Batıda, Hüsn-i Hatt için; “İslamic calligraphy” karşılığı kullanılmakta. İslam kaynaklarında; “cismani aletlerle meydana getirilen, ruhani bir hendese” diye tanımlanırken verilmeye çalışılan derinliği yansıtamadığı için, “İslamic calligraphy”nin, tam bir karşılık olarak görünmediğini düşünmek mümkün.
Birçok kaynakta, Hüsn-i Hatt’ın, İslam kültüründe, belirli kurallara uyularak güzel el yazısı yazma sanatı olarak tanımlanmasına rağmen, yazı temeli üzerine kurulmuş soyut resim sanatı olarak değerlendirilmesinin daha uygun olacağını düşünenler ve aksine, başka görsel hiçbir sanatla karşılaştırılamaması gerektiğini, özellikle Osmanlı-Türk hat sanatının özgünlüğünün, çıkış noktası ne olursa olsun, ne yazdığından değil, nasıl yazdığından kaynaklandığını savunan görüşler var. Hattatın yazarken çizgiye yüklediği mananın, görselliğine kazandırdığı değeri nasıl bir tanımlama ile verebiliriz?
Hüsn-i Hatt’ı ortaya çıkaran ilk kıvılcım, Kur’an–ı Kerim’i en güzel şekilde yazmak uğraşıydı. Hz. Resulallah’ın (S.A.V) Vahiy Hattatları olarak anılan kimseler arasında Hz Ali (k.v.) de bulunuyordu ve "kufi" hattı bulduğu söylentiler arasında yer alıyor. Yazıların anası denilen kufi hatt, birçok yazı türüne kaynak olmuştur. İslam inançlarına göre yazının Kutsal bir niteliği vardır, çünkü ALLAH'ın buyruğu olan KUR'AN'ın içeriğini de yazı oluşturmaktadır.
“O Rab ki kalemle yazmayı öğretti” (Alak suresi 4.ayet)
Elmalılı Hamdi Yazır ; “Kalem ile yazıyı öğreten, o vasıta ile ilim belleten de odur.” açıklamasını getiriyor.(1) Hat sanatı öğrenip hattat olabilmek için belli aşamaları olan sıralı bir eğitimden geçtikten sonra icazetname almak gerekir. Hattat adayının bir üstattan ders almasına meşk ya da meşk etmek denir. Adayın kopya etmesi için üstadın yazdığı örnek yazıya meşk adı verilir. Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir. Ardından ikiden fazla harfin birleştirilmesine geçilir. Bunun için genellikle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler (kelam-ı kibar) yazılır. İcazetname ancak 5-6 yıl süren bir çalışmadan sonra elde edilebilir. Hattat adayının icazet almadan, yazdığı yazıların altına ketebe koymaya (imza atmak) hakkı olamaz.
Bugün, Hüsn-i Hatt öğrenmeye çalışanların veya Hattatların, eski Türkçe yazı ile geçmişi tekrarlamaya çalışan, geçmişe öykünen bir anlayış içinde olduklarını düşünmek yanlış olur. “Bugün yeni şeyler söylemek lazım” derken Hz. Mevlana’nın, geçmiş değerlere sahip çıkılarak, yeniliklere temel oluşturulacağı gerçeğini yadsıdığını, düşünebilir miyiz? Kur’an-ı Kerim’i yazma isteğinin bugün de devam etmesi, İnsan var oldukça, Kur’an’ın güncelliğini koruyacağının bir göstergesi. Atatürk’ün öncülüğünde kurulan demokratik ortam sayesinde, bugün cinsiyet ayrımı olmadan bu konuda da çalışma imkânı bulunabiliyor.
Osmanlı devrine kadar, Hatt sanatı, tabiri caiz ise bir mayalanma süreci geçirmiş, en önemli eserlerini ve sanatkârlarını Anadolu coğrafyasında vermiştir. İslam Dininde tasvir yasağı KURAN'dan camiye kadar çok çeşitli yapıtların bezenmesinde, başka dekoratif öğelerin yanı sıra yazının da geniş ölçüde kullanılmasına yol açmıştır. Hatt sanatı, zaman içinde bünyesini yenileyebildiği ve en önemlisi, diğer sanatların aksine Batı'dan tesir alacak bir yanı bulunmamasının verdiği ayrıcalıkla, Osmanlılarda, XX. yüzyıla kadar gelebilmiştir.
İslâm sanatında, özellikle Türk sanatında, hat sanatı çok önemli bir yer tutmaktadır. Türk hattatları, yazıya yeni bir ufuk açmış, renk katmış ve güzel sanatlar kapsamında anılmaya değer hale getirmiştir. İslam tarihi boyunca bu yazıya büyük emekler sarf eden, onu sanatın zirvesine yükselten Osmanlılardır. Yüzyıllar boyunca ekoller türetip, büyük üstatlar yetiştirerek, sanat şaheserleri meydana getirilmiştir.
Resimde yeni bir çıkış ve boyut yaratmak isteyen kimi batılı ressamlar, biçimsel anlatımın ulaşacağı nihai sonuç olmasa bile sanatlarına ilham ve plastik zevk zenginliği katmak için, kimi yerli ve geleneksel kültürü yaşatan coğrafyaları gezip görmüş ve incelemişlerdir. Halı, kilim, sumak, yazma, hat, minyatür, çini, ahşap ve taş oyma gibi çok değişik teknik ve uygulama alanlarındaki örnekleri inceleyerek, çağdaş batı resmine yeni bir çıkış noktası aramışlardır. Bu gerçeği Picasso başta olmak üzere Kandinsky, Klee, Matisse gibi sanatçılar itiraf etmişler ve eserlerine bunları yansıtmışlardır. (2)
Bu noktada, Picasso’nun “Benim resimde varmak istediğim son noktayı İslam yazısı çoktan bulmuş” dediğinin rivayet edilmekte olduğunu ifade etmeliyim.
Biraz Teknik Bilgi
Yazı kamışının ucu, önce elde yontulduktan sonra “makta” adı verilen altlığın üstüne konup kalemtıraş denen bıçakla ( neşter) kesilir. Maktanın eni ekseriye 2-3 cm, boyu 15-20 cm, kalınlığı 1-2 mm kadardır. Kalem kesilecek tarafında, kalem yatağı veya kalem yuvası yahut hane-i kalem (= kalem evi) bulunur;fildişi, ya da kemikten yapılır. Kamış kalem, makta ve bıçak yardımı ile açıldıktan sonra genellikle, is, zamk, su ve daha başka katkı maddelerinin katılmasıyla hazırlanan siyah mürekkebe batırılarak yazı yazılır.
Hat sanatında harflerin yazının türüne göre biçimlendirilmesinde temel alınan birime “nokta” denir. Nokta, yazının yazılacağı kalemle konur ve eniyle boyu aynı olur. Başka bir deyişle, nokta, kenar boyu, yazılacak yazının harf kalınlığına eşit bir karedir. Her yazı türünde tek tek her harfin baş, gövde, kuyruk vb gibi bölümlerinin uzunluğu, burun, kaş gibi kıvrımlı yerlerinin açıklığı, üst üste ve yan yana konan belli sayıda nokta ile saptanmıştır. Böylece her harfin genişliği, yüksekliği ve boyu, kalınlığı ile oranlanmış olur. Bu nedenle bir yazının daha iri ya da daha ufak boyda harflerle yazılması yalnızca harf kalınlığını değiştirir, harflerin biçimini etkilemez.
Savunulagelen, “sanat, sanat için” – “sanat, toplum için” teorilerinin temeline inildiğinde, sanatın, görünen ve bilinen güzellikler ile kayıtlanmayıp “mutlak güzel”i arayış çabası olduğu noktasında birleştiği ve Hak için olduğu fark edilebilir. Hüsn-i Hatt, Arap yazı sisteminde harfler kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişlerine göre bünye değişikliğine uğraması ile, kıvrak bir şekle bürünen harflerin birbiriyle bitiştiklerinde kazandığı görünüm zenginliği, yazıya sonsuzluk ve yenilik kapısını açarak arayış çabalarına uygun zemin hazırlıyor.
Yazı sanatında dünyada hiçbir millet Türkler kadar emek vermemiş ve onun vardığı seviyeye ulaşamamış olması, bütün İslam dünyasında şu sözü söyletmiştir deniliyor; "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı". Bu deyiş nereden geliyor diye araştırırken, karşıma çıkan Yazar Mustafa Necati Bursalı’nın bir röportajında anlattığı hikâyeyi aktarmak istiyorum;
— Hamit Hoca’nın talebelerinden Hasan Çelebi vardır. Bu hat sanatı ölmüştü, hatta kullanılması bile yasak edilmişti. Allah, Hasan Çelebi Hocaya uzun ömür verdiği için yeniden bu sanatı ihya etti. Hatta onun şöyle bir hikâyesi de vardır. Bir zamanlar işsizlikten aç kalmış, yiyecek bir lokması yokken kapısı çalınır ve bir adam ona bir kese altın vererek Mısır’dan bir adamın hatt sipariş ettiğini bildirir. Arafat’ta tanıştığı bu adam onun Türk olduğunu öğrenince kendisine bu parayı gönderip yazı siparişinde bulunmuştur. İşte Allah’ın hikmeti, artık yeni hatt sanatçıları yetişiyor. Bu sanatın kıymeti gün geçtikçe anlaşılmaya başladı. Gençlerimiz de ilgi gösteriyor artık...
“İstanbul’u sevmezse gönül,
Aşkı ne anlar. “mısraları ile,
“Aşk olmazsa, meşk olmaz.” deyişini bir potada “hal” edersek; "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı."sözünün bir kısmına açıklık getirebilir miyiz? ;
Hatt sanatı, “İstanbul ve meşk” yan yana iyi bir uyum sergiliyorlar.
Allah, ilmimizi arttırsın, muhabbetle…