Bu hafta hayallerimizle gerçekler arasındaki denge sarsıntı
geçirebilir. Büyümekte olan Ay maddi gerçekleri ihmal edemeyeceğimizi
ve pek çok konuda sabırlı davranmanın bize fayda sağlayacağını
anlatıyor
Kuantum fiziği günlük yaşamımızda ve rasyonel aklımızla kavradığımız
dünyanın, makro dünyanın fiziği değil, atomik seviyede, mikro dünyanın
ele alındığı fiziktir. John Gribbin'e göre kuantum fiziği atomik
seviyede madde ve radyasyonun (yayınım) incelenmesidir. Bu seviye
bizim dünyamızın kurallarının kaybolduğu, sanki "Alice harikalar
diyarındayız" dedirtecek derecede şaşırtıcıdır. Örneğin partiküller
belirli bir zamanda bir yerde olabilirler, dalgalar ise uzaya yayılır.
Halbuki atom seviyesinde elektronlar hem partikül gibi hem de dalga
biçiminde var olabilir. Aslına bakarsanız, kuantum fiziği bize
olasılıkların dünyasını açıklar ve bizim için en önemli şey de,
gözlemcinin rolüdür. Zira gözlemci ister istemez, takip ettiği şeyin
bir parçası haline gelir. Halbuki bizler günlük yaşamımızda, bizim
dışımızda mutlak bir gerçeğin var olduğunu düşünürüz. Gözlerimizi
kapasak da elimizdeki gazetenin ya da odamızdaki masanın halen var
olduğunu düşünürüz, onun varlığından kuşku bile duymayız. Ancak
kuantum seviyesine inersek, örneğin bir elektron bir partikül ya da
dalga biçiminde belirlenebilir ve biz ancak Alman bilim adamı
Heisenberg'in (1901-76) öne sürdüğü "Belirsizlik ilkesi" karşısında
kalırız.
Bir yandan da ne tuhaf ki klasik fizik (Newton fiziği) bizi evrenden
bağımsız, ayrık ve kopuk bir biçimde tanımlarken, kuantum fenomeni
maddenin yapıtaşlarında evreni ve olayları bir olasılıklar bütünü
içinde görebiliyor.
Eğer nesne ile gözlemci arasındaki bilmeceyi çözebilirsek ne âlâ,
ancak bu noktada tüm gizem kendi bilincimiz içinde yatıyor. Fiziğin
son aşaması bizi kuantum teorisine götürürken, pek çok filozof, mistik
ve ruhsal öğretiler içinde yer alan kişiler de bir yandan her şeyin
"bir"in bir yansıması olduğunu, her şeyin "bir olma ilkesinden"
türediğini söylemekteler. Bu bir yaratıcı ya da kimilerine göre
doğanın ta kendisi. Baruch Spinoza (17'nci yüzyıl filozofu) Tanrı ile
doğayı özdeşleştiriyor (Yunan'da Stoa felsefesi) ve her şeyin onun
özel bir hali, görünüşü (modus) olduğunu söylüyordu. Spinoza'ya göre
üç ana ifade var: Cevher yani öz, nitelikler ve görünüşler. Görünüşler
gerçeğin geçici olarak büründüğü (kuantumdaki ikilik?) herhangi bir
özel nesne ya da olaydır. Spinoza'ya göre öz doğa ya da Tanrı'nın
kendisidir.
Acaba bu durumda, hepimiz, kendimizi ayrı ayrı bireyler olarak
değerlendirsek bile, ortak bir paydada yer almıyor muyuz? Ben bu ortak
paydaya kozmik bilinç adını veriyorum. Hepimiz bu kozmik bilincin
parçalarıyız ve ister istemez bu bilinci -bedenimizdeki tek bir
hücreden evreni oluşturan gaz ve toz bulutlarına kadar- fark ettiğimiz
anda aslında evrenden kopuk değil, onun bir parçası olarak
görebiliriz. Sembolik anlamıyla astroloji bize bu kozmik yapıyı, Güneş
sistemi çerçevesinde anlatmaya çalışıyor. Biz günlük hayatımızda
mutlak tanımlar yapsak da (işte bu gazete, bu masa gibi) özde mutlak
olan şey, "birlik" durumu, evrenle bir olma hali. Yahudi
mistisizminde, Kabala'da hayat ağacı evrenin hallerini anlatırken,
Sufiler bu birlik olma haline, yaratıcı ile birleşme, yanma anlamında
"fena" adını veriyorlar. Bu arada, günümüzde yaşadığımız pek çok
endişe, gerginlik ve psikolojik sorunların, kendimizi hayattan
yalıtılmış hissetmekten, kopukluk duygusundan ve bu durumunda
doğurduğu güvensizliklerden ortaya çıktığını söylememe bile gerek yok.
Kozmik bir bilinç çerçevesinde, astroloji bize çağları aşan bir
bilgelik sunuyor.
web:
www.hakankirkoglu.com
Faks: 287 74 37
e-mail:
hkirkoglu@superonline.com
İstanbul-08.05.2005
http://sufizmveinsan.com
Milliyet Gazetesi
8/5/2005
|