GÜZEL YAZI YAZMA SANATI

4. BÖLÜM

Bu bölümde Güzel Yazı Yazma Sanatının inceliklerine değineceğim. Ama daha önce çalışma metotlarına bir göz atalım.

Yazarların çalışma metotları kendi kişilik yapıları ve öğrenme kabiliyetleriyle alakalı olduğundan, her yazarın kendine göre bir çalışma metodu vardır. Kimi insanlar sabah saatlerinde yaratıcı olurlar, kimileri ise gecenin geç vakitlerinde en iyi düşünebilirler. Birçok yazar gecenin sessizliğinden esinlenir, bazıları da gündüzlerin getirdiği edadan...

Bazı zamanlar vardır ki, yazar aniden bir yaratıcılık krizine girer ve aylarca hiçbir şey yazamaz. Alman yazarı Rainer Maria Rilke aylarca hiçbir şey yazamaz, sık sık bir yaratıcılık krizi atlatırmış. Friedrich Hebel ise bir eseri bitirdiği zaman yeniden başlangıç yapamaz, sürüyle gelen düşüncelerine aylarca yön veremezmiş.

O yüzden yazı yazan herkesin ruhsal durumunun en uygun olduğu anlarda çalışması ve bir çalışma planı yapması gereklidir. Günlük, haftalık, aylık bir planla işe başlamalıdır. İyi bir yazar günde üç dört saat vakit ayırır kendine. Günde yarım saat vakit ayırdığı taktirde, yılda 182 saat, yani 60 iş günü çıkar ortaya. Zaman kıtlığı diye bir sorunu olmamalıdır bir yazarın. Çünkü zaman bulmak bir organizasyon meselesidir. Her insanın günlük hayatında yapmak zorunda olduğu işler vardır, ancak bunlar yazar olarak çalışmayı engelleyecek durumda olmamalıdır.

Kadın yazar Luise Rinser, çalışırken kendine boş lakırdı yaptığı sohbet zamanları, ve başka zaman öldürme yöntemleri seçermiş. Yemek yaparken, bulaşık yıkarken, ev işleri yaparken bile kafası sürekli yazdığı kitabında olurmuş. En iyi düşünceler kendisine ev işiyle uğraşırken gelirmiş.

Günlük hayatı son derece disiplinli olan Thomas Mann kendine yazmak için günde üç saat vakit ayırırmış, sabah saat dokuzdan, öğlenleyin saat onikiye kadar. Hiçkimse kendisini bu saatlerde rahatsız etme cürreti gösteremez, bütün aile fertleri onun çalışma metoduna saygı duyarmış.

Ernest Hemingway, Somerset Maugham da aynı şekilde en az üç saat çalışırlarmış günde. Kendine yazar diyen herkesin bu kadar vakit ayırması, ilham gelmesini beklememesi, kendi kendini harekete geçirmesi kadar doğal bir şey olamaz. İlham gelirse onu bir hediye olarak kabul etmeyi, ancak onun gelmesini günlerce beklememeyi büyük yazarlar bize kendi çalışma metotlarıyla sergilemişlerdir:

„Boş bir kağıtla işe başlarım. Şu an düşündüğüm herşeyi kağıda dökerim. Yaptığım iş genelde ağırdır.“ demiş, Ernest Hemingway.

Günde belli bir sayfa sayısı yazmak yerine sürekli yazmayı seçmelidir. İyi bir yazar bazen günde on sayfa yazabilir, bazen ise bir veya iki sayfa. Önemli olan miktar değil, önemli olan yazılanın kalitesidir her zaman. Güzel yazılmış bir sayfa kötü yazılmış on sayfaya bedeldir.

Luise Rinser kendi yazma sanatını şöyle açıklıyor:

„Ben günün her saatinde yazarım. Rahatsız edilmediğim vakitlerde günde on sayfa yazdığım olur. Eğer daha fazla yazarsam, bilirim ki ondan fazlası çöp tenekesi içindir. Ben kelime sayısına göre yazmam. Çünkü önemli olan miktar değil, kalitedir. Bazen bir sayfayı üç dört kez yeniden yazdığım olur. Bazen on sayfam direk çöp kutusuna gider, kitabım için elimde sadece bir sayfa yazı kalır. Bu duruma hiç üzülmem, çünkü güzel yazılmış bir sayfa, kötü yazılmış on sayfadan daha iyidir“.

Yazar da her başarılı insan gibi „azimle“ çalışmalıdır. Azimin ne demek olduğunu ‚Hazineler Adası’ kitabını yazan Robert Louis Stevenson’dan öğrenelim:

Arkadaşına yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

„Ondört gündür sağlıklı olduğum bir gün görmedim. Hasta hasta kalktım, öldürücü bir yorgunlukla yatağa gittim hep. Ama yine de işimi yaptım. Yatakta yazdım, öksürerek, ateşler ve acılar içinde kıvranarak.

Bir yazar daktilosunun karşısında veya bilgisayarının karşısında yazmaz sadece. İyi bir yazar her zaman her yerde yazar. Düşünürken, bir kahvede dinlenirken, bir kitap okurken, veya başka herhangi bir uğraşı esnasında. Gördüğü, hissettiği, algıladığı herşey bilinçli veya bilinçsiz olarak üzerinde çalıştığı esere yansır.

Günün 48 saati olsaydı, bazı insalar yine de vakit bulamazlardı.Çünkü aptal insanlar zaman öldürmeyi, zeki insanlar ise nasıl zaman kazanacaklarını düşünürler.  

Kendi çalışma metodumu size tavsiye etmeye kalksam, sizden insanüstü olmanızı isterdim. Niye mi? Yıllar yılı okumakla vakit geçirmiş bir insan olarak benim bir günüm hiçbir zaman 24 saat değildir. Ben zihnimi günde en az 18, en fazla 40 saat yorarım. Günlük hayatım normal insan standardında değildir, o yüzden… Belki sağlıksız bir çalışma sistemim var, ama ona göre de biyolojik bir ritime alışmışımdır. İki gün aralıksız çalışıp, günde oniki saat uyumak benim yıllar yılı uyguladığım metod. Ben bu durumdan şahsen hiç rahatsız olmuyorum. Bazen annemden azar işitirim sadece: „Kızım, sen ne zaman normal bir insan olacaksın!“ diye. Buna da katlanmak gerek tabi…

Gelelim tekrar günlük planımıza: Günde kaç saat yazmaya ayırdığınızı not ediniz. En az yarım saat, en fazla üç saat olarak. Çalıştığınız zamanları her gün kesin çalışma vakti olarak kayıt ediniz. Yazarken okumaya da vakit ayırınız. Hedeflerinizi günlük, haftalık ve aylık olarak belirlerken devamlı gerçekçi olunuz. Sayfalar dolusu kitap yazmanın sırrı kişisel organizasyondadır. Masanıza oturduğunuz vakit, içinizde bir düzen olmalıdır. Güzel bir eser yazmak için yazlık bir villaya ihtiyaç yoktur. Ya da tepede duran bir şatonuzun olması şart değildir.

Bertolt Brecht en güzel eserlerini Nazi’lerden kaçarken Finlandiya otellerinde yazmıştır. Bazı yazarlar bir kahve masasında, ya da parktaki bir bankın üzerinde yazmışlar eserlerini. Havanın yılın hemen hemen her günü güneşli geçen Türkiye’mizde yazmak için her yer çalışma odası sayılır. Bizim birçok şair ve yazarımız hapishanedeki hücresinde yazmıştır en güzel eserlerini. Onları kendimize örnek alıp, her yerde zihnimizi çalıştırmayı öğrenmeliyiz.

Yazarken en önemli kural DİSİPLİN VE AZİMDİR…

Bir yazarın ihtiyaç duyduğu atmosfer hep kendi içinde olmalıdır. Dış şartların uygunluğuna bırakırsa işini yazar, o zaman çok bekler. Çorbada her zaman bir saç bulmak istemiyorsak, işimize disiplinle başlamalı, cesaretle devam edip, bitirmeliyiz.

Yazarken sabır ve sebatla şu noktalara dikkat etmek gerek:

-         Rahat bir kıyafet, sağlıklı bir oturma şekli, ışıklı ve hoş bir ortam yaratmalıdır.

-         Kitaplar, notlar, yazmak için gerekli bütün materyaller elinizin altında olmalıdır. Yazmak istediğiniz yer, çalışmanıza elverişli hale getirilmelidir. Yiyecek ve içecek ne lazımsa önceden temin edilmelidir.

-         Her gün ne kadar yazacağınızı tesbit ediniz. Bu şekilde belirli bir çalışma temposuna ve çalışma süresine alışmayı sağlamış olursunuz.

-         Düzenli ve sistemli çalışınız. Günlük planınızı aynen uygulayınız. Biyolojik ritminiz neye uygunsa, ona göre çalışınız. Sabah saatlerinde düşünebiliyorsanız, sabahı, akşam saatlerinde düşünebiliyorsanız, akşamı veya geceyi seçiniz.

-         Ruh halinize, duygusal rahatlığınıza bırakmayınız işinizi. Günlük planınız ruh halinizden daha önemli. En iyi saatlerinizi en iyi kullanmayı öğreniniz.

-         Eğer gece çalıştı iseniz ertesi gün uykunuzu almayı unutmayınız.

-         Çalışırken mola vermeye özen gösteriniz. Dinlenmek için ortam yaratınız. Bir gezi, biraz bahçe işi, ya da herhangi zevk verici başka bir uğraşınız olmalı. Kendi kendinizi zevk duyduğunuz herhangi bir uğraşıyla mükafatlandırınız.

-         Eğer başka bir meslekte çalışıyor iseniz, işten sonraki zamanınızı iyi değerlendiriniz. Kesintilere müsade etmeyiniz. Hafta sonunda bir gününüz boş ise, onu kullanınız.

-         Rahatsız edici tüm unsurları tasviye ediniz! Rahatsız eden kişilere „Hayır“ demeyi öğreniniz. Çalışırken telefon rahatsız ediyorsa, ona göre önlem alınız.

-         Yazarken takılırsanız, istediğiniz şekilde yazamazsanız, üç nokta koyarak, yazmaya devam ediniz. Daha sonra eksik bıraktığınız yere döner, o pasajı sonra yazarsınız.

Şimdi Güzel Yazı Yazma Sanatının inceliklerine gelelim.

İLK KURAL DÜZELTMEDİR.

Diyelim ki bir hikaye yazdınız. Hikayeyi bitirdikten sonra elbette mutlusunuzdur. Ancak hikayenizi bir arkadaşınıza okuduğunuz vakit, eğer o arkadaşınız esnemeye başlarsa, biliniz ki, yazdığınız hikayeyi anlayamamıştır. Bu durumda o hikayeyi yırtıp, atmak gelir içinizden. Ama bunu yapmadan önce bir metod daha var. Hiç bir yazar bir oturuşta bir eser yazamaz. Tecrübeli bir yazar bir yazıyı nasıl daha elverişli hale getireceğini bilir ve bir yığın metod tanır. Birinci nüsha hiçbir zaman son şekil değildir çünkü.

Şimdi de diyelim ki, siz o hikayeyi iki üç kez yeniden yazdınız ve bir yayınevine ya da bir gazeteye yolladınız. Gazetenin yetkilisi veya yayınevi yönetmenleri de işe karışıp, hikayenizi düzeltmeye kalkarlarsa, hemen kızmazsınız, inşallah. Yazarlar yazdıklarının dokunulmaz nüsha olmadığını ne kadar erken kavrarlarsa, o kadar iyi. Başka birinin yazılanı düzeltmesi yazarın zoruna gider tabi. Bu her yazar için aynıdır. Sempatik olmasa da, başkalarının insanın yazdığını değiştirmesi, düzeltmesi başlangıçta insanın zoruna gider. Ancak ne var ki, yayınevlerinin, gazetelerin de kendilerine göre bir çizgileri vardır. Yazdıktan sonra düzeltme yapmak, yazılanı daha iyi hale getirmek hem yazar için, hem de yayınevleri için şarttır. O yüzden gelen eleştirilere kulak vermeli ve düzeltmeleri en iyi ihtimal yazarın kendisinin yapmasıdır.

Bir yazının nasıl olgunlaştığını Heinrich Böll’den öğrenelim:

„Ben doğruyu söylemem gerekirse, özellikle kısa öykülerde, hikayelerde en az üç nüsha şeklinde yazmışımdır. Bazılarını beş altı, bazılarını da bir kez yazmışımdır. Aynı şey romanlarım için de geçerlidir. Ben her zaman bir eleştirmene ihtiyaç duyarım. İlk eleştirmenim kendi eşimdir. O benim taviz vermeyen ve rüşvet kabul etmeyen eleştirmenimdir. İkinci eleştirmenim yayınevi görevlisidir. Bazen bir değil, iki eleştirmenim olur. Bir de arkadaşlarım. Yazdığını yüksek sesle birilerine okumak, bence son derece güzel bir deneydir. Yazılan birkaç kez dudaklardan süzülürse, kokmuş yerleri keşfetmek, aptalca kullanılmış ifadeleri bulmak bir toplu iğne gibi batar insanın gözüne… En son durak ise dördüncü, ya da beşinci durak, düzeltme bayrağını dalgalandırmaktır. Bu tabi ki acı bir tecrübedir, çünkü basılan her şey son şeklini almıştır. Yine de düzeltme yapmak için bütün olanakları denerim, her ne kadar bu işten kaçmak istesem de.“

Bir yazıyı yazdıktan sonra onu birkaç gün ellemeyiniz! Aylarca, haftalarca değil, sadece birkaç gün. Daha sonra yazdıklarınıza bir mesafe ile bakmış olur, gereken düzeltmeleri yapabilirsiniz.

Düzeltme metodlarının birisi KISALTMADIR.

Her kelimenin anlamlı olması için gerekli düzeltme şekli kısaltmadır. Gereksiz kelimeleri, cümleleri kısaltarak, yazınızı daha etkili hale getirebilirsiniz. Cümleler daha derli toplu ve daha özenle yazılmış şekle girer böylece.

İkinci düzeltme metodu GENİŞLETMEKTİR.

Yazılan yazıda eğer bazı noktalar detay gerektiriyorsa, o kısımları yeniden gözden geçirip, genişletmek gerekebilir. Bu durumda bazı yerleri eklemek, yeni pasajlar yazıp, yazıya değişik açılar kazandırmak gerekebilir. Pişmiş aşa su katmamak şartıyla, yazıyı daha fazla genişletmek ve gerçekten düzeltmek demektir bu.

En acımasız eleştirmen başkaları değil, kendiniz olmalısınız!

En önemlisi daha iyi ifade şekillerini arama ve bulma çabanız hiç kaybolmamalı. Yazılanın bir kısmı çöp kutusuna gitse de, yeni baştan kaybolan kısımları daha güzel bir şekilde ifade ederek, tanınmış yazarların gizli sırrına ermiş olursunuz.

Yazarken üç satır aralıkla yazınız. Sonra gereken değişiklikleri kolaylıkla yerlerine yerleştirebilirsiniz. Düzeltme yaparken her yazar kendi methodunu bulmak zorundadır. Bu konuda herhangi genel bir reçete yoktur.

Bir yazının profesyonel bir şekilde nasıl düzeltildiğini bu makaleye sığdırmam mümkün değil. Ancak şunu tekrar vurgulamakta yarar var:

Gerçek bir yazar ile, yazarlık taslayan bir yazar arasındaki fark, bir yazıyı son şekline getirme anlayışındadır. İyi bir yazar, ister amatör olsun, ister tecrübeli, bir eserinin düzeltilmesini hoş gelmiş bir yaklaşımla karşılar. Kelimelerin, cümlelerin, paragrafların üstünü çizmek, istenilen etkiyi yakalamak, ve güzel yazılmış kısımları daha da güzel hale getirmek yalnız onlara mahsustur.

Birinci nüshanın mükemmel olmasını hiç kimse bekleyemez. Düzeltme yaparken de yazılan yazı bir acil servis hastası gibi değerlendirilmelidir. İlk önce hayati noktalar ele alınmalıdır. Eğer roman yazdı iseniz, herhangi bir roman kahramanınız inandırıcı değilse, onu daha inandırıcı hale getirmelisiniz, eğer yazdıklarınızda mantığa uymayan noktalar varsa, ilk önce onları düzeltmelisiniz. Daha sonra yazma stilinizdeki hatalara geçebilirsiniz. Kurduğunuz cümleleri faylarsınız, girinti çıkıntıları düzeltirsiniz.

Bazı yazarlar ilk sayfadan başlar, birinci sayfayı düzeltmeden ikincisine geçmez. Bazıları da düzeltilmesi gereken yerleri düzeltir sadece. Zamanla birinci nüshadan son nüshaya nasıl gelindiğini kendi tecrübeleriniz ve kendi metodunuzla kavrarsınız.

Düzeltmenin ana hedefi daha iyi bir ifade şekli bulmaktır.

DEVAM  EDECEK….

NURAY  LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
İstanbul -12.10.2004
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail