Zamanın hızlı akışında, alabroya tutulmuş bulutlar gibi savrulan insan, dağılıyor, eriyor ve yitiyor. Toz bulutlarının gözleri doldurduğu ve kararttığı bir zaman aynasında. Kendisine ait olan aynayı silmeye zamanı olmayan insan.  Ellerini  gözlerine götürüyor, göz kapaklarını açamıyor, kirpikler tozlanıyor. Kentlerin çölleştiği çöllerin yaşam damarı olan vahaların tükendiği bir düzlemde paniğe kapılan insan. Kentin karabasanını oluşturan sisin, uğultunun, yapışkan kirin içinde ölümcül devinirken bir tükenişini evlerin kapılarının altından bildirilerle dağıtıyor. Ölümünün duyrularını  hazırlıyor. Sanatsızlık, düşüncesizlik ve ufuksuzluk kol geziyor.

Karanlık ruhlu, kirli yüzlü ulaklar kentlerde cirit atıyor. Ordan oraya koşarlarken, insanlar onların ayaklarının altında eziliyor. Hayatın her alanının kirleten mafyalar ruhlarımızı doğruyor.

Böyle bir zamanda var olmak ve geleceğe ilişkin güzellikler taşayacak olan beyaz elli, sıcak soluklu, ışık yayanların var olduğunu düşünmek önemli oldu bu zamanda.

Geleceğin gelecek olmadığı, gençliğin henüz baharının eşiğindeyken yaşlandığı ve yorulduğu, hiç bir tasarımı, öznesi, özlemi ve hedefinin olmadığı gerçeği...

İmgelemimizden imgeler doğuran ışıklı ruh. Kentin ve bu yüz yıl zamanının karabasınını üzerimizden atacak en belirgin güç. Sanatın, düşüncenin ve medeniyet birikiminin, içimizdeki nehirlerin duru suları gibi coşkun akıp geçen bir yol bir izlek, bir ruh, bir sevgi akışı...Yaşam ile doğa, doğa ile insan teki birbirlerini sarmalayan, bütünleyen, önemli kılan olgu.

Ufkun gözalıcı ışığının içimize aktığı, gözlerimizin kamaştığı tarih zaman ve kesitleri bir dev kale gibi duruyorlar. Ordan bize doğru sessiz ve içten ruh damarlarımıza deveran ediyorlar.

Gürül gürül akan çeşmenin soğuk sularına ağzımızı dayarken doymusuzlukla içtiklerimiz içimizi serinletiyor. Gelecek içimize ak bulutlar gibi deveran ederek geliyor. Biz ona, o bize doğru sevgiyle koşuyoruz. Bakışlarımız hayranlığın, hayret ve dehşetin iç ruhunu, güzelliğini görmeye bakıyor.

Güzellikler bilgimizle harmanlanıyor, sevdamız içtenliğimizle karılıyor. Sanatımızın, düşüncemizin ve medeniyetimizin hamurunu yoğuruyor. Bu ruhla yoğrulmuş sözcüklerimiz, şiire, öyküye, çizgiye, romana, masala, denemeye dönüşüyor. Biz oluyoruz, biz oluşuyoruz. Dünya kültür aynasına anıtlarımızı dikiyoruz. Yağmur sağanağının bereketiyle toprak nasıl bir diriliş yaşıyorsa çölleşen ve kuraklaşan ruh dünyalaramız deviniyor.

Biz, bir yolun yolcusuyuz. Büyük medeniyet anıtına imgelemimizden imgeler taşıyoruz. Yapılar kuruyoruz.

Her yapının bir beni ve bir bilinci var. Her ben bir güzellik şaheseri. Her şah dize şiir ruhumuzun ana daman. Her adımımızın bir hesabı, bir bilinci ve sorumluluğu var. Işık hızıyla karanlığı delen güzellikler senfonisini oluştururken içimizdeki aşkın onulmaz tutkusuylayız. Geleneğimizdeki düşünce nimetini yazıya dönüştürecek sorumluluk, onu paylaşma ve dönüştürme bilinciyle bir yol koşusundayız.

Zor bir aşka talip olmuşuz onun çile yüklü bedelini de göze alıyor.

İmgelemimiz, yaz gününün ak bulutlarıyla reverans edip duruyor. İçimizdeki sevdayı aşka, aşkı ateşe dönüştürüyorken ondan da biz doğuyoruz.

Biz büyük medeniyetin yol elçileriyiz.

İstanbul - 27.09.2002
http://sufizmveinsan.com

Yedi İklim Dergisi
Eylül 2002


Üst Ana sayfa e-mail