İnsanız, kendi kendimizle konuşuruz.
Kiminde ayrıdında olmadan yalnız başımıza kaldığımızda dalar
gideriz. Konuşuruz kendi iç dünyamızda bazen de bunu dışa
vururuz . Bu insanın doğasına uygun olan bir durum.
Özellikle yalnız kalanlara dikkat
edildiğinde kendi kendilerine sesli konuştuklarını görürsünüz.
Bir kişi, yolda yalnız başına yürüyorken, dalgınken dudaklarının
kıpır kıpır olduğunu fark edersiniz. Eski zamanda bu çok daha
yoğun yaşanabilen bir durumdu.
İnsan doğası boşluk kaldırmıyor. Bir
şeylerle dolduruyor. İnsan; düşünen ve yalnızlığı kaldırmayan
varlık. İnsan sığınıkların peşinde. Aşkı yaşarken de böyle bir
duyguyu yaşıyor.
Sesli konuşma, sesli düşünme.
Toplumların giderek içe kapandığı ya da
gereksiz bir gevezeliğe tutulduğu bir gerçek. Özellikle büyük
bir bölümünün bir takım sıradanlıklarla içinin boşaltıldığını,
kendi kendine konuştuğunu, enerjisinin harcandığını görüyoruz.
İnsanlar iç denetimsiz bırakılmış.
Futbol sahalarında enerjilerini boşaltan,
olanca gücüyle saldırganlaşan ve canavarlaşan bir varlığa
dönüştü. Gemlenemez bir hale geldi. Bir stadyuma toplanan
onbinlerce insan, hep bir ağızdan, bir ayindeymiş ve bir
riüteldeymişçesine boşalıyor. Denetimsiz ve başıbaoş. Onbinlerce
insanı yönlendirmek için bir kişinin bir ıslık çalması, bir
kişinin ekstrem bir şey söylemesi yetiyor. Bilinç dışı güdüsel
bir durum.
Stadyumlar günümüzün ibadethaneleri
konumunda. Kabile oluşumlarının benzeriyle bir ırkçılık
psikolojisine doğru hızla gidiliyor. Bir takımı tutmak, bir
şehirli olmak giderek alanlarının daraltılmasına neden oluyor.
Büyük düşünce akımlarının yerini alan bu oluş, artık bir
tapınmaya dönüşüyor.
İsterseniz bunu bir başka düzleme de
çekebiliriz. Alanı daha da daraltabiliriz. Siyasa yapanların
psikolojilerindeki durum da aynı. Düşünce eksenli olmayan
duruşların, davranış biçimlerinin savruluşu da bunun bir başka
benzeri.
İnsan enerji yüklü, onun için sürekli
olarak bir şeylerle dolmak zorunda. Boşluklarda çok daha kolay
savrulabiliniyor.
Gündelik yaşamda, okumayan, okumadığı için
düşünmeyen, düşünmediği için yorum yapamayan ve bir kişilik
oluşturmayan büyük kitlelerle karşı karşıyayız. Gündelik
yaşamımız da bir stadyuma dönüştü. Sokaktan geçerken,
kalabalıkların arasında, bir türkünün bir melodisini ıslıkla
çalın, başkaları da duysun. Az sonra susun ve bekleyin,
başkalarının sizin melodinizden etkilendiğini, aynı melodiyi
çaldığını, mırıldandığını göreceksiniz. Etkileşim alanı oldukça
genişlemiş bulunuyor. Edilgin hale gelinmiş.
Dengeler yitirilmiş bir durumda.
Yıllar önce, bir maçta hemen arkamda oturan
orta yaşın üzerinde biri, maçın akışında, takım kaptanı bir
futbolcuya en galiz küfürleri savuruyordu. Onun etrafındakiler
de ona uyarak tempo tuttu, bu, bir dalgaya dönüştü. Kaptan gol
atabilen bir oyuncu değildi. Ama çok geçmeden aynı futbolcu
gitti bir gol attı, birden durum değişti. Arkamda oturan orta
yaşlı avazı çıktığı kadar bağırdı, sevinç çığlıkları attı.
Kaptanı ululumaya başladı. O an dönüp ona “yaptıkların doğru mu?
Bak az önce adama en olmadık küfürler ettin!” deyince o bir
başka tepki vermeye başladı. Beni bir dövmediği kaldı. Onun
gözünde kaptan sahadaki bir fare, o da onunla oynayan bir kedi
konumundaydı sanki. Gözleri onu öyle görüyor olmalıydı.
Edilginlik boşlukla ilgili bir sorun.
Dini düşüncenin zayıfladığı, bilginin
azaldığı, içi boş insanların çoğaltılarak meydanlara salındığı
bir zamandayız, birinin bir ıslık çalmasına, bir ekstrem
davranışta bulunması yetiyor. Küfür etmek bile sıradan ve
ekstrem bir davranışa dönüşebiliyor. Kitleler sel olup akıyor.
Televizyonlar, reklamlar, medya insanların
ruhlarına boşluk üfürüp duruyor. İnsanlar kuru yapraklar gibi
savrulup duruyor.
Ruhları boşaltılmış insanlar bir ruh
daralması yaşıyorlar. Algıları, düşünüşleri, yorumları ve
üreticilikleri sınırlı hale geldi.
Kendi kendine konuşan ve düşünen insanlar
da azaldı. Herkes bağırıp çağırıyor, içini boşaltıyor. Sokaklar
avazelerle dolu, siz ne söylerseniz söyleyin öylesine geçip
gidiyor.
İnsanların okuyup düşünüş alanlarını
açmamız gerekiyor yeniden, yeni bir başlangıç yaparak. Üstad
Sezai Karakoç’un Diriliş olgusunun üzerinde bir kez daha durup
düşünmemiz gerekiyor.
yediiklim@go.com
İstanbul - 22.08.2003
http://gulizk.com
Yedi İklim Dergisi
Ağustos 2003
|