eçenlerde
bir bayan doktor arkadaşımla
sohbet ediyordum. Konu dönüp dolaşıp kanser biyolojisi dalında
yaptığı doktoraya geldi.
Doktora için başvuru yaptığını,yurt dışına ,İsviçre’ye
gidip kısa bir süre kaldığını,çeşitli sebepler yüzünden daha sonra dönmek zorunda olduğundan bahsetti.
Yurtdışı tecrübesi olan insanlarla konuştuğumda ,bulunduğum mekân
dışındaki insanların yaşayışını, görgülerini genel olarak
davranış biçimlerini merak ettiğimden, konu açılmışken İsviçre
üzerinde konuşmaya başladık.
Allah
ahlakını en iyi tanıma yollarından birinin mümkün olduğunca değişik
kültür ve insan tanımaktan geçtiğini bildiğim için,bazı
sorular yönelttim, hatırı sayılır bilgiler edindim. Beyin için
en iyi öğrenme ve idrak yöntemi olan görme
ve bizatihi değerlendirme şansım o an için olmadığından,
bu söyleşi belki en iyi yoldu; her ne kadar anlatanın kişisel
yorumları ile objektif bir bakış tam sağlanamasa bile...
Dünyanın
en iyi yaşam standardı ve koşullarına sahip olduğu söylenen İsviçre
hakkında duyduklarım beni şaşkınlığa sürüklemeye yetip artmıştı.
En zengin ve düzenli ülkeler sıralamasında başta gelenlerden
olan, dolayısıyla en gelişmiş
toplum statüsüne sokulan İsviçreliler, gerçek anlamda çağdaş,evrensel
normlara uygun bir yaşam tarzından uzak bir hayat sürmekteydiler.
Bana aktarıldığına göre çok
kozmopolit bir toplumdu. Nispeten Avusturyalılar ile birlikte diğer
Avrupa ülke insanlarından farklıydılar. Genel Avrupalı
karakteristiğini pek göstermiyorlardı. Ülke, yerel diller hariç,
üç anadile sahipti. Bunun paralelinde köken olarak farklı değişik
grup insanların oluşturduğu kendi içinde özerk kantonlara (bir tür
eyalet) ayrılmıştı. Bazı kısımları son derece düzenli,maddi
anlamda üst düzey bir hayat sürerken,mesela İtalyanca konuşan
kesim daha mütevazı,doğal ve geleneklerini koruyan tarz bir yaşamı
seçmişti. Basit bir misal vermek gerekirse uçakların içi modern
teknolojiyle donanmış, fakat hâlâ kullanılan modeller
pervaneliydi bu kesimde...
Ülke çapında
böyle çelişki uyandıran görüntüler hakimiyetini sürdürüyordu.
Bir yanda son derece serbestlik hissi uyandıran günlük yaşam, diğer
tarafta muhafazakar, özellikle yabancılara karşı kibar, ama hoşgörüsüz
tutum...
Bir yanda dünyanın her tarafından gelen ve dilediğince,özgür yaşayan
legal veya illegal kişiler, diğer taraftan, şartlanma ve gelenek adına
da olsa % 90-95’i kiliseye giden
İsviçreliler insanı hayrete düşürüyordu. Sanki, ülke zıtlık
olarak algılanabileceklerin cem edildiği bir yer gibiydi. Tüm
modern görüntülere rağmen tutucu ve son derece katı
kurallara göre yaşamını düzenleyen ülke halkında yaratıcılıktan
eser yoktu. Gelecek elli yıl için
yapılacakları şimdiden belirleyen ve tespit eden,kuralların
dışına çıkamayan ülke halkında,donukluk, bezginlik, bıkkınlık
hemen göze çarpan unsurlardı.
Balkon boyalarına , bahçedeki çiçeklerin rengi ve çeşidine kadar
her şeyin yerel yönetimlerce tespit edildiği, bunun dışına çıkılmasına
izin verilmeyen halkta, tahmin edileceği gibi bazı psikiyatrik
bozukluklar daha bariz ortaya çıkıyordu.
Toplu taşıma araçlarında rastlanan
içine kapanık, obsesif (takıntılı), birbirinden kopuk
insan manzaraları ülke insanın içinde bulunduğu ruhsal durumu ve
bir şeylerin sisteme ters gittiğinin en iyi göstergeleriydi. Tahmin
edileceği üzere de psikiyatri, en popüler tıp branşıydı.
Bütün
öğrendiklerim, beni sonuçlar üzerinde düşünmeye sevk etti. Amacım,
kesinlikle kuru bir eleştiri yapmak; kusur, hata bulmak
değil, ama yapacağım tespitleri en azından kişisel ilişkilerde
ve iletişimde bulunduğum toplum
yararına kullanmaktır. Bazen aynı tecrübeyi yaşamaya gerek
kalmadan çıkaracağınız dersler ile
sıkıntıyı yaşamadan gerekli düzenlemeleri yapabilmek en
kestirme ve akılcı yol olabilmektedir.
Maddi
olarak bu kadar ileri gitmiş bir ülkenin halkının durumu nasıl değerlendirilebilir?
Bence burada birden fazla faktör var:
1.Hayattaki temel amacı, maddiyat üzerine kurup zihinsel bilinçsel
unsurları ihmal etmek,
2.Belli bir konuda ve düzeyde tatmine ulaşmak.
Bu iki ana unsur bence ülke halkının içinde bulunduğu durumu açıklayan
ana faktörlerdir. Başlı başına
insanı sınırlayıp, beyin faaliyetlerin zamanla dumura uğramasına,
gerilemesine yol açan ‘’tatmin’’
unsuru insanları kısıtlayan
ana faktördür. Tatmin olmuş insan o konuda veya paralel
fonksiyonlarda zamanla motivasyonunu kaybedecek, beyinsel işlev
olarak gerileyecektir. Efendimizin de ‘’iki anı bir olan bizden değildir'’hadisinde
belirttiği gibi, insan,insanlığının gereği olan bir yaşam sürmek
istiyorsa, hiçbir zaman tatmin olup kendi koyduğu kurallar ve sistem
ile kendini kısıtlamayacak, daima daha iyisini araştıracak,dolayısıyla
gereğini ortaya koyup yaşayacaktır. İnsanca yaşamın
gereklerinden önde geleni bilinçsel unsurları maddi unsurlar ile
paralel geliştirmektir. Evrenselliği yakalayıp yaşamanın en temel
yolu bence budur.
Hz. İsa’nın körleri iyileştirmesi, günahları affetmesi
kavramları,mekân ve zaman kayıtsızlığı içinde düşünülürse,insanın
bulunduğu bilişsel düzeyin fevkindeki, göremediği gerçekleri algılayabilir
hale gelmesi,şekilsel kabullerin dışında kendini bilme yolunda onu
engelleyen unsurların farkına varma ve bunları elimine etme anlamında
değerlendirilebilir. Bir
dostun da yazılarında belirttiği gibi bu, evrenselliğe götüren
basamakta muhataplarına göre ileri bir basamaktır ama yeterli değildir.
Belki onun bir adım sonrası ‘’dolduruşa
gelmeme’’ diye tarif edilen, belli bilgiye ulaştıktan sonra
onu hayata geçirme konusunda ilk yapılabileceklerden biri olan
güdüsel ve duyguların hakimiyetinde yaşamamak olabilir.
Fakat evrensel yaşam değerlerine ulaşıp evrensellik adı altındaki
mânâlara ayna olabilmek için bunun da ötesi vardır. O da
kendini bilmenin getirisi olarak,özelliklerinin,
kabiliyetlerinin, vasıflarının farkına varıp bunları kuvveden
fiile çıkarmak olmalıdır. Bu, görünüşte ayrı gibi algılanan
bedensel yapının ötesinde
bilinçsel birliğin ortaya çıkmasındaki ana unsur olacaktır. Algılanan
‘’şeylerin’’,”diğerlerinde’’ de olması, düşünsel birliğin kanıtını
oluşturacak,varsayılan ,gerçekte olmayan bireysel ego kavramı ve
bunu getirisi olan
tatminsizlikle sonuçlanacak oluşumları
engelleyecek, mutluluğa yaşanılan dünya üzerinde ulaşılmasını
sağlayacaktır,birçok bedensel görünümle kendini ifade eden tek
bilinç olarak...
Aksi,
her türlü abartılı değerlendirmeye rağmen bir türlü istenileni
veremeyen, mutsuz insanların kusursuz
olanaklarda yaşadığı sahte Deccal
cennetlerine yol açacaktır.
Kendini
hakkıyla bilip gereğini yaşayıp, hakkını verebilme dileğiyle...
Dr.
Mehmet Özdemir
http://afyuksel.com
21.09.2000
|