Muhammed Hamiddullah
yüzyılımızın en önemli İslâm âlimlerindendir. Sanıyorum, hayatta
olsaydı, kendisine 'İslâm âlimi' diye hitab edilseydi,
tevazuundan dolayı yüzü kızaracak, mahcup olacak, hatta tepki
bile verecekti, ama içten içe bundan memnun olacağı da
muhakkaktı. Çünkü, İslâmî kavramları oluşturmadaki bakış açısına
uygun düşüyor bu yaklaşımımız. İslâm düşüncesine, tarihine ve
uygarlığına dönük çalışmalarının temelinde, İslâm uygarlığının
özgünlüğünü ortaya koyması ve temellendirmesi, imgeleri
kavramlaştırması bir bilince dönüktür. İslâm Peygamberi, İslâm
medeniyeti, İslâm düşüncesi, İslâm Anayasası, İslâm Devleti,
Medine İnsan Hakları Sözleşmesi ve benzeri gibi kavramların
üzerinde titizlikle duruyor. Dış yapıyı kurarken iç ayrıntılara
özen gösteriyor. Bir âlim bakışıyla konuları değerlendiriyor.
Zekat vergi özdeşliği ve devletin yapılanmasının diğer temel
öğelerinin bir bilince dönüştürülmesi gibi kavramsal oluşları
ısrarla vurguluyor. Hamidullah Hoca'nın İslâm hukuku ve adalet
kavramı etrafındaki çabasını iyi değerlendirmek gerekiyor.
Bunları yaparken Batı'nın merkezinde, Batı düşüncesiyle de bir
hesaplaşmaya giriyor. Bunda da önemli başarılar elde ediyor.
Hemen bütün kavramsal öğeleri, özellikle de 'İslâm' vurgusuyla
Batı düşüncesinden ayırt edici bir yaklaşımda bulunuyor.
Konuları bir yandan ilâhi bir temellendirme üzerinde
oluştururken, bir diğer yandan da insanî olanın vurgusunu
yapıyor. İlâhi boyutu kendi gerçekliğinde düşünürken, insanî
yaklaşımı bir abartıya kaçmadan, tamamen insanın kendi doğasının
uygunluğunda ele alıyor. İlâhî olandan yola çıkıyor, insanî
boyutu gözardı etmiyor, diğer düşüncelerden farklı olarak İslâmî
bilimsel oluşumun gerçekleşmesi süreci, boyutlu ve ayrıntılı
olarak ele alıyor. Batı'da Batı'nın bilimsel çerçevesi içinde
bulunarak kendine ait olanı gerçekleştirme çabasına giriyor.
Bizim çoğu yerli âlimlerimizin aksine, o analitik bakış açısıyla
ve medeniyet düzleminde
konulan ele alıyor.
Âlimlerimiz, çoğunlukla medrese geleneğinden geldiği için, bir
düz bakışla konuları ele alıyorlardı geçmiş zamanda. Çok azını
bu istisnanın dışında tutmak gerekiyor.
Onu, bu temel oluşlara
yönlendiren gene de İslâm'ın açımlayıcı ufkudur. "İlim mü'minin
yitik malıdır, bulunduğu yerde alınmalıdır." ilkesinden yola
çıkıyor Hamidullah Hoca. Kendi hayatı ve bilimsel çalışmaları ve
bakışı da bu olgu üzerine kuruludur. Doğu toplumlarının en
önemli sorunlarından biri olan duygusal yaklaşımlı davranmıyor.
Sanıyorum kendisine
dönük yapılan eleştirilerin temelinde yatan da Hamidullah
Hoca'nın nesnel bakış açısıdır. İlâhî olanı kendi gerçekliğinde,
insanî boyutu ise abartıdan, duygusal olandan, insanın
tanrılaştırılmasından uzak tutmasından ötürü eleştirilerin
hedefi oluyor. Elindeki bilgileri, abartılı ve duygusal bile
olsa, yerine göre en uygun bir şekilde kullanıyor.
Duygusallıklar bile soğukkanlı gerçeklikte yerini tam olarak
buluyor.
Yazımı; Hamidullah
Hoca'nın kavramlaştırma ve temellendirme düşüncesi üzerine kurar
ve düşünürken, Irak'ı işgal savaşının gölgesindeyim, karmaşık
duygular yaşıyorum. Merhum Hamidullah'ın uygarlık temelli
yaklaşımını yazımla temellendirmeye çalışırken, Irak'a,
uygarlığımıza ait eserlerin üzerine ABD bombalarının yağmasının
bende uyandırdığı duygunun da etkisini taşıyorum. Çünkü
Hamidullah'ın çırpındığı medeniyet düşüncesiyle
beslenenlerdenim.
Günlerdir yeniden
eserlerini okuduğum Merhum Hamidullah'ın, İslâm imgesi
etrafındaki temellendirmeleri nasıl sağlıklı bir sonuçla ortaya
koyduğunu gösteriyor. Peygamber Efendimiz'in Savaşlarının
üzerinde durduğu, bugünün bakışından sorunları çözmedeki temel
yaklaşımı ve vardığı sonuçlar uygarlık bağlamlıdır. Erzurum
İslâmî İlimler Fakültesi'nde dersini izlediğimde benim
dikkatimden kaçmayana önemli bir duruşu vardı. Bedir Savaşı'nm
geçtiği yeri, kara tahtaya kroki çizerek anlattığında kendisini
konuya nasıl verdiğini görmüştüm. Bunun ötesinde, Bedir savaş
alanını bizzat yerinde izlemesi, hemen bütün ayrıntıları görmesi
önemli bir yaklaşımdı. Peygamber Efendimiz'in Savaşları kitabını
yeniden okuduğumda gördüğüm diğer önemli bir husus, hemen bütün
savaş alanlarını bizzat yerinde görmesi, jeolojik yapısını
incelemesi, savaşı kazanan dehanın ve ilahî yansımanın
debelendirmesini yapmasıyle bir sonuca ulaşıyor. Örneğin; Taife
eşek veya deve sırtında yolculuk yapması, hem savaş hem de zor
koşullarda yolculuk psikolojisini yaşaması, hem duygusal hem de
bilimsel yaklaşımıyla medeniyetine ve düşüncesine verdiği önemi
gösteriyor. Çölde, günlerce süren uzun ve yorucu yolculukla
yolculuk psikolojisiyle o ruhu kavramaya çalışıyor.
Bilimselliğin yanında diğer etkenleri de göz ardı etmiyor.
Değerlendirmelerini başkalarının bakış açısına ve rastlantılara
bırakmadan bir sonuca varıyor.
Uygarlık temelli
yaklaşımında; Osmanlı Devleti'nin tarihe bakışını, medeniyet
değerlerine yaklaşımım ve emanet aldığı değerleri koruma altına
alışını, hatta yeniden imar edişini önemsiyor. Cami, türbe ve
Peygamberimizin bulunduğu mekânları anıtlaştırarak korunmasına
karşı duyduğu saygıyı ve memnuniyeti dile getiriyor. Bunu,
abartmadan, hatta Arapları ürkütmeden yapması da onun bir diğer
inceliği ve önemli bir dikkatidir. Bu son yüzyılda Araplar'ın
tarihi eserlere karşı olan kıyıcı yaklaşımım,Türklere bu anlamda
saygı gösterdiğini ifade ederek belli ediyor. Dolaylı bir
biçimde Arapları eleştirmiş oluyor. İleride yapacağı
çalışmaların önünü tıkamak istemiyor. Sanıyorum bunun başlıca
nedeni, gurbette, özellikle Fransa gibi bir ülkede yaşıyor
olmasının getirdiği bir psikolojidir. Her ayrıntı onun için
önemlidir. O, bütün hayatını İslâm'a adamış bulunuyor,
Türkiye'ye bu anlamda girip çıkmada bir zorlukla karşılaşmaması,
kütüphanelerdeki engin birikimden yayarlanaması kadar,
Peygamberimizin yaşadığı topraklar, adım attığı her alan onun
için gene bir o kadar önemlidir. Türk insanının sıcak ve samimi
yaklaşımı da onu etkilemiştir. Medeniyet oluşturan bir millet,
onu koruyan bir millettir, aynı zamanda medeniyeti yeniden
diriltebilecek olandır.
Muhammed Hamidullah, bir
öykü ve roman anlatıcısı gibi, hiç bir ayrıntıyı kaçırmıyor. En
küçük ayrıntıların götüreceği sonuç onun için çok önemlidir.
Medeniyetimize ait bir eseri yerinde incelerken bütün dikkatini
oraya yoğunlaştırıyor, tarihi süreci, psikolojik sonuçları,
jeolojik özellikleri, toplumsal oluşları göz ardı etmiyor. Bunun
için de olsa, tarihi eserlerin, yazmaların, bilgi kaynaklarının
günümüze ulaştınlmasındaki duyarlığından ötürü Türklere olan
saygısını ifade etmekten geri kalmıyor. "Türkiye benim ikinci
ilim yurdum-dur" ifadesinde bulunuyor ki, bu çok önemlidir.
Paris'te durarak İslâm'ın bilgi kaynaklarına Türkiye üzerinden
ulaşıyor. Türkiye'deki kütüphaneler onun için bulunmaz bir
nimettir.
Tarihi süreci,
anlatırken, konu başlıklarını numaralandırıyor, buradan bir
sonuca varıyor. Âdeta bir kazı yapar gibi ilerliyor, zaman
içerisinde ulaştığı yeni bilgileri de eklemliyor, yaşadığı
dönemde, gücünün yettiğince hiç durmadan çalışması, enerjisini
sonuna kadar kudar kullanması onu tanımlayan bir diğer
özelliğidir.
Gerek benim ve gerekse
Türkiye insanının Hamidullah Hoca ile tanışması bir rastlantı
olmasa gerek. Bizim üzerimizde dikkat ve duyarlık bilincini
oluşturmada önemli bir rolü vardır. Birbirimizi bulmamız,
birbirimizle örtüşmemiz ortak ruhun medeniyet düzlemindeki bir
yansımasıdır.
Bir âlim olarak,
bilgisini, birikimini ve duyarlığım medeniyet düzleminde ele
alıyor ve en üst düzeyde dünya düşünce alanına sunuyor. Önemli
bilgi kayanaklarını ustaca aktarıyor, İslâmî duyarlığını ve
bilincini temel lendiriyor.
Kavramların oluşumunu
sağlarken, kendinden emin, daha doğrusu sahip bulunduğu
medeniyet düşüncesinden emindir.
Uzun yıllar önce 1930'lu
yıllardan itibaren Türkiye ile ilişkileri onun bakış açısını
belirlediğine kaniim. 1930 ila 197O'li yıllar arasında hem onun
için hem de bizler içen iki önemli aşama bulunuyor. Bunlardan
ilki, Hamidullah Hoca 1970'li yıllara kadar bir avuç ilgili
tarafından izleniyordu. Bu, tam bir düşünce eylemine dönüşmediği
bir tarih kesitidir. Bu, Büyük Doğu ve Diriliş düşüncesinin
kendini bulduğu bir dönemidir de. İkincisi ise; 1970'li
yıllardan itibaren geniş kitlelerce bilinmesi ve tanınmasıyla
dikkatimizi çekiyor. İlk evresi, âlimler, bilim adamları ve
kendisine öğrenci olanlarla sınırlıdır. Bilim çevrelerine
verdiği konferanslar ve seminerler de sınırlı bir çevre
oluşturuyor, ama zamanla geniş bir alan buluyor.
Türkiye'de geniş
kitlelerce tanınmasının ve bilinmesinin asıl nedeni: İmam Hatip
Liselerinin hayatın çeşitli alanlarında kendini bulması, Yüksek
İslam Enstitülerinin ve İlahiyat Fakiltelerinin yaygınlaşması,
okuma düzeyinin ve bilincinin artması, bunun sonucu olarak da
Muhammed Hamiddullah Hoca'nın eserleriyle birebir tanışması aynı
dönemdedir.
yediiklim@yahoo.com
İstanbul - 26.04.2003
http://gulizk.com
Yedi İklim Dergisi
Nisan 2003
|