu
cümlenin yerine şöyle deseniz:
Sevgilisine bir demet mor menekşe
veriyordu adam veya ‚ kırmızı bir gül demeti, veya sedef renkli
laleler veya kırmızı beyaz renkli orkideler, diyebilirsiniz.
Daha da güzel: Adam kırda kendi elleriyle topladığı rengarenk
mis kokulu kır çiçekleri götürmüştü sevdiği kıza… Bu şekilde
genel olarak kullanılan „buket“, „demet“ kelimesi bambaşka bir
anlam taşır ve okuyucunun gözü önünde bambaşka bir resimle
canlanır.
Veya: Adam sokakta yürüyürdu.
Ne kadar sıkıcı bır cümle… Adamın
nasıl yürüdüğünü okuyucu nereden bilsin! Şimdi adam yavaş yavaş
mı, yoksa topallayarak mı, sağa sola sallanarak mı, yoksa acele
acele mi, yoksa koşar adım mı yürüyor, diye bir soru takılıyor,
okuyucunun kafasına. Adam yürüyor, yürümesine de, acaba nasıl
bir şekilde yürüyor?
Canlı anlatımın nasıl olması
gerektiği üzerine bir örnek daha:
Yanlış şekil:
„Genç adam arabasıyla odun serpili
yolda yolunu bulmaya çalışıyordu. O sırada bir askeriye arabası
çıktı önüne virajdan. Bir toz bulutu yükseldi yolun kenarından,
sürücü arabasını frenleyip durdu.“
Doğru şekil: „Genç
adam yola yığılı odun parçaları arasından zorla yolunu bulmaya
çabalıyordu. Tam o sırada virajdan aniden önüne süratle gelen
bir askeriye arabası çıkıverdi. Genç adam sert fren yapıp,
arabasını durdurmaya çalışırken birden bir toz bulutu döndü
havada.“
Yazı hem
“pasif”, hem “aktif” yazılabilir. Fiil her zaman yazılana
aktivite katar. Fiil cümlelerin bir yerde kralıdır.
Bir reçete
yazısıyla fiilin neler yaptığına bakalım:
Yanlış şekil
ifade:
“ Bu ilaç damar
ağrılarına iyi gelir. Hasta küçümsenemeyecek derecede ağrısız
süreçler geçirir. Tansiyonun düşürülmesi sağlanabilir.“
Doğru şekil:
„Bu ilaç damar
ağrılarını azaltır. Tansiyonu düşürür ve hastanın uzun süre
ağrısız yaşamasını sağlar. Hasta ağrılarının hafiflediğini
hisseder.“
Isabetli kelimeleri Ludwig Reiners „STİL SANATI“
kitabında şu şekilde tasvir ediyor:
„Acaba doğru,
isabetli kelimeleri nasıl bulabilir insan? Doğru ve isabetli
sözleri ancak dünyayı tanıyan bulabilir… Genel tasvir şekilleri
esasen gerçeği yansıtmaz, tam tersine elle tutulura bir kör gibi
bakmaktır, tecrübesizlik, bilgisizlik, sözü, ifadeyi, beyanı
belirsizleştirmektir. Mesela her kim ki „Boran“, Tayfun“,
„Poyraz“, „Ayaz“, „Fırtına“, „Meltem“, „Tornado“, „Orkan“,
„Lodos“ kelimelerini tanımıyorsa,
o kişi‚ „Rüzgar“ veya „Fırtına“ kelimelerini kullanacaktır. Ya
da: „ağaçlı bataklık“, Turba“, „Mümbit lığlı arazi“, „yosunla
örtülü arazi“, „Balçık“ kelimelerini tanımayan kimse her zaman
„Bataklık“ deyip geçecektir.“
Genel ifadeler kullanmak bir nevi
rahatlıktır, çünkü onlar beynimizin en ilk sıralarında otururlar
ve gerektiği anda hemen hazırdırlar. Ancak ne var ki, konuşurken
veya yazarken kullandığımız aktif kelime hazinemiz pasif kelime
hazinemizden daha dardır. Pasif kelime hazinemiz bildiğimiz ve
anlamakta zorluk çekmediğimiz kelimelerden oluşur. Bir çok
kelime „dilsiz“ olarak nitelendirilebilir, kullanılmadığı veya
hazır bulunmadığı için…
Yazarken basitmiş
gibi görünen ve kulağa akıcı bir dille yansıyan bir çok yazının
arkasında büyük bir direnç gizlidir.
Örnek: Bernard
Schlink’in „Okuyan“ kitabından:
„Onbeş yaşımda iken
bende sarılık hastalığı vardı. Hastalık sonbaharda başlamış
olup, bahar aylarında geçmişti. Yıl ne kadar soğuk ve ne kadar
karanlık olursa, ben de o kadar güçsüzleşiyordum. Ilk defa yeni
yılda herşey düzelmeye başladı. Ocak ayı sıcak olmuştu ve annem
yatağımı balkona kurmuştu. Ben göğü, güneşi, bulutları
seyredebiliyor, bahçede çocukların oynadığını duyuyordum. Bir
tan vakti şubat ayında bir Karatavuğun öttüğünü duydum.“
Bu kelimeler görüldüğü gibi yazarın
iliklerinden akmış…
DİL
DİNAMİKTİR, KİŞİLİK GİBİ DEĞİŞİR…
Dilin değişkenliğini en çok yaşlı ve genç
insanların konuşmalarından anlayabiliriz. Gençler daha değişik
bir dil kullanırlar aralarında. Bambaşka kelimelere rastlar
insan bir grup gencin sohbetini dinlerken. Bu her toplumda
böyledir. Köyde yaşayan bir insan ile şehirde yaşayan bir
insanın konuşma şeklinde de farklılıklar vardır. Küçük
şehirlerde yaşayanlar ile büyük şehirlerde yaşayanlar arasında
da farklılıklar görülür. Dil yöreden
yöreye değişir.
DİL KİŞİLİĞİN AYNASIDIR…
O yüzden dilendiği gibi herkes
tarafından değiştirilemez. Bunu herhangi bir insanın yazmış
olduğu bir yazıyı okurken farkedersiniz. Özellikle gazetelerdeki
köşe yazılarından yazarın carakter yapısını, kişiliğini, düşünce
tarzını, bilgeliğini, bilgisizliğini hemen farkedersiniz.
Yazarken sade ve anlaşılır olmaya
özen gösterilmelidir.Anlaşılır olmak en önemli kuraldır.
Örnek: Astrid Lindgren’in „Pipi uzun
çorap“ kitabından:
„Küçük, küçücük bir
şehrin kıyısında bakımsız, virane bir bahçe vardı. O bahçenin
içinde eski püskü bir bina ve binanın içinde Pipi uzunçorap
otururdu. Dokuz yaşındaydı ve tek başına yaşardı. Annesi de,
babası da yoktu. İyi ki de öyleydi, çünkü kimse ona tam oyunun
en zevkli yerinde yatağa gitme emrini vermiyor, kimse ona şunu
ye, bunu ye demiyordu, kendisi yemek yerine elmalı şeker yemek
isterse.Bu gerçekten güzel bir şeydi.“
Basit kelimelerle, sade anlatılmış
bir hikayedir Pippi’nin hikayesi. Yalnız bu hikaye bir özellik
taşıyor, okucuyu meraklandırıyor ve acaba nasıl bir kız tarif
ediliyor diye hemen insanda devamını okuma isteği doğuyor.
Ritim
ve ahenge dikkat ediniz! Örneğin müzik
dinlerken her insan yanlış notaları veya herhangi bir
düzensizliği, disharmoniyi hemen fark eder, çünkü müziği
kulağıyla duyuyordur. Kulak kendiliğinden bunu fark eder. Aynı
şekilde okuyucular da isabetsiz kelimeleri fark ederler. Yazının
akıcılığını engelleyen yanlış kelimeleri okuyucu hemen sezer.
Her kelime
anlamının yanısıra bir de ahenk taşır. İyi bir metin her zaman
okuyucunun kulağına hoş gelmelidir, başka türlü ifade etmek
gerekirse: Kelimeler öyle akmalı ki, sanki kullanılan cümle için
yaratılmışlar gibi görünmelidirler. Kelimelerin ritiminden
anlamayan bir yazar dile karşı çalışır. Her kim ki güzel
yazabiliyorsa, kullandığı kelimelerin ahenk ve dıl ritminin
okuyucuda nasıl bir etki bırakacağını çok iyi biliyordur.
Burada ne demek
istendiğini Josef von Eichendorf’un kalemiyle
„Bir işe yaramazın hatıra defterinden“ kitabından
bir alıntıyla açıklayalım:
„Babamın değirmeninin dümeni yine
çılgınca dönüyordu. Çatıdan kar damlaları aşağı akıyordu,
serçeler de kendi keyiflerinde araya girip, ötüşüyorlardı. Bense
evin eşiğine oturmuş uykumu gözlerimden siliyordum. Rahatım
yerinde sayılırdı, sımsıcak güneşin altında. O anda babam evden
dışarı çıktı. Kendisi sabahın köründen beri değirmende gürültü
patırtı içinde çalışıyordu. Ben uyku tulumuna dönüp: “Seni gidi
işe yaramaz seni, sen yine kalmış güneşleniyorsun, elini, kolunu
geriyorsun öyle, bütün işi de ben yalnız yapıyorum. Kusura
bakma, ben seni daha fazla yemleyemem. Bahar kapıya dayanmış
bak, çık git dünyayı gör ve kendi ekmeğini de kendin kazan
bundan sonra.“
Bu sahneyi her
ergenç kişi hayatında mukakkak duymuştur babasından. Bizimkiler
olsa bir de kıçına bir tekme vururlardı öyle işe yaramaz bir
gencin, değil mi? Ama asıl anlatmak istediğimiz kelimelerdeki
ahenk ve anlatım gücü... : )
Kelimelerdeki ahenkten en çok yararlanan kişiler şairlerdir.
Bazı kelimeler
aydınlık bir ahenk, bazıları ise karanlık bir ahenk simgelerler.
Mesela: Güneş, ışın, parlak, Ay, Yıldız dediğimiz zaman hemen
kulağa aydınlık bir ahenk yansır.
Ahenk en etkili
şekilde nerede kullanılır dersiniz? REKLAMLARDA... Her insan
ezbere bir şiir bilmese de, bir yığın reklam sloganı tanır...
Mesela: Her şey mümkündür, TOYOTA! Diğerlerini yazmaya gerek
yok, herkes hangi reklamı duymuşsa, o reklamda kullanılan
tekniğin sadece bir kelime ahengi olduğunu bilmesi yeterlidir...
Uzman
dilinden kaçınınız! Her mesleğin
kendine özgü bir kelime hazinesi ve kelimeleri kullanma şekli
vardır. Bir örnek vermem gerekirse:
Bütün tanınmış
yazarlar gibi ben de hukuk eğitimimi yarıda bıraktım. Hukuk
öğrencisiyken hukukçuların dilini bir Pedagog olarak
anlayamıyordum. Hukukdakı düşünme şekli nedense benim mantığıma
uymuyordu. Pedaogoglar, Sosyologlar, Politologlar, Psikologlar,
yani tüm ruh bilimleri genelden özele inerler. Hukukta bu
tersinedir. Yani kullandıkları metot ‘Indirgemedir’. Ve bunu
yaparken bazen gülünç duruma düşerler. Almanca buna
‘Subsummieren’ (idraç etme tekniği) denir.
Bir gün benimle
birlikte hukuk okuyan bir Alman öğrenci okula başladıktan altı
ay sonra başka bir şehirde ailesini ziyarete gider. Annesi
babasıyla konuşurken, okulda öğrendiği dili kullanır. “Anne
kahveyi getirirken döktün, bu da demek oluyor ki, dikkat
etmedin, eğer dikkat etseydin, gece elbisem kirlenmezdi, sen
şimdi bana karşı bir suç işledin!“,
gibi... Annesi kızına: Kızım bu dili sana kim öğretti, benim
kızım her şeyi başka türlü söylemeyi öğrenmiş. Üniversitede size
bunları mı öğretiyorlar?“
der.
Evet,
kelimeler, sözcükler! Onlar hem azizdir, hem kutsaldır, çünkü
dualar kelimelerle yapılır, dilek ve istekler kelimelerle ifade
edilir, umut ve teselli kelimelerle verilir, şaka kelimelerle
yapılır, şiir kelimelerle yazılır, şarkılar kelimelerle
söylenir. Kelimeler aynı zamanda silahtır: İnsanı baştan
çıkarır, insana emreder, insana söver, insanı kırar ve üzerler.
Yalanlar ve iftiralar da kelimelerle dünyaya gelmiştir.
Kelimeler başı boştur: Bazıları birçok anlam taşır, bazıları
yanlış anlaşılır, bazıları duygu ve düşüncelerimizi gölgeler.
Onun için duyu organlarımızı çok iyi bilememiz gereklidir.
Hermann
Hesse´den güzel bir alıntıyla noktalıyorum:
„Biz şairler dile
göbekten bağlıyız, çünkü o bizim çalışma alet - edavatımızdır,
ama hiç kimse onu tam anlamıyla kullabiliyorum diyemez. Kendim
için şunu söyleyebilirim ki, bundan 70 yıl önce okula
başladığımdan bu yana hiçbir işi Almanca dilini kavramak kadar
büyük bir azimle yapmadım. Ama yine de bazen şaşkınlıkla tesbit
ediyorum ki, ben bir acemiyim, bazen alfabenin karşısında
büyüleniyorum, bazen çekiniyorum, bazen ise mutlu mutlu o
labirentte dolaşıyorum ve kendi kendime şaşırıyorum, insanların
bir avuç harften nasıl cümlelerle, nasıl kitaplarla, nasıl
resimlerle bütün uzayı biraraya getirebildiğine...“
ÖZET:
-
Kelime hazinenizi genişletiniz!
-
Basit ve sade yazmaya çalışınız!
-
Ritim ve ahenge dikkat ediniz!
-
Yazdığınızı yüksek sesle okuyunuz!
-
Genel sözcükleri kullanmayınız,
kelimeleri isabetli seçiniz!
-
En önemlisi, severek yazınız!
Kaynak: Bu yazı
Axel Anderson Akademisinin YAZMANIN OKULU 1- 2. ve 3. ders
broşürlerinden esinlenerek, kısmen tarafımdan tercüme edilerek
hazırlanmıştır.
NURAY
LALE, Eğitim ve
Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
İstanbul
-10.08.2004
http://sufizmveinsan.com
|