Gecen
yazımızda misyonu HİÇLİK
Vizyonu sonsuz mana genişliğine uzanmış,
İlkeleri
ise bu manaları sürekli yansıtan olmamız dileğiyle bitirmiştik.
Bu düşüncemizin ve temennilerimizi
biraz daha açarak yeni fikirlere uzanmanın faydalı olabileceğini
düşündüm...
Misyonu
hiçlik olan sözü tasavvuf felsefesine uzak olan kişilerin
ilk bakışta yabancılıkla hatta biraz önyargıyla karşılayabileceği
bir düşünce gibi görülebilir. Oysa tasavuf litaretüründe
gecen ve ALLAH’ın mutlak zatı diye ifade edilen HU isminden
başka bir sey değildir. Öyleki bu mana tüm manaların sadır
olduğu ama hiçbir mana ile kayıtlanmayan bir kavram olarak düşünülmelidir.
Bu
kavram üzerinde biraz daha düşünür ve biraz daha günlük
hayatımıza sokabilirsek değişik fikirlere yelken açabiliriz.
Hiçbir mana ile
kayıtlı olmayan ama her mana üzerinde mutlak tasaruf eden
birini düşünün. Hiçbir değer yargısı olmayan ama bu değer
yargıları üzerinden, tüm tüm değer yargılarını dilediği
gibi yönlendiren bir insanı düşünün. Görünürde annesi,
babası, çocuğu akrabası olan ama bunların hiç biri ile kayıtlı
olmayan bilakis bunlar üzerinde yaptırım sahibi bir babayı düşünün.
Hiçbir şekil, duygu, renk, koku gibi kavramlarla kayıtlı
olmayan ama bunları dilediği zaman dilediği kadar kullanan
bir şuuru düşünün. Acaba bu şuur için siz bir tanımlama
kullanmak isteseydiniz bu ne olurdu? Aynı seslerin büyük bir
ahenkle beni irite ettiğini duyar gibi oluyorum... HİÇ... HİÇ....
HİÇ... tabiri caizse HİÇ üzeri HİÇ...
Evet
kanımca misyonumuz HİÇLİK sözü biraz daha anlaşılmaya
kavranmaya başlanmıştır. Zira HİÇLİKten anlaşılan hiçbirşey
yapamayan bir zavallı değil bilakis HER şey üzerinde hüküm
sahibi, HİÇbir şeyle kayıtlı olmayan anlamına gelmektedir.
Her kes aslında bir şeyleri ile kayıtlıdır ve
kendini bulmuş olduğu manalar kozasından bir türlü dışarı
cıkamaz.
Bir
dilenci kendini dilenci zanederek ömür tüketir, bir KRAL ise
tüm dünyaya hakim bir güç dahi olsa dünya üzerindekilere hükmeden
kadar kendini sınırlar, sınırlandırır. Oysa mistik veriler
ve çağdaş bilimler ışığında varlığın sonsuzluğu yanında
dünyanın değerleri bir hiç konumuna itilebilmektedir. Esasen
kral o kadar kralığıyla ve dilenci o kadar dilenciliğiyle
kayıtlıdırki, bir gün olsun dahi kral rüyasında
dilencinin yaşamından bir kesit tadamıyacak, buna karşılık
dilencide kendisini rüyasında her gün bir sokak başında
dilenci olarak tasavvur edecektir. Esasında sonsuzluğa ayna
olmak üzere programlamış beyin için yapılabilecek en büyük
zulumdür bu. Onun için hz muhammed bir kişiye yapabileceğiniz
en büyük zulüm onu işaret parmağı ile göstermektir
diyerek. Bir kişiyi belirli değerlerle kayıtlamanın ondaki
sonsuzluğa açılabilecek kapıyı örtmesi açısından o kişiye
yapılan en büyük zulum
olduğunu söylemiştir.
Burdan
hareketle insanca
Tanrı ile ALLAH kulu arasındaki farkıda bu anlatıklarımız
eşliğinde değerlendirebiliriz. Kanımca bahsettiğimiz kral
ile insanca Tanrı arasında pek bir fark yoktur. İnsanca Tanrı
cok geniş skalalara yayılmış, çok geniş mana topluluklarını
fark etmiş, çok şey üzerinde hüküm sahibi olmuş olmasına
rağmen, daha büyük bir batağa düşmüş tüm bu manalar ile
kendini kayıtlamış ve sınırlamıştır. Oysa ALLAH kulu hiçbir
mana ile kayıtlı olmaması itibariyle hem tüm manalar üzerinde
hüküm sahibi olmuş, hem şuurunda sınırsızlığını yaşamış,
hemde bütün bunlardan sıyrılıp kimi zaman derin HİÇliğine
gark olabilmiştir.
Hiçbir
şey ile kayıtlı olmayan bu şuurun vizyonuda tabiki sonsuz
mana derinliği olmalıdır. İlkeleriylede bunu bize her AN çok
açık bir şekilde göstermektedir.
Umarım faydalı bir gezinti, olmuştur...
Hoşçakalın...
İstanbul
- 18.04.2001
http://afyuksel.com
|