Kayıt için burayı tıklayın

 

İnanç geni bulundu mu?

Genetik bilimi, DNA’nın yapısının keşfinden sonra baş döndürücü bir hızla gelişiyor. ”İnsan Genom Projesi” ile, her bir hücremizde bulunan genetik programımızı anlamak için doğru adımların atılması, bu projedeki DNA dizisinden elde edilen bilgilerden yalnızca hastalıkların tedavisinde yararlanılmadığı sonucunu çıkarıyor.

1972 de, ilk genin belirlenip klonlanmasıyla birlikte, adeta bir “gen furyası” başladı. Araştırmalar, deneyler, testler her seferinde yeni genlerin bulunmasıyla sonuçlandı. Süreç içinde, genlerle açıklananlar yalnızca genel kategoriler olmaktan çıktı; tek tek her durum ve davranış için ayrı bir gen bulunduğu öne sürüldü. Saldırganlık, suç, zeka, eşcinsellik, hatta ıspanak sevmeme geninin bile saptandığı söylendi. Ve sonunda ateşli tartışmalara yol açacak gen de bulundu: Tanrı geni! 

İçimizdeki inanç

ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’nde uzun yıllardır kanser üzerinde çalışan araştırmacı Dean Hamer, 2004 sonbaharında yayımladığı ve TİME dergisine kapak olan kitabında “Tanrı geni”ni bulduğunu iddia etti. Hamer’in, VMAT2 ( Versicular Monoamine Transporter) geninin insanlarda inancı belirlediği yönündeki açıklaması, tartışmaları başlattı. Hamer, elektro-kimyasal sinyallerle çalışan beynin, insan düşüncesini yöneten ve etkileyen tek varlık olduğunu ileri sürüyordu. Hamer, insanın genetik yapısının inanç üzerindeki etkisini araştırmaya 1998 yılında başlamıştı. Önce, genetik yapıları aynı olan “tek yumurta ikizleri” ni inceleyen araştırmacı, sonra da genetik  yapıları tam olarak örtüşmeye, ancak “aynı ortamda büyüyen “ kardeşleri karşılaştırmaya girişti.

Bulgulara göre, kardeşler aynı ortamda yetişseler de farklı inançlara sahip olabiliyorlardı. Buna karşın, tek yumurta ikizlerinin inançları neredeyse aynı düzeydeydi. Genler ve inanç arasında bir bağ olduğu kanısına varan Hamer, insandaki 30-35 000 genden hangisinin “inancı etkilediği” ni bulmaya yöneldi. Uzun araştırmaların ardından, “monamin enzimlerinin salgılanmasını denetleyen dokuz ayrı gen üstünde yoğunlaştı. Sonunda da, VMAT2 adı verilen gene ulaştı.

Huzurunuzda VMAT2

VMAT2 geninin değişik formları var. Hamer, bir veya birkaç bazın farklı olduğu formlardan, sadece bir bazın farklı olduğu, iki VMAT2 genini seçti. Seçilen VMAT2 genlerinin DNA dizisi içinde, aynı yerde birinde sitozin, diğerinde ise adenin bulunuyor. Bu enzimler, kişinin hem kendisini, hem de evreni fark etmesini, bellek ve algılama kapasitesini belirliyor. 1 000 denekten alınan DNA örnekleri incelendiğinde, VMAT2 geninin özel formuyla “ maneviyat testi” sonuçlarının birbiriyle orantılı çıktığı istatistiksel olarak bulundu.

VMAT2 geninin sitozin formunu taşıyan kişiler,”maneviyat testi”nden diğer kişilere oranla daha yüksek puan aldılar. Bu sonuçtan yola çıkan Hamer, VMAT2 geninin sitozin içeren formunu  “Tanrı geni” olarak tanımladı. Hamer’e göre, bu gen kimyasal yapısı, tam anlamıyla geleneksel dini eğitimlerle ilgili değil. Daha çok mistik güce inanılmasıyla ilgili manevi düzeyi belirleyen biyokimyasal bir şifre. Manevi değerleri fazla olanlar, kendilerini büyük bir bütünün parçası olarak algılıyorlar. Ancak Hamer, inanç gibi karmaşık bir olgunun varlığını sadece bir gene bağlayamayacağımızı da ekliyor. Kitabının başlığındaki “Tanrı geni” yalnızca bir inanç geni varmış gibi çağrışım yapmakla birlikte, en az 50 kadar daha inanç geninin var olabileceğinin de göz önünde tutulmasını söylüyor.

İnsan ile farenin kardeşliği

Saldırganlık, ıspanak, eşcinsellik geni derken, Tanrı geni tartışmaları ciddi düzeyde etkiledi. Ateistler;”Tanrı geni” ile aslında Tanrı olmadığının kanıtlandığını, bu inancın biyokimyasal biyokimyasal programdan kaynaklandığını savunuyorlar. Ancak, inançlılar bu durumu kendilerince yorumladılar bile.Onlara göre, bu tür genler yaratıcının işaretiydi ve bu sayede yüce bir gücün varlığı kanıtlanıyordu. Tartışmalar böylece sürüp giderken, “her davranışa bir gen “ mantığı ile ilerleyenlerin karşısına doğal olarak aksi görüşü savunanlar çıktı.

Moleküler biyoloji ve genetik biliminde ortaya çıkan yeni bir gelişme, “her şeyi genlere bağlama” furyasına bir darbe vurdu. Uzun süredir devam eden insan DNA’sının dizisinin bütün sıralamasını (genom) çıkarma işlemi, 3 yıl önce büyük ölçüde tamamlandı. Birçok ülkeden farklı araştırma gruplarının oluşturduğu İnsan Genomu Projesi Konsorsiyumu ile ABD’ deki Celera Genomik Şirketi, buldukları sonuçları aynı gün açıkladılar.İnsan Genom Projesi ekibine göre, gen sayısı 31 bin civarında, Celera’ya göreyse biraz daha fazlaydı.

Genetik determinizmin savunduğu gibi, her ayrı duruma denk düşen bir gen olsaydı, öteki canlı türlerine bakıldığında çok karmaşık yapıya sahip insanda, 10 ya da 100 binlerce değil, milyonlarca gen bulunması gerekiyordu. Oysa beklentilerin tersine, en az 100 bin dolayında olduğu sanılan gen sayısı çok daha az çıktı. İlginç olan, insana göre çok daha geri birçok organizma türündeki toplam gen sayısının yaklaşık aynı çıkmasıydı... Bu bağlamda, farenin gen sayısı 30 bin, insanınsa 31 bindi. Daha ilginç., yemeklik soğanın gen sayısı, insanın gen sayısının 200 katıydı! Sonuçta, genetik deterministlerin karşısında yer alanlar, hiç vakit kaybetmeden sordular: “Her şeyi genler belirliyorsa ve insanla faredeki toplam gen sayısı da neredeyse birbirine eşitse, düz mantığa göre ’fare insanla aynıdır’ gibi bir genelleme yapılabilir mi?”

“Yaşam” mucizesi

Davranış genetiği, insanoğlundaki her türlü davranış ve eğilimin tamamını madde ve genetikte arıyor. Ancak, çevre koşullarının davranış ve eğilimler üstündeki büyük etkisi; hangi karakterlerin genetikten, hangilerinin çevreden kaynaklandığının anlaşılmasını zorlaştırıyor.

İnsan, sadece maddeden ibaret değil. Vücudu cansız atomlardan yaratılmış; ancak, bunların oluşturduğu bir hücrenin nasıl can kazandığı henüz bilimsel bakımdan açıklanabilmiş bir olgu değil. Sonuçta, hücrelerde her saniye oluşan, akıl almaz karmaşık kimyasal işlevlerin, sadece atomlardan köken bulmadığını bilmek, bizi daha üst bir varlığı aramaya itiyor olabilir. İnanç ve diğer davranışları sadece genetiğe bağlamak belki de yetersiz kalıyor. Ancak, bilim, her zamanki gibi, olanca hızıyla “bilinmeyeni bilmek” için koşusunu sürdürüyor.

Kaynak:

Umida Salih
Focus Dergisi - Mayıs sayısı
 

İstanbul - 19.05.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail