1. HABER, HİKAYE
Güzel Yazı
Yazma Sanatı yazılacak metnin içeriğine ve formuna göre şekil
almak zorundadır. Amacınız haber yazmak ise, hikaye
yazamazsınız. Eğer hikaye yazacak iseniz, haber yazamazsınız.
Çünkü ne yazmak istiyorsanız, ona göre yazın kurallarını dikkate
almanız gerekir.
Yazma Sanatı
beş ayrı form unsuru içerir:
- TASVİR,
- ANLATMAK
- AÇIKLAMAK
- İSPAT,
İKNA ETMEK
- DİYALOG
Şimdi küçük
bir hikayeyle ilk önce haberin ne olduğunu açıklayalım:
Düşünün ki,
bir gazeteci birkaç arkadaşını akşam yemeğine davet ediyor.
Misafirlerin akşama doğru yazlık eve gelmeleri gerekirken,
misafirler saat akşam sekizi çaldığında hala ortalarda
görünmüyorlar. Adam merak içinde beklerken, misafirler tek tek
içeri giriveriyor ve içeri girer girmez İtalyan’lar gibi hepsi
birden konuşuyor. İçlerinden biri: “İnanılmaz bir hikaye”,
diğeri: “Olmaz böyle şey!“,
bir öteki: „Düşünsene bir çocuk! Ya açlıktan ölseydi!“ –
„Muhakkak bir deli olması lazım!“ diye
söyleniyorlar.
Gazetecimiz
tecrübeli bir gazeteci olduğundan ilk önce bilmesi gereken üç
sorunun cevabını bulmak için çabalıyor. KİM? NE? NEREDE?
(Haberlerde kullanılan esas teknik).
Ve:
„Yavaş olun arkadaşlar!“ diye söze karışıyor. Birşey anladıysam
Arap olayım. Lütfen sırayla anlatın! Hangi çocuktan
bahsediyorsunuz? Ona ne olmuş? Olay nerede olmuş?
İçlerinden biri: „Yolda gelirken bir ormanın yakınında bir mola
verdik. Bir sigara içmek için arabadan indik. Tam o sırada
Yasemin bir ses duydu ve bize: „Susun, birşeyler duyuyorum“,
dedi. Evet, ilk önce o sesin bir hayvan sesi olabileceğini
düşündük. Sese doğru yürüyünce yardım isteyen bir çocuk sesi
olduğunu farkettik. Bir de ne görelim, kafa üstü ağaca bağlı bir
çocuk duruyordu karşımızda. Kalın ipliklerle bağlanmıştı ağaca.
On iki yaşlarında bir çocuk. Saatlerdir orada asılı duruyormuş.
Ya açlıktan ölseydi.“
Gayetecimiz NEDEN? NİÇİN?
sorularına cevap arar. Ve şu cevabı alır:
„Çocuğu bir adam oturduğu mahalleden kaçırmış, arabaya zorla
bindirmiş, çocuğa dayak atmış ve sonra getirip, ağaca bağlamış.
Biz kendisini görmeseydik, ölebilirdi. Kendisini hemen
hastahaneye kaldırdık ve polise haber verdik.“
Gazeteci: „Hangi hastahaneye götürdünüz, hemen oraya gitmem
gerek!“ der ve misafirleri kendi hallerine bırakır. Birkaç saat
sonra eve başka bir hikayeyle döner. Ertesi gün gazetede şu
haber okunur:
KAFA ÜSTÜ AĞACA ASILI OĞLAN ÇOCUK (YAŞ 12)
İSTANBUL (Hürriyet) Yayalar adeta şok geçirdiler. Orman yolunda
Üsküdar’da 12 yaşlarında bir erkek çocuk kafa üstü ağaca
bağlıydı. „Bir
adam beni zorla arabasına bindirdi, bana dayak attı ve beni bu
ağaca bağladı“,
diye mırıldanıyordu çocuk. Birkaç saat ağaca bağlı kalan çocuk
imdat diye bağırıyordu. Onu gören yayalar ipi çözüp, çocuğu
hemen hastahaneye kaldırdılar ve polise haber verdiler. Polis
hemen suçluyu aramaya koyulacağı sırada tecrübeli bir polis işe
karıştı ve şunları açığa çıkardı: Kerata bütün hikayeyi
uydurmuş. Bir arkadaşıyla oynarken, ağaçtan atlamaya çalışmış ve
kendine bağladığı ip ağaca takılmış. Kafaüstü ağaca bağlı
kalınca çocuk utancından yalan söylemiş.
Dikkat
ettiyseniz, haber yazmanın kurallarını açıkladık. Gazetecimiz
hikayeyi duyar duymaz, kim?, Ne?, Nerede?, Neden?, Niçin?
sorularına cevap aradı. Bu sıraya göre gazeteci sorulara aldığı
cevaplarla haberini yazdı. (Burada verdiğim örnek gerçek değil,
ancak bu olaya benzer bir olayı tercüman olarak çalışırken ben
yaşadım. Bir kız çocuğu tenha bir mahallede, bir evin bahçesinde
ağaca asılı kalmıştı ve tesadüfen oradan geçen polis devriyesi
tarafından bulunmuştu. Sonra kız çocuğunun ifadesini alırken,
arkadaşlarıyla oyun oynadıklarını ortaya çıkarmıştık. Çocuk ipi
boynuna geçirdiğinden, boğazında derin ve kalın bir yara izi
kalmıştı).
Ağzı adeta
açık kalan Yasemin de hemen bu haberden bir öykü yazmaya karar
alır. Çocuk utancından yalan söylemiş, cümlesinden yola çıkıp,
olayın psikolojik sebeplerini araştırmaya koyulur. Ve olayın
nasıl meydana geldiğini iki erkek çocuk arasında geçen heyecan
dolu bir diyalogla canlandırır. (Bu hikayeyi/öyküyü yazmayı siz
de deneyebilirsiniz).
Görüldüğü
gibi herhangi bir olayı anlatmak ne bir haber yazmaya ne de bir
öykü yazmaya yeterlidir. Sadece tasvir etmekle haber de
yazılmaz, öykü de. Hikayenin hikaye olabilmesi için davranan
figürların olması lazım ve davranışlarının da bir sebebi olması
şart. Ayrıca hikayenin sonunda ilgi çekici ve davranışlarla
direk alakalı bir netice çıkması lazım. O yüzden gazete
haberleri olayların içyüzü açıklığa kavuşmadığı sürece, sadece
tasvirle sınırlı kalırlar. Yukarıda verdiğimiz örnekteki gibi
çocuğun neden öyle davrandığına, yani çocuğun motifine işaret
edilmiştir sadece.
Kısaca,
haber yazarken olayı ve olayı meydana getiren faktörleri
açıklamak yeterlidir. Çünkü amaç enformasyon vermektir. Hikayede
ise davranan figurların motifleri açıklığa kavuşturulur. Neden
ve niçin öyle davrandıkları, başka türlü neden davranmadıkları?
Okuyucu kişinin içinden neler geçtiğini, neler hissettiğini
bilmek ister. O yüzden öykü yazarlarının en büyük problemi bunu
ispat edebilmektir.
Size
tavsiyemiz: Günlük gazeteden ilginizi çeken bir haber kesiniz.
Ve o haber üzerine bir hikaye yazmayı deneyiniz. Haberde sizi
alakadar eden herhangi bir noktayı ele alıp, fantazinizi
serbestçe kullanınız...
Her ne
yazıyorsanız yazın, ilk önce sabırlı olmayı öğreniniz. Bu
yazıları yazarken size ben günlerce sabırla diziyorum
kelimeleri... Ve en az on kez okuyorum her satırımı...
Günlük
yaşamda da sabır başarının en büyük anahtarıdır...
Düşünün ki
bir arkadaşınıza rastlıyorsunuz. Bekarlık başına vurduğu için,
size dert yanıyor.
„Yeter artık çektiklerim. Yakında evleneceğim!“
diyor. Her kim ki böyle konuşuyor veya böyle yazıyorsa, o kişi
dinleyicinin bilmek istediği bir sürü sorunun cevabını açık
bırakıyor. Nedir örneğin arkadaşınızın çektikleri? Hangi
problemlerinden bahsediyor? Kimle evlenmek istiyor? Ve neden
böyle aceleyle evlenmesi lazım? gibi....
Eğer ama
yazma sanatının beş kuralını tanıyorsanız, bu sorulara yanıt
bulmanız pek zor olmaz.
Ölümsüz
müzisyen Amadeus Mozart’ın hayat hikayesini tanıyorsanız,
otoriter babasından çok korktuğunu bilirsiniz. Mozart’ın 15.
Aralık 1781 yılında babasına yazmış olduğu bir mektubu aşağıda
anlatma, açıklama ve ispat tekniğini gözler önüne serdiği için
ilgilerinize sunuyoruz.
Mektupta
Mozart babasına evlenmek istediğini bakın nasıl ifade ediyor:
Sevgili
Babacığım,
Wiyana,
15.12.1781
KARARINI
AÇIKLAMA ŞEKLİ:
Bir
bilseniz, size kalbimi ne çok açmak istedim, ama her an vakitsiz
bir iş yapacağımdan korktum, her ne kadar vakit geçmişse de...
evlenmek için... Biliyorum, bu durum sizi endişelendirecekti...
Sizden ricam, sevgili babacığım, dünyanın en iyi babası, lütfen
beni birazcık dinleyin! Size derdimi açıklamam için, ve
sebeplerini de gerekçelerimle ifade edebilmem için bana izin
verin!
MOTİFİNİ
AÇIKLAMASI:
Doğa benim
içimde öyle yüksek bir sesle konuşuyor ki, belki de
yaşıtlarımdan daha yüksek bir sesle. Ben diğer genç arkadaşlarım
gibi asla yaşayamam. Birincisi biraz fazla dinime bağlıyım,
ikincisi yakınımı sevmeyi biliyorum, ve en önemlisi
arkadaşlıklarımda son derece samimiyim, öyle herkes gibi
günahsız bakire kızların günahına giremeyecek kadar. Sağlığımı
da herşeyden çok düşündüğüm için, kötü kadınlarla gezecek biri
de değilim. O yüzden size itiraf ederim ki, şimdiye kadar hiçbir
kadınla öyle bir münasebetim olmamıştır. Eğer olmuş olsaydı,
sizden hiç saklar mıydım?
GEREKÇE,
PRATİK FAYDALAR
Biliyorum bu
birinci sebep, her ne kadar güçlü ise de: yine de az sayılır.
Benim tabiatım sakin ve evcil bir yaşama çok daha yatkın. Öyle
gürültülü patırtılı bir delikanlı yaşatısından çok uzağım.
Gençlik hayatımdaki alışkanlıklarımdan biri, üsütme başıma,
kıyafetlerime dikkat edemediğimdir. O yüzden bana bakacak bir
kadın gerek. Şimdiki gelirim de bana yetmiyor. Belki o zaman
gereksiz giderler de azalır. Tabi başka giderler de çıkar, ama
insan hiç olmazsa düzenli bir yaşam sürebilir.
İKİNCİ SIR:
Şimdi
gelelim gönlümdeki sevginin sahibi kim, sorusuna? Lütfen, hemen
korkmayın? Evleneceğim kız Dokumacılardan olmasın, demeyin!
Evet, Dokumacı. (Weber ailesinden). Josepha değil, Sophia da
değil, Constanza. Ortancı olan yani.
TASVİR
Hiçbir
ailede bu kadar gözalıcı eşitsizlikle karşılaşmadım,
diyebilirim. En büyüğü, tembel, kaba ve sahte bir kişi. Vurdum
duymazın biri. Fesat mı fesat, çirkin ruhlu. En küçükleri yaşı
küçük olduğu için pek birşey görmüş sayılmaz, ama biraz hafif
bir kız. Ortancıları ise, benim Constanze’m, en iyi kalplileri,
en beceriklisi ve içlerinde en iyisi. Her işe elini atar, ama
ailede yine de kimseye yaranamaz. Ah, sevgili babacığım size
Constanze’m üzerine sayfalar dolusu yazabilirim, ama dilerseniz
biraz onun karakterinden size bahsedeyim.
İSPAT:
KONSTANZE’NİN İYİ YÖNLERİ
Konstanze
çirkin değil, ama güzelden de az güzel değil. Bütün güzelliği
iki kara gözü, boyu posu. Espirili olmasa da, sağlıklı bir
insani mantığı var, kadın ve anne olarak sorumluluklarını yerine
getirmeye yeter. Öyle ahım şahım giyinmeye önem vermez, belki
yanlış bir şey. – Tam tersine kötü giyinmeye alışık. Elbette o
da şık ve güzel giyinmek isterdi, ama annesinin geliri ancak
öteki iki kız kardeşinin süsüne yetiyor. En önemlisi bir kadının
temizlik anlayışı, güzelliği ise, onun el becerikliğidir bence.
İSPAT:
KARŞILIKLI SEVGİ
Saçını
başına kendisi çeki düzen verir, ev işinden anlar ve dünyanın en
güzel yüreğine sahip. Ben onu seviyorum, o da beni seviyor tüm
kalbiyle. Lütfen söyleyin bana, ondan daha güzel biri var mı bu
dünyada?
SONUÇ
Kendime
sizden başka hiçbir şey dilemiyorum, eğer bir dileğim varsa, o
da ısrarla sizin gönül rızanızı almaktır. Tüm dileğim o
zavallıyı kurtarmanız ve beni de onunla beraber. İtiraf edeyim
ki, hepimiz çok mutlu olacağız. Ben mutlu olursam, siz de mutlu
olursunuz, biliyorum.
Nihayet size
kalbimi açabildim. Lütfen oğlunuza acıyın! Sizin elinizi 1000
kez öperim. Ebediyen size sadık oğlunuz...
MOZART
Görüldüğü
gibi bu mektup, yazma kurallarının hayatla doldurulmuş en güzel
belgesi.
Mozart bu
mektubunda durumunu babasına izah edip, problemini açıklığa
kavuşturmak için elinden geleni yapıyor. Evlenme kararını o
kadar detaylı bir şekilde yansıtmış ki, babasının tanımadığı
kızı çok mükemmel bir şekilde tasvir etmiş.
2. TASVİR YÖNTEMLERİ
Tasvirle
yazar üzerinde durduğu zemini belirler. Kendisi ile dünya
arasındaki bağı kurar. Neyi sevdiğini, neyi sevmediğini, neyi
güzel, neyi çirkin bulduğunu, ruhunun nelerden etkilediğini, ve
neyi hoş gördüğünü...
Alfred
Andersch bunu şu sözlerle açıklıyor:
„Herhangi bir sebepten dolayı en sevdiğim şey tasvir okumaktır.
Bir yazarın yazdığı şeyle ilişkisi beni nedense onun
fikirlerinden ve dünya görüşünden daha çok ilgilendirmiştir.“
Aşağıdaki örneği dikkatle okuyunuz:
„Oda kare şeklindeydi. Tavan beyaz karelerden oluşuyordu. Bir
duvar olduğu gibi kitap doluydu. Televizyonun önünde panjurlar
yere indirilmişti. Odanın ortasında üç büyük yapraklı çiçek
duruyordu. Bazı yapraklar sararmış, bazıları hala yeşil
duruyordu. Masanın üzerindeki lambanın ışığı siyah renkli
telefona yansıyordu“.
Şimdi böyle bir tasvir okuyucunun ne işine yarar? Sadece
gözleriyle kayıt yapan bir yazar tasvir sanatının gerçek
anlamının yanından geçiyor, demektir. Yukarıda Andersch’in
dediği gibi, tasvir demek yazarın dünya ile bir bağ kurmasıdır.
Eğer ama yazar tüm duyu organlarıyla yazmıyorsa, o zaman o
kalemden yukarıdaki örnekteki gibi hiçbir şey söylemeyen, saman
gibi laflar üretilmiş olur.
Tasvir sanatının en basit şartlarını açıklayalım:
„MUZ SARIDIR!“ dersek, muzu görmüş
olmamız gerek. “BURASI MUZ KOKUYOR!” dersek, muzu daha önce
koklamış olmamız gerek. “BU DERI MUZU ANDIRIYOR!” dersek, bu
karşılaştırmayı yapabilmek için, daha önce muza dokunmuş olmamız
gerek. Ve “MUZ TATLIDIR!” dersek, muzu tatmış olmamız gerek.
Yani bu demek oluyor ki,
TASVİR DUYU
ORGANLARIMIZLA MÜMKÜNDÜR.
Duyma
duyusunu yansıtan bir örnek:
İsabel
Allende: SEPİA’DA BİR PORTRE kitabından:
„Ben sabahın ilk ışınlarıyla doğmuşum, fakat Chinatown’da
saatler ters gider bilirsiniz ve o saatlerde ticaret kaynamaya
başlar, kamyonlar şehrin caddelerini doldurur, kafeslerde
aşçıların bıçağını bekleyen köpek ulumaları duyulur.“
Görüldüğü gibi yazar sadece ne duyulduğunu tasvir etmiyor. Yazar
Çin sokaklarında duyulandan değil, kendinden söz ediyor, bizi
doğduğu odaya götürüyor ve pencereden içeri gelen sesleri
duymamızı sağlıyor. Birkaç kelimeyle bize yabancı olan gürültülü
bir dünya yansıtıyor.
Koku duyusunu yansıtan bir örnek:
Patrick Süskind: PARFÜM kitabından:
„Rue Sant-Denis ile Rue Sant-Martin caddelerinde insanlar
birbirlerine o kadar yakın oturuyorlardı ki, evler yan yana
duruyorlardı, beş altı kat, öyle ki insan gökyüzünü göremiyordu.
Hava nemli kanal kokusuyla ve başka kokularla dopdoluydu.
İnsan kokusu, hayvan kokusu, yemek kokusu ve hastalıklar. Su,
taş, ekmek, deri, sabun, taze ekmek, yumurta, makarna, bakır,
bira, merhem, gözyaşı, yağ, kuru ve yaş saman kokuları.“
Patrick Süskind dünyayı kokularla tarif ederken, koku alma
duyusuyla bize şehrin bir bölgesini gezdiriyor. Orada çalışan
insanlar, yemek yapan insanlar, bakır tabakları yıkayan
insanlar, hayvan besleyen köylüler tasvir ediyor. Kokuların
listesi insanda belli duygular uyandırıyor. Bira ve merhem kokar
belki, ama Patrick Süskind insanların döktüğü gözyaşlarının da
bir kokusu olduğunu söylüyor. Ve cümlelerine bu şekilde edebi
bir değer kazandırıyor.
Şimdi tasvir sanatı üzerine bir yığın örnek verebiliriz, ama bu
yazının sınırını aşmamak için burada noktalıyoruz. Bir şeyi
tasvir ederken dikkat edilmesi gereken noktaları yeteri kadar
vurguladık sanıyorum. Yazarken bütün inceliklerin tüme uyması
bir mozaiğin diğer mozaiğe uymasına özen gösterilmesi
gerekmektedir.
- KARŞILAŞTIRMA VE MECAZ MANALAR
İnsanın sadece duyu organları yoktur, insan ayrıca bir akıla ve
mantığa sahiptir. Tasvir sanatı duygu ve düşüncelerin akıl ve
mantık yoluyla daha da derinleştirilebilir. Bunu karşılaştırma
ve mecaz manalarla (metaferlerle) yapabiliriz. Çünkü bazı şeyler
karşılaştırma yoluyla daha fazla ağırlık kazanırlar.
Örnek: Adamın yüzü aniden duvar gibi beyazlaştı.
Bu
cümle „adamın aniden yüzü sarardı“
cümlesinden
daha keskince bir ifadedir.
Başka bir
örnek: Bir çocuk gibi mışıl mışıl uyuyordu. (Yani uykusu çok
derindi)...
Veya:
Hüzünlü bir palmiye gibi başı öne eğik geziyordu...
Christa
Wolf’tan metafere bir örnek:
„HİÇ
BİR YERDE” (Kein Ort. Niergends) kitabından bir alıntı:
“Bayırlarda
gezerken, kendisini çevreleyen tepeler ona sıcak bir hayvan
sırtı gibi geliyordu, onun için durarak ayaklarının altındaki
toprağın nefes alışını, kalp atışını bütün vücuduyla
hissediyordu.“
Dağda gezmenin ne güzel bir tasvirini sunmuş yazar. Bir hayvanın
sırtının sıcaklığını toprakta hissetmek…
Karşılaştırma ve metaferlere heryerde rastlarsınız. Güzel bir
tasvir için karşılaştırma kaçınılmazdır. Çünkü karşılaştırmalar
bir şeyi somutlaştırmaya ve canlandırmaya yararlar.
Herşeyin aşırısı iyi olmadığı için tasviri fazla kaçırırsanız,
sıkıcı olursunuz. O yüzden hikaye ve roman yazarken tasvir ile
olayları içiçe işlemeyi bilmelisiniz.
Aşağıdaki
örnek söylemek istediklerimizi kısaca özetliyor.
Judith Hermann: „YAZLIK EV VE SONRA…“
„Arabayı ara bir caddeye doğru sürdü, fren yaptı ve aynı anda
alçakgönüllü bir tavırla ellerini direksiyondan çekti ve “işte
şu ev!“ dedi. Bense arabanın penceresinden o yöne bakarak
şunları düşündüm. „Demek bu ev, beş dakika sonra oradayız“.
Ev
öyle bir görünüme sahipti ki, her an çökebilirdi. Ben arabadan
indim ve arabanın kapısını son derece dikkatli kapattım, öyle
ki, sanki en küçük bir hareket bir sarsılmaya sebep olacakmış
gibi. Stein da parmak uçları üzerinden eve doğru yürüdü. Ev bir
gemi gibiydi. Sanki bir köy yolu kenarına çok eski çağlarda
çakılıp kalmış görkemli bir gemi. İki katlı büyük bir evdi,
kırmızı priketlerden örülmüştü. Bir iskelet üzerine kurulmuş bir
çatısı ve her iki tarafında ağaçtan yapılmış bir at kafası
duruyordu duvarlarında. Pencerelerinin çoğunda cam yoktu.
Rüzgardan eğrilmiş balkonunu sadece sarmaşık yaprakları ayakta
tutuyordu. Ve duvarların arasında parmak kalınlığında çatlamalar
oluşmuştu. Ev güzeldi. Tam istediğim evdi. Ve o ev bir
viraneydi.“
TASVİR
SÜREKLİ OLAYLA BAĞLANTILI OLURSA, VE DEVAMLI BİR ŞEKİLDE İÇ İÇE
İŞLENİRSE, RİTMİ YAKALAMIŞ OLURSUNUZ.
-
İNSAN TASVİRİ
Bir insanı
tasvir etmek sadece dış görünümünü tasvir etmekle eksik kalır.
Güzel mi, çirkin mi, kısa boylu mu, uzun boylu mu, sarışın mı,
esmer mi, genç mi, yaşlı mı sorularının cevapları insan
tasvirinin sadece bir yönüdür. Ancak bir insanı tam olarak
tasvir etmek için o insanın hayat hikayesini tanımak gerekir.
Bir insanı tasvir gerçek anlamda onun hayat hikayesini
anlatmaktan geçer. Bir manzarayı tarif eder gibi bir insanı da
tasvir ederken onun davranışları ön planda olmalıdır. Yani
amacınız roman kahramanınızı anlatmaksa, onu sandalyeye oturtup,
tarif edemezsiniz, onu davranırken, birşeyler yaparken, hareket
halinde tasvir etmelisiniz.
Şimdi Jenny
Erpenbeck’in bir yaşlı kadını nasıl tasvir ettiğine bakalım:
„Öğlen
vakti büyükannemin her gün göle gelip yıkanmasını seyrediyordum
yine. Şimdi kafasında açık mavi çizgili bir plastik başlık,
vücudunun büyük bir kısmını elle örülmüş bir mayoyla kapamış
olarak tüm görkemiyle yürüyordu. Beyaz ayakları olduğundan daha
da beyaz görünüyorlardı, 44 numaralı plastikten yapılmış çiçekli
bir terliğin içinde. Bu kostümle büyükannem yavaş yavaş basamak
basamak göle inerdi. Göle inen basamakları indikten sonra bile
gölün içinde biraz yürürdü, yüzmeye başlamadan önce.”
Yaşlı
kadının zıplayarak göle inmesini tarif etmiyor yazar, çünkü
yaşlı insanlar gençler gibi hareketli değildirler. Belki ayağı
kayabilir, düşebilir korkusu okuyucuya ne güzel yansıtılmış.
Güzel Yazı
Yazma Sanatı daha birçok ayrıntı gerektiren çok kapsamlı bir
konu olduğundan gelecek yazıda değinemediğim noktaları ele
alacağım. Ve en son güzel bir roman nasıl yazılır, konusunu
işleyeceğim.
DEVAM
EDECEK...
NURAY
LALE, Eğitim ve
Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
İstanbul
-02.11.2004
http://sufizmveinsan.com
|