“Her şiir kendine has formu ister”
(Mehmet Kaplan)
Ilk insandan bu yana var olan ve kıyamete kadar da varolacak
sanat dallarından biridir şiir. Geçmişten bugüne insanların tam
bir tanım üzerinde anlaşamadığı, onu tarif etmeye ve belli bir
kalıba sokmaya çalıştığı, bazı açıklamalarla şekillendirdiği ama
söylenenlerle herkesi memnun edip tam bir metin üzerinde
birleştiremediği bir muammadır şiir. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı
herkesin üzerinde bir görüşü olan ama belli ölçütlere sığmayan,
insanı saran bir büyüleyicilikle kimilerine göre musikiye
yaklaşan, kimilerine göre sadece manadan ibaret olan ama ne
olursa olsun zevki, estetiği ve biçimiyle bizi her dem saran,
hafızalarımızda (birkaç mısra bile olsa) yer eden, bir kelime
oyunudur şiir.
Uzunluğu ve kısalığıyla, şekli oluşturan teknikleriyle ve
çağrışıma dayalı geniş manasıyla şiir, kanaatimce “güzele
ulaşma” hevesi yolunda, ince ve etkili söyleyişin anahtarıdır.
Onu nesirden ayıransa, kuruluşu, nağmesi ve mana derinliğidir.
Bazen cümlelerde bizi sarar ama ; zekayla ortaya çıkan güzel
mısralar, bize başka bir dünyanın kapısını açar. Günümüz
şiirinde, heceli olsun serbest olsun, bazı şairlerin mısraı
cümleye,nazmı nesre yaklaştırdıkları şiirleri gördükçe; şiirin
ne demek olduğunu unuttuğumuzu, güzel Türkçemizi körelttiğimizi,
gerçek şiirden uzaklaştığımızı ve böyle giderse de uzun bir süre
saf şiirden Türkçemizin ayrı kalacağını, üzülerek belirtmek
istiyorum.
Hece nedir, Aruz nedir, Serbest nedir? Bunların hepsi, eşsiz
Türkçemizle şiirde güzel söyleyişe ulaşabilmekte kullandığımız
birer formdur. İşte bunların ne demek olduğunu tam olarak
bilmeden saf şiire yaklaşamayız; yazdığımız şiirlerle güzel
Türkçemize haksızlık etmiş oluruz. Kimse alınmasın ama, şiiri
sadece duyguların ifadesi olarak görmek ve “Efendim, ben
söyledim oldu” demek, büyük bir gaflettir. Şair şiirini hem
bilgiyle hem de kültürle beslemek zorundadır. Dil, estetik ve
biçim konusunda birtakım kaygıları olmayan şaire- eskilerin
deyimiyle- müteşair denilir. Şairlik ve şiir yazmak zor bir
iştir; çünkü orada kullanılan, yüzyıllardır işlenmiş öz dilimiz
güzel Türkçemizdir. Türkçeyi kötü kullanmaya, onu köreltmeye ve
gerçek şiirden uzaklaştırmaya, ne şair ne de herhangi bir Türk
vatandaşının hakkı vardır. Şiir yazan ve şiirle uğraşan herkes,
şiir geleneğimizi- baştan sona kadar- bütün örnekleriyle ve
incelikleriyle bilmek zorundadır. Bu söylediklerimden mahrum
olanlar zaman içersinde bir buz gibi eriyip yok olacaklar ve
isimlerini bir sonraki çağa taşıyamayacaklardır.
Divan edebiyatının başladığı döneme kadar şairlerimiz tarafından
kullanılan hece tarzı, 11. Asırdan sonra da halk şairlerimiz
tarafından kullanılmıştır. Eskilerin “ parmak hesabı” dediği
hece formunda esas, amiyane tabirle, mısralardaki hece sayıların
eşitliğine dayanır. Geleneğimiz içerisinde 16 heceyi aşan
kalıplara rastlanmaz. Hece tarzında ritim, durak ( durgu)
denilen aralıklarla sağlanmaya çalışılır. Bu yüzden, daha çok
kullanılan 7, 8, 10, 11 (en çok kullanılan hece kalıbıdır), 12
ve 14`lü kalıplar; çoğunlukla 4+3, 4+4(5+3), 5+5, 6+5(4+4+3),
6+6(4+4+4) ve 7+7 şeklinde duraklanarak kullanılmıştır. Dönem
dönem duraksız heceli şiir yazanlar olmuşsa da, duraklı
söyleyişteki güzelliği kanımca pek yakalayamamışlardır.
Kimileri, şiiri ve söyleyişi, durak veya aruzdaki gibi bir takım
kalıplar içine sokmayı kabul etmemiş olsa da, duraksız dedikleri
şiirler içinde bile, derinlemesine bakarsak belli yerlerde
(adına durak denmese de) bazı disiplinlerin kullanıldığını
görebiliriz. Şiirdeki durak veya kalıp, seslerin belli bir ritim
ve melodi içinde bize ulaşmasını sağlar. Bir birlik içinde
duyduğumuz bu seslerde, bir de mana güzelliği varsa, işte o
mısra ya da dörtlükte şiiriyet sağlanmış demektir. Şekil kurgusu
iyi olmayan şiirler, ne anlatırlarsa anlatsınlar, tam olarak
başarılı sayılmazlar. Bu cümleyi okuyanlar, belki de, “serbest
şiirde hiçbir disiplin ve kural yok”, “ Bu tarz yazılmış
şiirlerde şiiriyeti o zaman ne sağlıyor ? ” diyecekler haklı
olarak; ama bu yazıyı okuduktan sonra bu kanaatlerinin
değişeceğini şimdiden söyleyebilirim. Böyle düşünmek O.Veli`yi
ve serbest şiiri tam olarak anlayamadığımızı gösterir.
1890`lı yılların sonlarında, M. Emin Yurdakul`un hece vezniyle
yazdığı “ Türkçe Şiirler” kitabı yayınlanır. Servet-i Fünun
döneminin ağır ve ağdalı dili yanında, bu şiirlerdeki sade
Türkçe ve aruza göre basit söyleyiş, şairlerimize biraz nefes
aldırır ve aruz-hece tartışmasını da başlatır. Tartışma, 1911
yılından ( Milli edebiyat döneminin başlangıcı) sonra öyle
hararetlenir ki, aruza karşı olanlar daha önceki yüzyıllarda
yazılmış şiirleri bir tarafa atarak, “milli” veznimizin (heceyi
başka milletlerin de kullandığını unutarak) hece vezni olduğunu
söylerler ve yanılırlar. Tartışmada, ne heceden ne de aruzdan,
şiirden yana taraf olanların söylediği doğrudur: “ Şiirde şekil
ne olursa olsun, söyleyişi ve manası güzel olan şiir, bizce
makbul olandır. Bu tercihte de , şairi serbest bırakmak
lazımdır.”
Aruz veznin de, hecelerin açık ve kapalı oluşu esastır. Sesli ve
sessiz harfle biten hecelerin belli bir düzen içinde tekrarı,
aruzla yazılan şiirleri musikiye yaklaştırır. Şiiri , müzikten
ayrı düşünmek bizi şiirden uzaklaştırır. Aruzun heceye göre
musikiye yakın oluşu, mısralar arası hece sayılarının aynı oluşu
yanında bir de mısraların aynı hece disiplini içinde kurulmuş
olmasıdır. Aruz, heceye göre zor bir tarz olsa da, içinde hece
tarzını barındırır. Onun zorluğu kuralları ve kullanılışı gibi
görünür ; ama asıl çekiciliği telaffuzdaki güzelliği ve içindeki
nağmede saklıdır.
“ Şiirde şeklin önemi var mıdır?” sorusuna, günümüz şairlerinin
çoğu: “ Şekilde neymiş, duygu ve düşünceler belli bir kalıpla
veya heceyle söylenebilir mi?” diyebilir. Onlara sormak lazım:
İçinde belli bir kompozisyon ve düzen olmayan mısrayı, güzel
kılan nedir, diye? O. Veli, şiir serbest olsun derken, şair,
diğer teknikleri bilmeden şiir yazsın dememiştir. Kelimelerin
kifâyetsizliğini bile anlayacak derecede şiiri bilen O. Veli,
belli bir ölçüyle şiir yazmamışsa da, kafiyeyi tam olarak
kullanmamışsa da; bir iç ahenk oluşturacak bazı ses
benzerliklerini kullanmış ve şairlik gücüyle bilgisini
birleştirip, şiirlerinde söyleyişi güzelleştirmiştir. Ama onu
yanlış anlayan bir sürü şiirsever, serbest şiiri herşeyiyle
serbest sanmış ve gerçek şiirin vadisinden her geçen gün
uzaklaşmıştır.
Şair, geleneği tanımalı, onu her yönüyle bilmeli; serbest
yazacaksa da, gelenek içersinde kullanılan tekniklerden
yararlanmalıdır. Serbest şiiri yanlış yorumlayanlar, şiirle
nesri birbirine karıştıranlardır. Nazmın güzelliğini göremeyen,
dilimizin inceliklerini hissedemeyen ve hemen, öylesine şiir
yazılabileceğini sananlardır. Şiir bir ciddiyet gerektirir;
bilgi ve kültürle beslenmelidir. Okumayan, gözlem
yapmayan,araştırmayan ve şiir tekniklerini bilmeyen bir şair
olur mu? Ya da, böyle şairlerin yazdıklarına gerçekten şiir
denir mi?
Meseleyi fazla uzatmadan, hece, aruz ve serbest tarz hakkındaki
kanaatimi söyleyeyim: Şair, bu üç tarzı da iyi bilmelidir ve
hangisini kullanıp kullanmayacağına kendisi karar vermelidir.
Bunların içinde bence en zoru, serbest şiirdir. Bu tarzı
kullanacak şairlerin, geleneği çok iyi özümsemesi lazımdır. Hece
ve aruz şekli ise mutlaka iyi bilinmeli ve yaşatılmalıdır. Tek
bir şekle bağlanıp kalmak yerine, yazılan şiire göre tarz
belirlenebilir. Söyleyişi, kuruluşu, nağmesi ve manası güzel
olan şiir, maksadına ulaşmış sayılır.
Mehmet
Nuri Parmaksız
İstanbul -09.03.2006
http://sufizmveinsan.com
|