Michael Talbot ile röportaj -2-


 

Michael Talbot- Düşünmemizi sağlayan şeyin sadece beyin hologramındaki manyetik girişim desenleri olmadığını sanıyorum, çünkü beyin

yok olduğu zaman kesinlikle bunlarda yok olacaktır.  Bence, bizim şu andaki teknolojimizle henüz keşfetmemiş olduğumuz daha latif seviyeler veya  daha latif bir enerji türü/türleri olabilir.

Jeffrey- Evet, işte bu noktada Bohm’un modeli hem çok ilginç hem de çok  uygun. Çünkü, Bohm   evrenle ilgili çalışmaları evren  elektro manyetik girişim modellerinden oluşmuş bir hologram olduğu için yapmıyordu. Onun yaptığı  kuantum dalga potansiyellerini  incelemekti ve  onlarda bilindiği gibi çok çok daha derin seviyelerde.  Ayrıca, şunu da söylemeliyim ki Pribram’ın da  benzer bir yaklaşımı olduğunu duydum.

Beynin kendisinde de kuantum dalga potansiyelleri var. Bu, elekto manyetik seviyeye göre maddenin içine gömülmüş olan çok çok daha derin seviyede bir enerji.

Michael Talbot- Evet, doğru.  Bilimde komik bir nokta var, bununla ilgili olarak     Herman gruptan büyük bir fizikçinin söylediğine göre bizler, her zaman için en dışlarda bile olsa ölçebileceğimiz bir parametre buluruz (yaratırız) ve onun dışında hiçbirşeyin olmadığını varsayarız.

 Ben, bunu eski çağlarda insanların sadece dünyanın belirli bölümlerini bildikleri dönemlerde  her zaman kullandıkları bir söze benzetiyorum ‘’Maddenin ötesinde canavarlar vardır’. Böyle diyorlardı ama canavara benzer hiçbirşey yoktu.

Aynı şey fiziktede oluyor.

Elimizdeki teknoloji ile gerçekliğin belli bir seviyesine ulaştık ve fizikçilerin arasında ki yaygın bir önyargıda bu seviyenin ötesinde hiçbirşeyin var olmadığı, yani canavarların olduğu!!!

Sadece bir boşluk.

İlginç olan ise bizim mutlaka tamamlayıcı, sonlandırıcı bir parametre  olması gerektiğine inanmamız. Ayrıca,  bizim evren hakkındaki tek bilgimiz gördüğümüzün dışında bir şey olmadığını bilmemiz/varsaymamız.

Düşündüğüm zaman bütün bunların arasında Bohm’un ortaya çıkıp ‘’İmparator çıplak’’ diyebilen en akıllı fizikçilerden biri olduğunu anlıyorum.

Buradaki rasyonel temel nerede?  Rasyonel bir temel yok sadece ön yargı var, ve buna göre biz, şu görünen gerçekliğin ötesinde ki  hiçbir şeyin varlığını (var olabileceğini) kabul etmiyoruz.  Halbuki, Bohm bu mikroskopik seviyenin ötesinde her türlü gerçeklik alanının var olduğunu hissediyordu  ve bu seviyelerde belki de hiç bahsedilmemiş, ölçümlenmemiş sübtil/latif  enerjilerin var olabileceği teorisini ortaya atmıştı.  

Kuantum potansiyeli bunlardan bir tanesidir. 

Bu teorize edilmiş bir alandır ve bilimsel olarak ölçüm yapılarak keşfedilmemiştir.  Ama, Bohm’a göre onun varlığı ile ilgili olarak positive deliller var.

Jeffrey-Ve, anladığım kadarı ile kuantum fizikçileri arasında bu teori şimdilerde oldukça iyi kabul gördü.

Michael Talbot- Ben pek böyle diyemeyeceğim. Hayır, çok tartışılıyor ve fizikçiler arasında anlaşmazlıklar var. Çünkü,’’ kuantum fiziğinin standart tanımı olarak bizim keşfettiğimiz tamamdır ve bunun ötesinde birşey yoktur’’ düşüncesi kabul görüyor.

Danimarka lı fizikçi Niels Bohr (ki kuantum fiziğinin temelini atanlardan biridir) özet olarak  şöyle demişti ‘’ Gerçekliğin belli bir seviyesine indiğiniz zaman her şey bulanıklaşır ve artık siz hiçbirşey bilemezsiniz.’’  

Ama, Bohm daha başka bir yol tercih ediyor ve bu noktada pek çok fizikçi de ona tepeden bakıyor.  Çünkü, onların  çoğu Bohr’un düşüncesine uygun  şekilde bir eğitim almışlar ve bana kalırsa pek çok fizikçi, kuantum potansiyeline iyi bir gözle bakmıyor. 

Jeffrey- Şu anda kuantum fizikle ilgili çok teknik bir açıklama almak istemiyoruz, ama inanıyorum ki  belirsizlik prensibini gündeme getirmekte yarar var.  Anladığım kadarı ile fizikçiler her türlü şeyin olabileceğini söylüyorlar, ama biz bunu hiçbir zaman bilemeyiz.  Çünkü, ne zaman belirli bir seviyenin ötesindeki bir parçacığa bakmaya/gözlemlemeye teşebbüs etsek  onunla bir etkileşim oluşturuyoruz.  Kısacası, biz gözlemlemeye başlayınca herşey değişiyor.  İşte, bu değişimin bizi getirdiği noktada gözlemi yapan ve gözlemlenen (nesne) arasındaki fark kalkıyor.  

Michael Talbot- Evet doğru, ama fizikçiler bunun hakkında biraz komik davranıyorlar. Hatta biraz şizofrenik oluyorlar bile denebilir, çünkü o noktada hem gözlemci hemde gözlemlenen nesne ayırımının yok olduğunu  kabul ediyorlar.  Ama, bir şekilde bunun gerçek dünyada (içinde yaşadığımız beş duyu ile algılanan dünyada)  bir etkisi olmadığını söylüyorlar.  Yani, bunlar  mikroskopik seviyede oluyor, ama bizim seviyemize bir uzantısı yok!

Halbuki, bu konu ile ilgili elimize sızan deliller var. 

Bu oluşların bizim yaşadığımız seviyeye uzantısına dair en belirgin örnek  Helium ile ilgili olandır.     Helium katı bir halde dondurulamaz. Siz hidrojeni, karbondioksiti  katı bir halde dondurabilirsiniz ama heliumu donduramazsınız. 

Heliumun katı bir hale gelebilmesi için atomlarının belirli bir formda bağlanması gerekli, ama bu da belirsizlik prensibini ihlal edecek ve öyle görünüyorki tabiat da buna izin vermiyor.

Yani, bizim var olduğumuz seviyede bir beher dolusu helium var olabilir ve bence bu bir şekilde bizim dünyamıza atlamış belirsizlik prensibinin açığa çıkmasıdır.

Şimdi, süre giden başka şeylerde var. Mesela, squid denilen bir bir alet var.  Bir elektrik kablosuna  benziyor ve elektrik akımının hangi yöne gittiğini gösteriyor.  Görülüyor ki,   akım her iki yöne de aynı anda gidiyor.

Bu bir olasılık ve biz simultane olarak  böyle bir işlemi yapabiliyoruz. İşte, bu da bir kuantum fenomenidir.  Yani,  iki gerçekliğin, olasılığın çakışması.  

Jeffrey- Evet, Michael itiraf edeyim ki bu anlattıklarını ve verdiğin örneklerin içerdiklerini, ima ettiklerini  tam kavradığımı söyleyemeyeceğim.

Ama, benim üzerinde durmak istediğim örnekler zihnin, aklın bedendeki sistemleri etkilemek konusundaki muazzam yeteneği, plasebo etkisi ve bunların şifacılık ve gözde canlandırma ile birlikte çalışmaları.

Michael Talbot- Evet, bu Bohm ve Pribram’dan biraz uzaklaşıyor, ama aynı zamanda çok ilginç ve önemli etkileri var.  

Söylediğim gibi Pribram bizim kafamızın içindeki hologramlar la düşündüğümüzü söylüyor ve  aynen sizin tv nizin odanın içindeki radyo dalgalardan görüntüyü alması gibi  içimizde daha gizli birşeyin de bunları algıladığını belirtiyor.

Sonuç olarak temelde bizler şuurlu tv cihazlarıyız ve bizim gerçeklik diye dışarıda  düşündüğümüzde  aslında zihnimizdeki tv cihazında ki görüntü, ama bu kesinlikle dışarıda bir yerde değil.

Pribram da diyor ki işte bu sebepten bizler bazı delillere, ispatlara kafamızın içindeki gerçeklik modeline göre tepki veriyoruz, dışarıdaki bir modele göre değil

Holografik Evren isimli kitabımda ben ilk olarak bu konuda bir araştırma yapmış olan ünlü bir psikoloğun örneğini verdim.

Bu psikolog yaptığı  deneyde bir grup askere aynı 20 millik mesafeyi yürüttü, ama bazılarına 10 mil yürüdüklerini söyledi, bazılarına 20 ve bazılarına da yürüdükleri mesafenin 30 mil olduğunu söyledi.   En sonunda askerlere uygulanan fizyolojik testlerin sonuçlarını inceledi. Çok ilginçtir ki fizyolojik olarak askerlerin tepkisi gerçekte yürüdükleri 20 millik mesafeye göre olmadı, ama kendilerine bildirilen mesafeye göre oldu.

Yani, tepkileri kafalarında var olduğu varsaydıkları gerçeklik modeline göre oldu.

Aynı şekilde tıp alanında da holografik düşüncenin bir uygulaması yapıldı ve bizim belirli bir gerçeklik modeline göre tepki verdiğimiz ortaya çıktı.

İşte bu nedenle bizler plasebo ilaçlardan  daha çok etkileniyor  olabiliriz.

Örneğin, lenf kanseri olan birinin vücudundaki tümörler nerede ise portakal kadar büyümüştü ve doktoru da ona sadece 3 gün daha yaşayacağını söyledi.

Bu arada hasta adam yeni bir ilaç duydu ‘’Qbiozyme’’ isminde ve doktora ‘’Bana bu ialcı vermelisiniz’’ dedi. 

Doktor ise ‘’Senin fazla zamanın yok, bu ilacın etki etmesi haftalar alır ‘’ dedi.

Ancak, hasta o kadar ısrar ettiki doktor da acıdığından istediği ilacı verdi.  Üçgün sonra hasta da ki  iki tümör sanki sıcak sobanın üzerindeki kar topları gibi tamamen eriyip gitti.  Bu erimeyi en kuvvetli bir radyoterapi bile yapamazdı.

Artık, hasta  odasında tamamen kanserden kurtulduğunu düşünerek dolaşıyordu.

Aradan aylar geçti ve bu defa da  okuduğu bir makalede çok isteyerek aldığı ilacın  kanser tedavisinde etkili olmadığı yazıyordu.  İşte, bundan sonra hastanın tümörleri tekrar oluştu  ve  hastaneye geri  dönmek zorunda kaldı. 

Doktor, artık hastadaki iyileşmenin  bu ilaçtan dolayı olmadığını anlamaya başlamıştı. Tedavinin esas nedeni hastanın güçlü inancı idi. Bu yüzden doktor yalan söyledi ve hastaya okuduğu makalede ki fikirlerin  yanlış olduğunu  aldığı ilacın ona iyi etki ettiğini belirtti, ancak ilacın bazı kanser türlerinde etkisiz olduğunu söyledi.

Sonuç olarak, ilaç yerine de  hastanın damarlarına sadece  tuzlu su enjekte etti  ve gene tümörler eriyip gitti, hasta da normal yaşamına geri döndü.

Fakat, ne yazık ki hasta aylar sonra her türlü kanser tedavisinde Qbizozyme’in hiçbir etkisi olmadığına dair gene bazı yazılar okudu.

 İşte bu noktada tümörler  gene geri geldi ve hasta öldü.

Bu olayda ki en önemli nokta hastanın bir şekilde kendi içindeki, derininde ki  şifa verme seviyesine ulaştığı ve buna yeteneği olduğudur. Şifa ilaçta değildi.

Gene burada kafasında ki gerçeklik modeline uygun tepki verdi. Bu ilacın iyileştireceğine dair o kadar derin bir inancı vardı ki  gerçekte almasa bile beden alıyormuş gibi tepki verdi.  İşte, bana göre bu holografik düşüncenin en heyecan verici yönü budur.

Bununla ilgili sayısız örnek verebiliriz.

New England da kemoterapi alan kanser hastalarının yarısına gerçek bir kanser ilacı yarısına da plasebo verdiler. Hiç kimse kimin gerçek ilacı aldığını bilmiyordu.  Bütün hastalara da  bu ilacın çok toksik olduğu ve saçlarını dökebileceği söylendi.   Sonuçta,  sahte ilacı alanların %30 unun da saçları döküldü. Ben bunu ilk defa duyduğumda kendi kendime bütün hayatım boyunca ne zaman doughnut yesem bunun benim için kötü olduğunu aklıma getirdiğimi anımsadım.  Evet, bende doughnut ın besin özelliklerini düşüneceğime  kafamda ki gerçeklik modeline göre tepki veriyor olabilirim.

Jeffrey- Evet, bu tip hikayeler bilim adamlarına pek yabancı değil.  Yüzyıllardan beri bilim adamlarının şuurun bedensel sistemleri etkileyebileceği konusuna iyi bir yaklaşımları olmamıştır ve bunu gözardı etmişlerdir.

Biz, şayet beyinde dalgaların, girişim modellerinin,  holografik görüntülerin var olduğunu dikkate alıp bütün bunların şuur için belirli bir mekanizma oluşturduğunu (burada mekanizma kelimesini kullanmaktan hiç hoşlanmıyorum ama uygun kelimeyi bulmakta zorlandım) dikkate almalıyız.  Kısacası, önemli olan insanlar için belirli bir model oluşturup ve onların  şuurun rolünü daha iyi takdir etmelerini sağlamaktır diye düşünüyorum.

Michael Talbot-Evet, bu doğru.  Eğer, evren holografik bir şekilde düzenlenmiş ise o zaman başka bir şekilde de  uygulanabilir.

Mesela bizler, batıda   tıp tarihi boyunca çoğunlukla  beyin ve beden arasında bir bağlantı, ilişki olmadığını düşündük. Ama, son on, yirmi yıl içinde  bazı bağlantılar, nöro peptid sistemler  vs. gibi  ortaya çıkardık.

 Şayet, holografik model doğru ise beden ve beyin arasında o kadar çok bağlantı var ki bunların bölünmesi mümkün değil, yani her ikiside ayrı şeyler değiller. 

Dolayısıyla, ‘’beyin bedenle ne şekilde bağlantılı’’ gibi sorular sormak gereksiz ve boşuna ,çünkü aralarında hiçbir fark yok. Aynen iki elektron arasında bir fark olmadığı gibi.  

Jeffrey- Peki, biz bu fikri bir adım ileriye götürüsek o zamanda kendimizle evrenin  geri kalan kısmı arasında belirgin bir fark olmadığını anlarız.  Demem o ki, bu spiritüel deneyimler açısından çok önemli. Sen de bu deneyimleri  çok sayıda yaşadın. Belki de kalan sürede bunları konuşabiliriz.

Michael Talbot-  Evet,  aynen öyle. Daha önce de belirttiğim gibi her zaman için bilimle ilgilendim, ama çok olağanüstü deneyimler yaşayarak büyüdüm.  Hatta, büyüdüğüm evde hayaletler vardı!

Böylece, psikokinesis ile ilgili her türlü tecrübeyi yaşadım, objeleri hareket ettirmek vs. gibi.

Tuhaf olan şu ki  ben büyürken bütün bunların normal olduğunu düşünüyordum, ama sonradan anormal olduğunu öğrenmem gerekti.

Tabii, bu öğrenme sürecide oldukça sancılı idi. 

Büyüme çağında bütün arkadaşlarım bu olayları çok tuhaf bulurlardı.

Evet, Bohm’un vurguladığı konulardan biride psikokinesis  konusu.

Bizlerde psikokinesis’e yaklaşım yaparken  gene ‘’Objeyi hareket ettirmek için beyinden hangi enerji ayrılıyor’’ diyerek belki de yanlış yapıyoruz, çünkü Bohm’a göre ise ‘’Hiçbir şekilde bir ayrılık ve bölünme yoktur’’.

Jeffrey- Psikokinesis  beynin madde üzerinde hakimiyet kurması demek.

Michael Talbot-Doğru, cisimleri hareket ettirmek sadece düşüncenin gücü ile oluyordu.

Biz, hareket ettirdiğimiz o objelerle bağlantılıyız.Bizimle onlar arasında bir bağlantı, devamlılık var ve aramızda bir sınır yok. Bunu aynen bir halının üzerindeki desenlerin devamlılığına benzetebiliriz. 

İşte, Bohm, bütün bunları dikkate alarak bunun kendi içimizle bağlantılı bir hareket olduğunu ve herhangi bir fark, bölünme olmadığının idrak edildiğini göstermiştir.

Jeffrey-Biraz ölümden sonra hayat ve diğer gerçekliklerle ilgili spiritüel deneyimlerden de bahsedebilirmiyiz?

Michael Talbot- Evet, daha önce bu konu, yani  holografik düşünce seni  heyecanlandırdığı zaman gündeme getirdiğin bir konu. Yani insanlar bunu ele almışlar ve farklı boyutlar keşfetmişlerdir. Örneğin, bazıları, akupunkturun bu şekilde çalıştığını tesbit ettiler.

Çünkü, sonuçta kulakta mikro akupunktur noktaları var. Yani, bütün beden, tüm organlar bu noktalarda mevcut.

Biz plasebo etkisinden bahsettik bazıları da ölüme yakın deneyimlerden bahsediyordu.   Bunlardan birisi  de bu konuda çalışmalar yapan Connecticut Üniversitesinden  Profesör Kenneth  Ring. 

Yaptığı  çalışmada  klinik olarak öldüğü rapor edilen, ve bir şekilde yaşama geri dönen kişilerle görüşüldü. Bu kişiler  diğer gerçeklik seviyelerini deneyimlediler ve geri döndüler.

Deneyimledikleri bu diğer gerçeklikleri ‘’frekans’’, ‘’enerji’ ve hatta ‘’hologram’’ olarak anlattılar.   Bu gerçekliğin daha şekillendirilmiş  bir tanımı. Bu boyutta düşünceler anında istenen şeyleri yaratıyor.  Orada öyle anlar oluyor ki   acıktığını düşününce hemen yiyecekler meydana geliyor. Veya  daha da iyi bir örnek vermek gerekirse insanların kendilerini bedenlerinden çıkmış bir şekilde veya çıplak olarak görmeleri.    Kendi kendilerine ‘’Aman, ben çıplağım’’ diyorlar’’ ve işte tam bunu düşündükleri anda üzerlerinde elbiseler beliriyor.

Tabii, şimdi biz burada kıyafetin ruhu olduğunu düşünmüyoruz, yani bildiğiniz gibi   yaşamına devam eden bir  ruh olduğunu düşünmüyoruz.

Sonuçta, görünen o ki zihin bu frekans okyanusundan  bir kıyafet hologramı bulup çıkarıyor.   Ken Reeves de böyle söylüyor ‘’Bedenimizden çıkıp ölüme yakın deneyim yaşadığımız zaman hologramda daha derine gideriz.’’

Jeffrey- Sonuç olarak bizim anlayışımızın sınırında olan o kadar çok konu var ki, işte şimdi bizde yeni bir bakışla bunları inceleyebiliriz.

Michael Talbot  seninle birlikte burada olamak benim için bir zevkti.

Değerli okurlar  Michael Talbot la ölümünden dört ay önce yapılan röportaj burada sona eriyor. 

Hologram prensibinin   mistik konularla ilişkisini daha iyi inceleyebilmek için aşağıdaki linklerde ki yazılardan yararlanablirsiniz.

www.ahmedhulusi.org-İLMİ SURET VE HOLOGRAM Ahmed Hulusi ve diğer yazılar

www.sufizmveinsan.com-Bilim Dini etkiliyor
Ahmed Fevzi Yüksel ve diğer yazıları

www.sufizmveinsan.com-Fizik
Kenan Keskin ve yazıları

 

İstanbul - 14.10.2008
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail