Şişmanlık, kronik (kilo alma/verme periyotları ile
seyreden ve birçok sebebe bağlı olarak ortaya çıkan) bir hastalık
olarak tanımlanır. Şişmanlık, vücuttaki yağ dokusu miktarının
normalden fazla olmasıyla karakterize edilen kronik metabolizma
bozukluğu olarak da tarif edilmektedir. Şişmanlık, Dünya Sağlık
Teşkilatı'nın 2000 yılı raporunda, gelişmiş ülkelerin karşı karşıya
bulunduğu en ciddi sağlık problemlerinden biri olarak
zikredilmektedir. Şişmanlık, vücut sistemlerinin işleyişine olumsuz
tesir eder. Sonuçta anormal değişiklikler ve komplikasyonlarla hayatı
zorlaştırır, maluliyet ve ölümlere sebep olur. Sanayileşmiş ülkelerde
şişmanlık giderek artmaktadır. 2025 yılında şişman şeker hastalarının
sayısının, % 42'lik bir artışla 100 milyona ulaşacağı tahmin
edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda 300.000 kişi
şişmanlıktan ve onun yol açtığı hastalıklardan ölmektedir. Bu ülkede
toplam sağlık harcamalarının % 6'sı şişmanlık tedavisine
ayrılmaktadır. Şişmanlığı ve yol açtığı riskleri önlemek için
Amerika'da yılda 100 milyar dolar harcanmaktadır. İngiltere'nin ise,
şişmanlık tedavisi için yılda 45 milyon sterlin harcadığı
bilinmektedir.
Şişmanlık nasıl ortaya çıkar?
Vücudumuza yerleştirilmiş metabolik programda, alınan enerji ile
harcanan enerji arasında bir denge vardır. Bu denge alınan enerji
tarafına kaydığında, şişmanlık ortaya çıkar. Aşırı yemek yemenin
yanında, genetik ve metabolik yatkınlık da şişmanlığa sebep
olmaktadır. Şişmanlığı başlatan ve sürdüren faktörler; genetik
yatkınlık, harcanan enerjinin düşüklüğü, psikolojik sebepler, çevrenin
durumu, hormonal ve metabolik farklılıklar olarak sayılabilir.
Şişmanlığın gelişiminde; hareketsizlik, yağlı ve aşırı beslenme, yaşa
uygun diyet alınamaması, alkol tüketimi, genetik yatkınlık önde gelen
risk faktörleridir. Şişmanlığın ortaya çıkışı % 25-40 oranında
irsidir. Şişmanların yaklaşık % 65'inin ya annesi veya babası veyahut
her ikisi birden şişmandır. İki şişman insanın çocuklarının şişman
olma riski % 65'tir. Tek yumurta ikizleri şişmanlık açısından
birbirine benzer özellikler taşır.
Hareketsiz hayat tarzı, şişmanlık illetini beraberinde getirmektedir.
Ekonomik büyüme, şehirleşme ve modern hayat, kişilere lezzetli,
çeşitli, ucuz fakat yüksek enerjili diyet tercihleri sunmakta, buna
karşılık fizikî aktiviteleri düşürmektedir.
Ucuz, kolay erişilebilir, bol kalorili fast-food
tarzı yiyecekler çocukluk çağından itibaren aşırı ve dengesiz
beslenmeye ve kalorilerin yağ dokusunda birikmesine sebep olmaktadır.
Yapılan araştırmalar çocukluk çağında şişman olanların yetişkin
olduklarında şişman olarak hayatlarını sürdürdüklerini göstermektedir.
Şişmanlık niçin önemli sağlık problemidir?
Bozuk görüntü, şişmanlığın belki de en son üzerinde
durulacak problemidir. Şişmanlığın sağlık problemi olmasının
temelinde, ölüme sebebiyet veren koroner kalb hastalıklarına ve
hipertansiyona yol açması vardır. Yüksek tansiyon (HT), Tip 2 şeker
hastalığı (DM), hiperlipidemi (kandaki yağ seviyesinin artması), safra
kesesi taşları ve bazı kanserler, şişmanlığın en önemli
komplikasyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. Sağlıklı kişilerle
karşılaştırıldığında, Tip 2 diyabet ve hipertansiyon, şişman kişilerde
2,9 kat, hiperlipidemi ise 1,5 kat daha sık görülmektedir. Şişman
erkeklerin 42 kat, şişman kadınların da 35 kat daha fazla şeker
hastalığı riski taşıması, yine şeker hastası şişman kişilerin koroner
ve diğer kalb hastalığına bağlı ölüm risklerinin % 75 gibi yüksek
oranlarda olması, şişmanlık üzerinde daha dikkatli durmayı
gerektirmektedir.
Şişman mısınız?
Vücut yağ oranı, erkekte ortalama % 15-20, kadında
ise % 25-30'dur. Erkeklerde yağ miktarı toplam vücut ağırlığının %
25'ini, kadınlarda ise % 30'unu aşıyorsa şişmanlıktan bahsedilmelidir.
Vücuttaki yağ yüzdesi, dokuların farklı elektrik iletkenliğine sahip
olmaları esasına dayanan biyo-elektrik impedans metoduyla ölçülür.
Ancak pratikliği ve vücuttaki yağ oranı ile pozitif münasebeti
sebebiyle şişmanlığın teşhis ve takibinde Dünya Sağlık Teşkilâtı'nın
tavsiye ettiği beden kitle indeksi (BKİ=ağırlık/boy2)
kullanılmaktadır. Şişmanlığın sebep olduğu hastalıklara bağlı ölüm
oranı, BKİ 27 kg/m2'nin üzerinde olduğunda artmaya başlar ve bu durum
30 kg/m2'nin üzerine çıktığında belirginleşir (Tablo-1).
BKİ, vücut yağ miktarının genel bir göstergesidir
ve yağ dağılımı hakkında bilgi vermez. Yağın gövdede toplandığı
şişmanlık tipine "erkek tipi" (elma tipi); kalça, baldır, kollar ve
bacaklarda toplandığı şişmanlık tipine de "kadın tipi (armut tipi)
şişmanlık" adı verilmektedir. Yapılan araştırmalarda yağın gövdede,
yani karın bölgesinde ve iç organlarda toplanmasının damar sertliği ve
şeker hastalığı gibi komplikasyonlar için yüksek risk teşkil ettiği
anlaşılmıştır. Bu sebeple riskin belirlenmesinde karındaki yağ
dağılımını ölçen metotlar (bel çevresi, kalça çevresi ve bel/kalça
oranı) daha değerlidir. Bel çevresi erkekte 94 santimetreden büyükse
"risk", 102 santimetreden büyük ise, "yüksek risk"; kadında, 80
santimetreden büyük ise risk, 88 santimetreden büyük ise, "yüksek
risk" belirleyicisidir. Bel/kalça oranı, erkekte l'den, kadında ise
0,8'den büyükse (normali 0,7-0,8) şişmanlığa bağlı komplikasyon riski
vardır şeklinde yorumlanır.
Dünyada 5 yaşın altındaki yaklaşık 22 milyon çocuk
fazla kiloludur. ABD'de 6-11 yaşları arasındaki çocuklarda obezite
sıklığı, 1963-1965 yılları arasında % 5 iken, 1988-1991 yılları
arasında % 11'e ulaşmıştır. 12-17 yaşları arasındaki çocuklarda
obezite sıklığı, 1966-1970 ile 1988-1991 arasında, erkeklerde % 5'ten
% 13'e, kızlarda ise % 5'ten % 9'a yükselmiştir.
Ülkemizde durum nedir?
1970'lerde çocukluk çağındaki şişmanlık bir problem
olarak görülmüyordu. Ancak 2002 yılında yapılan okul taramalarında,
kız çocuklarında % 20, erkek çocuklarında ise % 25'in üzerinde şişman
öğrencilere rastlanması ve her geçen gün artarak bu oranın % 30'lara
yükselmesi şişmanlığın çok ciddi bir sağlık problemi olduğunu
göstermektedir. Zira çocukluk çağında (4-6 yaş) şişman olanların,
yetişkinlikte de şişmanlık riski çok yüksektir. Çocuklarda şişmanlığın
% 5'i hormonal, genetik faktörlere bağlı iken, % 95'i aşırı yeme, az
hareket, enerjinin harcanamaması gibi paranın ve teknolojinin
getirdiği hareketsiz hayat tarzına bağlıdır. Ülkemizde yapılan bir
çalışmanın sonuçlarına göre; şişmanlık sıklığı kadınlarda % 30,
erkeklerde ise % 10'dur. 2000'li yıllarda ise bu sıklık, % 22,3-34
olarak (kadınlarda % 29,9-42, erkeklerde % 12,9-25) bulunmuştur. Bu
araştırmaya göre toplumun yaklaşık % 25'inin şişman, % 25'inin fazla
kilolu, % 25'inin normal kilolu, fakat genetik olarak şişmanlığa
eğilimli olduğu kabul edilmektedir.
Şişmanlığın tedavisi
Dünya Sağlık Teşkilatı'nın 2000 Yılı Raporu'nda,
şişmanlığın hayat tarzı değişiklikleriyle önlenebilir bir hastalık
olduğu, şişmanlığın önlenmesi için sağlıklı beslenme ve egzersiz
gerektiği, tedavide (kalıcı kilo kaybı) hedefin uzun sürede ve orta
derecede kilo vermekle (6 ayda toplam kilonun % 5-15'ini verme)
sağlanabileceği açıklanmaktadır.
Diğer yandan obez kişiler üzerinde sosyal baskı
oluşturarak onları kilo vermeye teşvik etmek de mühimdir. Buna rağmen
yeterli derecede kilo vermek son derece zordur ve başarısızlıklar,
gerek hastalarda ve gerekse hekimlerde hayal kırıklığına yol
açmaktadır. Atalarımız: "Can boğazdan gelir." demişler; fakat şu da
unutulmamalı ki, can aynı zamanda boğazdan çıkar.
Anlaşılıyor ki, obeziteye daha tesirli yaklaşım
stratejileri geliştirmek gerekmektedir. Hastalara yardımcı olabilmek
için obezite gelişimindeki sebepleri ve mekanizmaları anlamak son
derece önemlidir. Bir yandan esaslı korunma tedbirleri alınırken,
diğer yandan da, erken, tam ve doğru tedavi usûllerinin uygulanması
için gayret gösterilmeli ve komplikasyonların azaltılmasına
çalışılmalıdır.
Tedavi esnasında şişmanlar, zaman zaman ilgisizlik,
hor görülme veya aşağılanma ile karşılaşabilmektedirler. Bu da o
kişilerde motivasyon kaybına yol açmakta, kısa süreli kilo alıp
vermelerle şişmanlıktan kurtulamamaktadırlar. Ayrıca piyasada tıbbî
yönden birçoğu kabul edilmeyen çeşitli zayıflama diyetleri ve
metotları vardır.
Şişmanladıktan sonra teşhis ve tedavi hem zor ve
hem de pahalı olduğundan, normal ağırlıkta olan kişilerin kilo
artışından korunması son derece önemlidir. Obezite gelişiminde genetik
ve çevre faktörleri birlikte rol oynadığından, risk faktörlerinden
mutlak surette kaçınmak gerekmektedir. Öncelikle kalorisi ve yağ oranı
fazla besinlerin alımı azaltılmalı, fizikî aktivite artırılmalıdır.
Bol yağ, karbohidrat ve kalori içeren gıdalar yerine, vitamin ve lif
bakımından zengin, yağca fakir sebze ve meyvelerin yenmesi, bol
şekerli içecekler ve alkolden kaçınılması ve bol su içilmesi tavsiye
edilmelidir. Akdeniz, daha doğrusu Ege tipi diyet teşvik edilmelidir.
Bu diyet tipinde, yağsız kırmızı et ayda birkaç porsiyon; tatlılar,
tavuk eti, balık ve yumurta haftada birkaç porsiyon; zeytin, zeytin
yağı, peynir, yoğurt ve diğer süt ürünleri, meyve ve sebzeler,
baklagiller, mercimek ve diğer tahıllar, ekmek, un ürünleri, mısır,
patates, bulgur ve makarnalar günde birkaç porsiyon tüketilmektedir.
Yapılan araştırmalar toplam vücut kilosunda % 1'lik bir azalmanın,
vücut yağ kitlesinde % 2 azalmaya karşılık geldiğini ve toplam 5-7
kiloluk bir kilo kaybının ise şişmanlığa bağlı ölümlerde % 20'lik bir
azalmaya sebep olduğunu göstermektedir.
Şişmanlık riski altındaki çocuklar, mümkünse okula
yürüyerek gitmeli, çocuklara okullarda oyun ve jimnastik sahaları
temin edilmelidir. Fast-food türü yemek, kola ve gazoz içilmesi,
kraker, cips ve bisküvi gibi gıdaların tüketilmesi azaltılmalıdır.
Çocuğa acıktığı zaman yemesi, yavaş yemesi ve gıdaları iyi çiğnemesi,
aile ile birlikte yemek yemesi, televizyon seyretme süresinin günde 2
saatten az olması gerektiği anlatılmalıdır. Sabahları düzenli olarak
sağlıklı kahvaltı yapılmalıdır. Buzdolabına daha çok yağca fakir
gıdalar, meyve ve sebzeler konmalı; kola, çikolata, tatlı ve diğer
şekerli gıdalar konmamalıdır. Ayrıca anne sütü ile beslenen
bebeklerde, şişmanlığın % 15-25 oranında azaldığı hatırdan
çıkarılmamalıdır. Anne ve babanın bu hususta çocuğuna güzel bir model
olması gerekir. Çünkü çocuk daha çok anne ve babasını taklit eder.
Şişmanlığın tedavisinde kullanılan yaklaşımlar,
eğitim, beslenme tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, fizikî
aktivitenin artırılması (egzersiz), ilâç tedavisi ve cerrahî tedavi
başlıkları altında özetlenmektedir.
Şişmanlıktan korunmak için, şişmanlık probleminin
sadece ferdî gayretlere bırakılmaması gerekir. Şişmanlığın toplum,
hükümet, medya, gıda endüstrisi ve sağlık personelinin birlikte
yürüteceği çalışmalarla ve kişilerin ömür boyu sürdürecekleri
tedaviyle önleneceği unutulmamalıdır. Kuşkusuz bu hedefe ulaşmada en
mühim unsurlar, toplumun şuurlandırılması ve her yaş seviyesine uygun
eğitim programlarının yerleştirilmesidir.
İbn-i Sina'nın şu sözleri, konuyu çok iyi
özetlemektedir: "Tıp ilmini iki satırda topluyorum. Sözün güzelliği
kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra da dört-beş saat
yeme. Şifa hazımdadır; yani, kolayca hazmedeceğin miktarda ye. Nefse
ve mideye en ağır ve yorucu hal, yemek üstüne tekrar yemektir."