Balıklar, özellikle de Japon balıkları






  • Haziran ayı, balıkçılık açısından verimsiz bir aydır. Dip balıkları, yumurtalarını dökmüş olduklarından dağınık gezerler ve bu ayda çok az balık tutulabilir. Durum böyle olunca da insanın canı 'balık yemek 'istiyor. Bir yandan da deniz altındaki gizemli dünyayı düşünüyor. Olmayanı istemek galiba insanın doğasında var. Sahip olduklarımız ve elde ettiklerimiz nedense bir müddet sonra değerini ve önemini kaybediyor bizim gözümüzde, gönlümüzde. Oysa, onları elde etmek için ne kadar da çok uğraşmıştık. Önemli ve asıl olan şey, bir şeyi elde etmeyi çok istemek ve onu elde etmekte değil, elde ettikten sonra da onu çok isteyebilmekte yatıyor. Bunu başarabilenler de hayatta mutlu ve huzurlu oluyorlar. Tam bu noktada, Akgül Can'ın yolladığı hikaye geldi aklıma. "Japonlar, taze balığı her zaman çok sevmişler. Fakat Japonya sahillerinde, bol balık bulunmadığından, balıkçılar nüfusu doyurabilmek amacıyla daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılmışlar. Balık tutmak için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha uzun zaman almaya başlamış. Dönüş bir-iki günden daha fazla uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktaymış. Japonlar, tazeliği kaybolmuş balığın farkını anlayıp lezzetini hiç sevmemişler. Bu problemi çözebilmek için balıkçılar, teknelerine soğuk hava deposu yaptırmışlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidebilip tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabilmişler. Ancak Japon halkı, bu defa da tazeyle donmuş balığın lezzet farkını ayırt etmiş ve buzhane balığına çok para ödemek istememişler. Bunun üzerine, balıkçılar çareyi teknelerine 'balık akvaryumu' yaptırmakta bulmuşlar. Balıklar akvaryumun içinde biraz sıkışacaklardı, hatta biraz da sersemleyeceklerdi birbirlerine çarpa çarpa. Ama sonunda yine de canlı kalacaklardı. Yine çok şaşıracaksınız ve neymiş bu Japonlar diyeceksiniz biliyorum, ama Japon halkı bu defa da canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzetinde bir farklılık hissetmiş. Hareketsiz, uyuşmuş bir durumda günlerce yol giden balığın, canlı, diri ve hareketli balığa göre lezzeti çok farklıymış. Başlamış Japonlar düşünmeye, nasıl olacak da taze ve lezzetli balığı sofralara getirebilecekler, diye Sonunda bulmuşlar çözümü... Japonlar, balıkları yine teknedeki akvaryumlarında tutacaklar ancak içine küçük bir de köpekbalığı atacaklardı. Öyle de yaptılar. Ancak, bir kısım balık köpekbalığı tarafından yutulmasına rağmen geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabildiler. Bunun nedeni aslında çok da basitti". Yapılan araştırmalara göre, insanoğlu ancak başarma amacındaki hırsa sahip bulunuyorsa çaba sarf ediyordu. Düşünün bir kere hiçbir şey sizi zorlamıyor. Hedeflerinize ulaşmışsınız, istediğiniz işe girmiş, istediğiniz eşle evlenmiş, tüm istediklerinizi elde etmiş, çok şanslı bir insansınız. Tam rahat edecekken, tüm çalışmalar, didinmeler sona ermişken, tam huzura erecekken bir şikayetiniz var: "Eski heyecanım kalmadı". Araştırmalara göre, problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız bundan da o derece mutluluk duyarsınız ve yaşamdan zevk alırsınız. Ne kadar zorlanırsanız ve o zorluğu aşmayı kafanıza koymuşsanız, o kadar güçlenirsiniz, heyecan duyarsınız, enerji dolu, canlı ve diri kalırsınız. Buradan da görüleceği üzere, sizi saran problemlerden kaçmak yerine, problemin tam ortasına atlamak, boğuşmak ve onları yok etmek gerekir. Unutmayalım ki, rahatlık tuzağına düşenler, rahatlarını kaybetmeye mahkum olurlar. Yemek için mevsimi olmasa da balıklar özellikle Japon ve köpek balıkları, bize her mevsim ders vermeye devam edecekler.

    İstanbul-17.06.2007
    http://sufizmveinsan.com


    Üst Ana sayfa e-mail