"Bilimin kapısı hakikate açılır,
Sanatın kapısı tanrısallığa,
Bilim gerçeğin aynasıysa,
Sanat güzelliğin aynası..."
Nuray Lale, 10. Mart 2005
MÜKEMMEL BİR ROMAN NASIL YAZILIR?
Bu
yazı dizisinin başında bir şiirimle giriş yapmamın bir sebebi
var. Son haftalarda Alman basınında ve tüm batı dünyasında
göklere çıkarılan, iki yazarın şok yaratan romanları yazarlığın
kara kalemlerle nerelere kadar gideceğini göstermektedir. Orhan
Pamuk'un 'Der Schnee' isimli eseri tam Türkiye'nin Avrupa
Birliğine girmeye adım attığı sırada İslam dünyasını hedef
alması ve Fethiye Akın gibi kendini bilmez kişilerin bütün
dünyanın dikkatinin Türkiye'ye çevrildiği bir anti-propaganda
döneminde oturup, Sözde Ermeni Soykırımı konusu üzerine düzmece
romanlar yazmaları zaten başından sonuna bir düzmece olan tarih
çarpıtılmasına daha vahim bir çehre verilmesini, ateşe karşı
benzinle gidilmesine yol açmıştır. Bu tür politik romanlar olsa
olsa şöhret kazanmak için bir devlete, bir millete atılmış bir
çamur olarak değerlendirilebilir. Milletler arası düşmanlığı
körükleyen, insanı insana karşı kışkırtan, 'nefret tohumları'
eken hiçbir yazar gerçek anlamda yazar değildir."
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, yazar bahçesinin toprağı
kuvvetli, güneşi sonsuzdur. Birkaç yaban otunun yetişmesi yazar
bostanında yasemin dallarının mis kokular saçmasına engel
değildir. Ermenilerin binlerce diplomatımızı katletmeleri, tarih
boyunca terör eylemleri düzenlemeleri, Azerbaycan´da yaşayan
Türklere hayatı zindan etmelerine ne demeli, acaba?
Şunu da belirtmek gerekir ki, şahsiyet sahibi olmadan hiçkimse
yazar olamaz. İlk önce insanın kendi kişiliğini geliştirmesi,
yazdığı şey üzerine derin bilgi sahibi olması gereklidir.
Gerçeği göremeyen, gerçekleri çarpıtan kalemler her devirde
tehlike taşımışlardır. Politik roman yazmak isteyen herkese bu
iki yazar herşeyden önce ibret kaynağı olmalıdır.
Necip Fazıl Kısaküreğin kalemiyle bu tür yazarların materiyalist
düşünce tarzlarını aşağıdaki sözlerle aktarayım:
"Ve nihayet asli manasıyla roman, hadiseleri fikirleştirme veya
fikirleri hadiseleştirme sanatı üzerinde - biri fotoğrafçılık,
öteki ressamlık işi - bağrağını dalgalandırır. " (Kafa kağıdı,
S. 10).
Ömer Bedrettin Uşaklı ise edebiyat eserleri yaratan kişileri
şöyle değerlendiriyor:
"Dağlar, ağaçlar, kaynaklar, hatta meyvalar nasıl birbirinden
farklı iseler, sanat dünyasında, kainatın yıldızları gibi,
birbirinden farklı bir ışık kudretiyle ayrılan sanatkar ruhları
da, ayrı birer dünya ve bu dünyaların cevherini izah da
yıldızları izah gibi, daima müphem kalmaya mahkumdur. Bu
bakımdan, sanat kudreti elektrik gibi mahiyeti müphem bir ruh
kudretidir." (Ömer Bedrettin Uşaklı, Bütün eserleri, Prof. İnci
Enginün, Ankara 1988, S. 154).
Otobiografilerini yazmak isteyen genç yazarlarımıza Necip Fazıl
Kısaküreğin "Kafa kağıdı" adlı eserini okumalarını tavsiye
ederim. Necip Fazıl biyografisini öyle sade, öyle mükemmel bir
şekilde yazmış ki, kitabını su gibi okudum, diyebilirim. Soylu
ailesinin gelmişini, geçmişini alaycı bir dille gözler önüne
seren yazar, büyük bir ustalıkla hayatının coğrafyasını alımlı
bir şekilde çizmiş...
Romanın ne olup, ne olmadığı hakkındaki düşünceleri ise şöyle:
"Romanda ana dayanak olan (idealizasyon) feda edildikçe kıymet
düşer, kabak çekirdeğine kadar iner. Bu işi vakıalarla karışık
olarak ulvilik şartını korudukça da pahası (radyum) misali
değerlenir." (Necip Fazıl Kısakürek, Kafa kağıdı, S.10).
"Roman icatçı bir hayat taklididir" cümlesi de yine Necip
Fazıl'dan.
Evet, radyum misali değerlenen kitaplar kişilik cevherlerini
mücevher gibi işleyen insanların kaleminden çıkarlar. Ve bu tür
kitaplar çok azdır. Hayatın içinden yazılmış, insanın hayal
gücüne güç katan eserler, güzel yazılmış biografik romanlar
genellikle film dünyasına taşınmıştır. Benim en güzel
uğraşılarımdan biri biografik film seyretmektir. Bir insanın
hayatını anlatan filmler benliğime kuvvet katar. İster tanınmış,
ister tanınmamış bir insanın hayatı olsun, yaşanmış bir ömrü
sergilediği için, o tür filmleri büyük bir hayranlıkla ve zevkle
seyrederim.
Tekrar Necip Fazıl'ın roman hakkındaki bir iki fikrini
aktarayım:
"Olurların, olabilirlerin, olmazların, olması özlenenlerin,
hatta olmuş olanların mutlaka (dinamik) vakıalar zinciri içinde
demeti, dizisi, sergisi roman."
"Böyle olunca, roman, asli mahiyeti bakımından bir oldurma,
oluşturma, biçimleme, yakıştırma, tasarlama işi halinde meydana
çıkıyor ve insandaki eşya ve hadiseleri murakabe ve öteleri
kovalayıcı hayal gücüne dayanıyor." (Necip Fazıl Kısakürek, Kafa
kağıdı, S. 9).
Şimdi roman hakkındaki bu genel bilgilerden yazma sanatındaki
kurallara bir geçiş yapalım:
ROMANDA AZAMİ FİGUR KAPASİTESİ YARATMAK
Bu prensip roman fıgurunun her zaman maksimal kapasite sınırları
içinde hareket etmesi anlamındadır. Mesela: Yangın çıkmış bir
evde eğer figurunuz hortum arıyorsa, okuyucu hemen: "Aptal adam,
hortum arayacağına, telefona koşup, itfaiyeyi çağırsana! " der.
Figurlar tüm kabiliyetlerinin doruk noktasında ellerinden geleni
yapmak zorundadırlar.
Buna bir başka örnek:
Romanınızda son derece utangaç, çekingen bir figur yarattınız,
diyelim. Figurun ismi Süheyla. Süheyle bir adama aşık ve aynı
işyerinde sekreter olarak çalışıyor. Süheyle her gün nafile bir
merhaba beklemektedir, aşık olduğu şefinden. Şefi Mustafa bey
onunla hergün birlikte çalıştığı halde, kadını hiç gözü
görmemektedir. Şimdi bu durumda figurunuz ne yapsın? Gitsin
şefine:
"Bakar mısınız, bugün benimle samanlıkta saat yedide buluşmaya
ne dersiniz? " mi desin. : )
Kadın şefiyle işi dışında bir kelime bile konuşmaya cesaret
edemiyorsa, aşırı utangaçlığı kapasitesini en dar çerçeveye
sokuyorsa, figurunuzdan kalkıp "olağanüstü" bir hareket
yapmasını bekleyemezsiniz.
Diyelim ki Süheyla gerçekten bir tanıdığınız ve şefiyle
arasındaki aşk gerçek. Yaklaşık onbeş yıl birlikte çalıştıkları
halde, Mustafa beye uzun zamandır aşık olduğu halde, bir gün
onun dikkatini üzerine çekememiş. Gerçek hayatta bu tür durumlar
ve olaylar olur, çünkü.
Ancak bu tür olaylara romanlarda nadir rastlanır. Çünkü onbeş
yıl boyunca hiçbir hareket, hiçbir teşebbüs göstermemek mümkün
değildir. Romanda olay olmazsa, okuyucu birazdan ne olacağını
kestiremezse, hikaye gelişmezse, çok sıkıcı bir roman yazmış
olursunuz. Bizim "Homo Ficktus" her zaman kapasitesini azami bir
şekilde kullanmasını bilmekj zorundadır. Dramatik bir figur bir
olay karşısında hiçbir eylem göstermezse, problemini çözmenin
yollarını aramazsa, inisiyatifsiz ve ilgisiz kalırsa, ondan olsa
olsa mizah figuru yaratabilirsiniz.
Ancak utangaç bir figurun hareket alanı gerçekten de dardır.
Normal olarak açıktan açığa aşina bir hareket göstermekten
acizdir kişi. Yine de yazar olarak böyle bir figurun bile
hareket alanını tesbit için bir yığın alternatifiniz vardır. O
figurun maksimal kapasitesi neyi taşıyorsa, o derece ileri
gidebilirsiniz.
Masanızın başına geçip, figurunuzun göstereceği reaksiyon
olanaklarını sıralayabilirsiniz:
- Mustafa Beye bir haber salabilir ve sahşi bir görüşmede
herşeyi açıklayabilir.
- Bir arkadaşını devreye sokar: "Süheyla'yla biraz ilgilensen!"
dedirtir.
- Cesaret aşısı için bir kadın seminerine gidebilir.
- Mustafa Beyin gittiği yerlerde tesadüfen belirir.
- Kantinde Mustafa Beyin yanından geçerken, tabağını yere
düşürür veya kıravatına kahve döker, vs...
Bu liste daha da uzatılabilir. Bu tür listeleri roman
figurunuzun karşılaştığı olayları çözmek için özellikle de ölüm
tehlikesi durumlarında yapmalısınız. Yine de maksimal kapasite
belirli sınırlar içinde tutulmalıdır. Her durumda "gerçek olsa,
bu testi başarır mıydı? " sorusu her zaman sorulmalı. Hiçbir şey
kitabınızın alelacele çöpe atılmasını roman figurunuzun
yapamayacağı bir işi ona yaptırmanız kadar etkileyemez.
Ama eğer roman figurunuzun davranışlarını akıllıca düşünür,
değişik tarz hareketlerini uygun bir şekilde dile getirirseniz,
romanınızdaki hikaye bundan yararlanır. Figurunuz ne zaman bir
karar verme durumuna düşerse, hep 'Gerçek olsaydı, başarır
mıydı?' testinden geçirmelisiniz. Daha orijinal, daha dramatik,
daha cazip veya daha eğlenceli nasıl olabbilirdi, diye figurun
hareketlerini iyi bir süzgeçten geçirmelisiniz. Bu seviyede
hareket eden bir figur her zaman okuyucuya güzel bir takdim
sunmuş olur.
Diyelim ki, romanınızdaki kahraman büyük bir şirkette çalışan
bir yönetmen. Bu adam bir uçak kazası sonucu kendini aniden
çölün ortasında buluyor. Çölde yaşaması için yapması gereken
hiçbir şeyden anlamıyor. Yani bu konuda asgari bir maksimal
kapasiteye sahip. Hayatının en büyük zorluğu o ana kadar ya
arabasının anahtarını bulamamak, ya da kahvesindeki şeker
eksikliği imiş. Çölde su arama deneyleri, kaktüslerden su
çıkarma, kertenkele ve kaplumbağa avı yapma çabalarından
enteresan bir hikaye çıkabilir, eğer tabi Menejerimiz maksimal
kapasitesini kullanırsa.
Bu da demek oluyor ki, bir figurun maksimal kapasitesi onun
değişmesini, uyum sağlamasını, şartlar içerisinde gelişmesini
kapsar. Figurlar betondan değiller. Onlar okurun bilincinde
yaşayan bireyler ve yaşayan herşey gibi onlar da değişirler,
çünkü yaşamak 'değişmektir'. Figurların değişmesini sağlayan şey
hikayeyi anlatan yazarın elindeki sihirli değnektir. Bu sihirli
değneğin adı 'KONFLİK' gelecek yazımın konusu.
Romanda da diğer yazı çeşitlerinde olduğu gibi ikna kabiliyeti
gereklidir. Daha önceki yazılarımda bu noktaya değinmiştim.
Romanda tasvir uzun tutulursa, yazdığınız roman sıkıcı olur.
Eğer ama tasvirlerin arasına diyaloglarla figurlarınızı
karakterize eder, insanlarla ilişkilerini, çatışmalarını,
uzlaşmazlıklarını fiiliyata çevirirseniz, romanınıza "oksijen"
katmış olursunuz. Diyaloglar metninizi canlandırır ve daha
gerçekçi kılarlar.
Bir insan şarkı söylerse, dans ederse, resim yaparsa veya güzel
kokarsa onu tasvir edebiliriz. Yalnız diyalogda figurlar kendi
sesleriyle konuşurlar. Diyalogun esas amacı ikna etmektir. O
yüzdendir ki, yazarın kendi gerçeğinin toprağı üzerinde durması
gereklidir. Bunun en iyi yolu, kendi tecrübesinin, kendi
bilgisinin, kendi aklının ve kendi yüreğinin sesine kulak
vermesinden geçer. Ancak ne var ki, bazen duygularımız 'evet'
derken, mantığımız 'hayır' diyebilir. Bir fikri sonuna kadar
savunduğumuzda, bir de bakarız ki bir çelişkiyle karşı
karşıyayız. O yüzden subjektif gerçeklerimizi öyle açıklamalıyız
ki, bir hakimi ikna edercesine, hiçbir şüphe kaynağı
bırakmamalıyız.
İKNA'YA BİR ÖRNEK:
Sigara tiryakilerine ikaz:
"Sözü nereye çevirirsek çevirelim, sigara tiryakileri halkın
cebinden yaşarlar. Her yıl sağlık sigortaları akciğer kanseri,
nefes borusu hastalıkları, ve diğer iç organ bozukluklarından
meydana gelen rahatsızlıklar için astronomik paralar harcarlar.
Yine he her insan nasıl ve neden öleceğini kendisi bilir. Her
kim ki sağlığını suistimal ediyorsa, ortaya çıkan masrafları da
kendisi karşılamalıdır. Tabi bunun bir tiryakiyi sigara içmekten
alıkoymasını ileri süremeyiz. Yoksa bundan sonra yağlı et yemeyi
de yasaklamamız gerekecek. Ya da etoburları, kahve
tiryakilerini, şarap tiryakilerini daha fazla sağlık sigortası
pirimi ödemeye zorlamamız gerekmez mi?"
Görüldüğü gibi bu metinde yazar birçok karşıt düşünceyi yanyana
getirip, yazının ortasında okuyucuyu zor durumda bırakıyor. İlk
önce sigara içmenin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunu
gerekçelendiriyor, fakat sonra bu yüzden sigorta pirimlerini
yükseltmek gerektiği konusuyla da alay ediyor. Yani yazarın
hangi fikri savunduğu pek belli değil. Okuyucu bir yerde değişik
seslerle, değişik gerekçeler arasında kendisi bir fikir
oluşturmak zorunda bırakılıyor.
Her hangi bir konuda fikir yürütmek isteyenlere, ikna
methodlarını şu şekilde alıştırma yaparak denemelerini tavsiye
ederim. İlk önce konuyla ilgili 'destekleyici- fikirleri' sonra
'karşı- fikirleri' yazarak yaklaşık bir sayfalık bir metin
hayırlayabilirsiniz. Metnin sonunda ise bir sonuç elde etmiş
olmalısınız.
Konu 1: Müzik insana yaşama gücü verir.
Konu 2: İnsan ömür boyu öğrnemek mecburiyetindedir.
Konu 3: Çiçekler odaları canlandırır.
Konu 4: Aşık olmak hasta olmakla eşittir.
İkna methodunuz:
a) Kendi privat düşünce ve fikirlerinizi,
b) Hikayede geçen figurların motiflerini ve hareket sebeplerini,
c) Kendi bilgilerinizi, kendi tavsiyelerinizi, kendi
eleştirilerinizi
kapsayabilir. Yazar her zaman fikir ve düşüncelerini açık ve
sade bir dille kantılamak zorundadır. Çünkü bu şekilde
gerçekleşen bir ikna karma karışık bir gerekçelendirmeden daha
etkileyicidir.
Şimdi yazar olmak isteyenlere PATRICIA HIGHSMITH'in "Hamle ve
inandırma gücü" kitabından bir örnekle bu yazımı noktalayayım:
"Kitap yazmak demek belirli bir hamle, bir girişim, bir ikna
gücü gerektirir. Kitabın başından sonuna kadar devam etmesi
gereken bu üç nokta başarılı olmanın sırlarıdır. Bazı
yazarlardan duyduğuma göre, dramatik bir sahne kitabın üçüncü
yarısında yer almak zorundaymış. Bunun böyle olmadığını ispat
etmek elbette bana düşmez.
Bir kitabın oluşması bir oturuşta, tıpkı bir şiir yazar gibi,
yapılmaz. Kitap yazmak zaman ve enerji ister. Bazen birinci veya
ikinci deneme bir pazar bulamayabilir. Yazar bu durumda
kendisinin kötü bir yazar olduğunu asla düşünmemelidir. Her
başarısızlık, her yenilgi insana birşeyler öğretir. Her
tecrübeli yazar gibi, öyle bir durumda şunu sezinlemek gerekir
ki, bir kitabı yazarken oluşan kuvvetin olduğu yerde, gelişmeye
açık sonu gelmeyen bir kuvvet kaynağı daha mevcuttur. İnsan
yaşadığı sürece kendi kendisini doğru yöne telkin etmesini
bilmelidir. Eğer bir kitabınız defalarca (15-20 kez)
reddedilirse, buna birkaç gün üzülebilirsiniz. Yazdığınız metni
reddedildi diye, hemen çöpe atmaya kalkışmayınız, çünkü olur ki,
bir kaç yıl sonra mükemmel bir satış rekoru kırabilir,
kitabınız.
Gereken hamleyi yakalayabilmek için, kendini sürekli güçlü akışa
bırakmak lazım. Kitabın başından sonuna kadar sabırla hikayenin
su yüzüne çıkmasını sağlamak lazım. Bu gelişme yavaş bir süreçte
oluşur. Bu süreci hızlandırmak mümkün değildir, çünkü olay her
yönüyle duygusal bir gelişme sürecidir, duyguların tamamen doruk
noktasına gelmesiyle 'Şaheser bir hikaye, onu anlatmaya sabrım
kalmadı' dediğiniz anda kitabınızı yazmaya başlayabilirsiniz."
Yazar olmak isteyen herkese benim tavsiyem:
KİM OLDUĞUNUZ ÖNEMLİ DEĞİL, KİM OLMAK İSTEDİĞİNİZ ÖNEMLİ...
"YAZAR İLLUZYON USTASIDIR..." (Nuray Lale)
Başarılı olmak için yenilgiyi göze almak gereklidir. Bunun en
güzel yolu,
KENDİNİZE İNANIN, KENDİNİZE GÜVENİN!..
Ve İnsanlığınızı aklınızla birleştirdiğiniz vakit, mutlaka
parlak bir gelecek bekler sizi...
DEVAM EDECEK!
Kaynaklar:
- Necip Fazıl Kısakürek: Kafa kağıdı, Büyükdoğu Yayınları, 9.
Baskı, 1999, İstanbul.
- James N. Frey: Wie man einen verdammt guten Roman schreibt,
Emons Verlag, 1993.
- Yazmanın okulu, 6. Ders Broşürü (Axel Anderson Akademie:
Grundschule 6).
NURAY
LALE, Eğitim ve
Sağlık Bilimcisi
www.nuraylale.de
lalenuray@yahoo.de
İstanbul
-12.04.2005
http://sufizmveinsan.com
|