Üçüncü remil

Havada öd ağacı kokusu var.

Gece yumuşak, kokular yırtıcı.

Kalaylanmış bir ay, kocamış ağaç gölgelerinden, dar patika yollara varana dek her yeri aydınlatıyor. Gümüş bulaşmış geceye. Hem giz gizliyor, hem aşikar ediyor.

Saraya dönülürken Hünkarın ölüsünü taşıdığımızı anlamıştım. Efendim, olağan görünüyordunuz. Sizin olağanlığınızda olağan olmayan bir şey vardı.Ancak sizi çok iyi tanıyan biri fark edebilirdi sizdeki değişikliği.yalnızca ikimizin bildiği bir oyundaydık.kadere gülümsedim.Nedense bir tek bana bakmıyordunuz sevgili Efendim, bir tek bana değmiyordu gözleriniz.Kendi payıma hem incitici bir yan vardı bunda,hem de gönendirici; incinirken, bana önem vermediğinizi, nerdeyse yok sayacak kadar önem vermediğinizi düşünüyor; gönenirken de benden hiçbir tehlike gelmeyeceğine dair-belki o an farkında bile olmadığınız- sizde uyandırdığım o derin güvenin mutluluğunu duyuyordum. Nitekim saraya vasıl olduktan sonra, divanhaneye ilk olarak Saray Çavuşu Keklik Mustafa’yı çağırdığınızda, ikinci olarak beni çağıracağınızı nerdeyse biliyordum.Merdivenlerin basamaklarını çıkarken kendimi gururla taşıdığımı fark ettim.Bunca zaman hiç olmazsa güven uyandırmıştım sizde, böylesine derin bir güven.Gayretlerim ve emeklerim boşa gitmemişti.Nitekim divanhanede benimle baş başa kaldığınızda telaşlanmanız, sükunetinizi yitirmeniz bile bana duyduğunuz güvenin bir parçasıydı.Değilse,lal oluşumun beni bunca yok saymaya yeteceğini düşünmek bile istemiyordum.Yanıma sokulup,kulağıma tane tane yinelerken buyruğunuzu,bir kehribar tesbihin tane tane dökülüşü gibi,her kelime yüreğime yerleşirken,sıcak nefesiniz kulağımı kavurur,boynumu yalarken ilk mutsuzluğumu hissettim.Bir yerlerden yanmış odun kokusu geldi burnuma.Yürek sızlatan bir duygu.sanki bir başkasının yaşam öyküsüne duyulan bir merhamet.Evet,bana duyduğunuz güvende lal dilimin payı büyüktü.Bende sizi ilgilendiren en önemli şey,dilsizliğimdi. Yakalanırsam ele verilmemeyi güven altına almak istiyordunuz.İşte o an haddim olmayarak gözlerimi kaldırmış, ta gözlerinizin içine bakmıştım.Hayatımda hiç bu kadar konuşma ihtiyacı hissettiğim başka bir an olmamıştır sevgili Efendim.büyük bir haksızlığa kurban gittiğim duygusuna kapılmıştım.Yüreğimi size aşikar edememiştim,demek ki gözlerim yetmemişti kalbimi anlatmaya,duruşum yetmemişti. Durgunluğumun gücüne fazla inanmıştım ya da.Ayaklarınızın dibindeki bir taştım,hareketsiz,güvenilir.Alışkanlıklarınızın zeminine derinden gömülü bir taş.Aslında haklıydınız,oynadığınız tehlikeli bir oyundu ve kendinizi güven altına almak da en tabi hakkınız.Ne varki,bana olan ihtiyacınızı yanlış tanımladığınızı düşünüyordum.Sizi güven altına alacak şey, ulağın bizzat kendisiydi sevgili Efendim,siz dilsizliği sanıyordunuz.Bilmiyordunuz ki, dilim lal olmasa da sizi ele vermezdim,veremezdim.Bunu size anlatmanın da, kanıtlamanın da bir yolu yoktu.Hiçbir yolu yoktu.Hiç bilmeyeceğiniz bir şey olarak kalacaktı ikimizin arasındaki ölü toprağında ve içimde hep gizli bir nehir gibi akacaktı size olan mutlak itaatim ve bağlılığım. O an dile gelip işte bunları söylemek isterdim size.Masallarda dile gelen kuşlar gibi.Bir mucize olsun istedim.Her şey masallardaki gibi olsun istedim.Her şey bir masal olsun istedim.Lal masalların bir yüzünün bir yüzünün toprağa ve meçhule karıştığını unutmuş görünüyordum. Gözüme yaşlar yürüdü,yüreğim incinmişti.Oysa bilmem,hazırlıklı olmam gereken bir şeydi bu.Varlık nedenimdi.Bu yüzden hizmetinizdeydim,imparatorluğun töresi gereği,gizli işlerin ulakları laldi.Oysa benim ulaklığımda,ihanete giden yolları kapatan şey,dilsizliğim değil,kalbimdi.Lakin kim bilecekti? Dili zorla lal edilmişlerin gizli hınçları,öfkeleri yoktu yüreğimde,kelimeler onların ellerinden zorla koparılıp alınmıştı.Oysa ben,hiçbir zaman sahip olamamıştım onlara.Onlar,benim sessiz dünyamın çevresinde tüy gibi, tül gibi uçuşuyorlar,beni hayran bırakıyorlardı. İşaretsiz,nişansız,silahsız ve çaresizdim. Kelimeler gizli gözyaşları gibi içime akıyordu.Yalnızca biraz kırgın,biraz sitemkar gözlerinizin içine bakmaya cüret edebilmiştim.Bakışım biraz uzun sürmüş olacak ki,gözlerinizden belli belirsiz bir şaşkınlık bulutu,bulanık bir merak geçti,belkide cesaretimin nedenini ve kaynağını düşünmüştünüz.Bencillik mi ediyorum,diye içimi yokladım.Durumu büyüttüğümü sanmıyorum.Bu isteğim bir başkaldırı,kadere bir karşı koyuş mu?Belki öyle.Ama biliyorum ki bu yol,bu sefer,böyle bir imtiyazı anlaşılır ve haklı kılabilir.Bu yolun sonunda geri dönemeyeceğimibilmenin telaşı da duygularımı ayaklandırmış olabilir.İnanın ben de bugüne kadar hiç tanımadığım bir yanımla yüz yüze gelmiştim.Bağlı bulunduğum tarikatın ilkelerine göre yaşadım bunca yıl,fedakarlığın nasıl bir gönül ehli olmak gerektirdiğini biliyordum.Bildirmeden,karşılıksız ve gizli ve sonuna kadar.Fedakarlık ne aczimin ifadesiydi,ne de geleceğe dönük bir hesap işi;yalnızca muktedir olmamız gereken bir şeydi.Fedakarlığın uçsuz bucaksızlığında,hiçbir karşılık beklemeden,varlığımı,yok olana,davanın ya da vazifenin içinde eriyene kadar emrinize sunabilirdim.İlk kez,belki de ilk kez fedakarlığımın da,hakikatin de tarafınızdan bilinmesini istedim.Bunu bütün gönlümle istedim.Ya gönlümün iyi eğitilmemiş, ayıklayamadığım bir yanıydı bu,ya da ikimiz için de bu yolculuğun önemini,anlamını kavramanın şiddetinde duyduğum sarsıcı itiraf isteği.Hala da biliyor değilim.Sizin ve benim ömürlerimizin düğümlendiği bu yol,geleceğe bağlanmazsa dilsiz ölmüş olacağım.

Koynumdaki kelimelerle...

İlk kez kadere karşı geliyorum Efendim,karşı çıkışım bile dilsiz bir isyan,asiliğimse boyun eğişimin uysallığında kaybolup gidiyor.Geriye kalan yalnızca nal şakırtıları. Gece. Korku ve cesaret.

Murathan Mungan
http://afyuksel.com
13.06.2001


Üst Ana sayfa e-mail