GÜZEL YAZI YAZMA SANATI VIII. BÖLÜM
MÜKEMMEL BİR ROMAN NASIL YAZILIR?



İnsanoğlu duygu ve düşünce yönüyle zengin ve derin bir varlıktır. Bu hazine her insanda olduğu halde, birçok insan hayatı boyunca kör, sağır ve dilsiz yaşar. İnsandaki cevher yeryüzünde hiçbir varlıkta yoktur, ancak bu cevheri işlemek, parlatmak, ve değerli kılmak herkesin kendi elindedir.

Bu yazı dizisi geleceğin büyük ve ünlü yazarlarına, zirve kapılarını açan anahtarlar olarak tarafımdan büyük bir özen ve zevkle hazırlanmıştır... Zirveyi hedeflemek isteyen tüm gençlerime bu yazılarımla katkıda bulunmak ise benim için büyük bir şeref kaynağıdır...

Yazarlığı ekilmeye hazır bir bahçe gibi tasavvur ediniz. Bahçedeki tüm işlerinizi büyük bir özenle yaparsanız, bahçenizde güller de biter, nergisler de... Şüphesiz hiç bir bahçe bir diğerine benzemez. Ancak asıl birbirine benzemeyen bağ – bahçeler değil, o bahçeleri elleriyle verimli kılan bahçıvanlardır. Öyle bahçıvanlar vardır ki, verimsiz topraklardan azami şekilde verim alırlar. Bunun yanısıra öyleleri de vardır ki, verimli topraklardan hiçbir hasılat alamazlar... Varlıklı ve zengin ailelerden gelip de, adam olamayanları tasavvur etmeniz yeterlidir. Bu insanlardan olmayınız...

Dünyada yaptıkları işlerle ölümsüz ün yapmış insanların birçoğu olanakları oldukça kısıtlı fakir aile çocuklarıdır. Bir örnek vermek gerekirse: Albert Einstein, Marie Kürie, Sokrates, Edison ve birçok başka bilim adamı ve sanatçı.   

Şimdi size güzel yazı yazma sanatı üzerine kalın bir kitap yazmış olan Robert Peck’in yazar olmak isteyenlere tavsiyelerini aktarayım:

“Eğer işinizi yarım yamalak yapıyorsanız, hemen iflas bayrağını çekebilirsiniz! Bir bölümü bakire bir kağıda geçirmeden önce ev ödevlerinizi yapmalısınız. Birinci bölümü yazıp da, sonra bir hafta önünde oturup, ikinci adımın ne olabileceğini düşüneceğinize, her figur üzerinde ayrı ayrı çalışmalısınız”.   

Ev ödevlerini yapmak demek, her figur için arka perde çalışması yapmak, arka platformu hazırlamak demektir. Bu ne demektir? Figurun hayat hikayesini, biografisini yazmak: Her yazar için romanın kahramanının hayat hikayesini yazmak iyi bir roman için yapılan en ilk adım, en iyi ön hazırlıktır.

Amacınız bir kriminalroman yazmak ise, ilk önce bir „katil” yaratmak zorundasınız. Katil romanda kötü kişi, romanın Antagonisti’dir. Şimdi bu ahlaksızı anlatırken, hikayenin yazarı aslında katilin kendisidir. Romandaki rol dağılımı çünkü yazarın (yarattığı katilin) planına bağlıdır.

Örnek: Bir kadın üzerine bir roman yazmak istiyorsunuz. Kadın ailenin adını batıran, kumar ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşan kocasını öldürtmek istiyor. Kadının kim olduğunu bilmiyorsunuz henüz. Bu işte ne kadar ileri gideceği hakkında da hiçbir görüş sahibi değilsiniz. Ancak oldukça zeki bir kadın olduğu kanısındasınız, yoksa iyi bir Antagonist olamaz. Kadın elbette planını bütün marifetleriyle, bütün zorluklarıyla gerçekleştirecek ve olayı araştıran dedektife hiçbir ipucu vermeyecektir.

İkinci işiniz, olayı açıklığa kavuşturacak bir soruşturmacı, bir Protaganist’tir. Ancak romanınızdaki dedektif üzerine de hiçbir bilginiz yok. Dedektif acaba nasıl biri olmalı? Soğuk kanlı bir Profi (Philip Marlow, veya Derrick gibi), entellektüel yapılı bir Profi (Sherlock Holmes, Hercule Pierrot gibi), ya da kabiliyetli bir Amatör (Ellery Queen, Mis Marpel gibi). Dedektif seçiminiz hangi tip kriminalroman yazacağınızı belirler. Birçok kriminalroman okuyucuya oldukça zevkli saatler bağışlar. Tabi, eğer büyük bir olay mükemmel bir şekilde yazılmışsa...

Roman yazarken hangi tip romandan hoşlanıyorsanız, o tür bir roman yazmalısınız. Eğer aşk romanı seviyorsanız, kriminalroman yazmaya kalkmayınız. Yazacağınız kitap öyle olmalı ki, kendiniz de zevkle okuyabilmelisiniz...

Roman tipleri yazarlara göre değişir. Hangi stilde yazmak istiyorsanız, o stilde yazılan çok sayıda roman okumuş olmalı, o roman tipinin geleneğini iyi kavramış olmalısınız. Eğer tanınmış bir yazar iseniz, tüm gelenek ve görenekleri çiğneyebilir, kendi yarattığınız stilde yazabilirsiniz. Fakat işe henüz yeni başlayan bir yazar sevdiği roman tipinin kurallarını, şartlarını öğrenmek zorundadır. Kabul edilir sınırları aşmamak, o sanatkar aleminin sınırlarına riayet göstermek, onların çığırından çıkmamak, acemi yazarlar için şarttır.

Önemli olan kabul edilir sınırlar çerçevesinde “yaratıcı” olmaktır. Tıpkı bir mühendisin evin çatısına duvarların köşe ve eğilimlerine göre şekil verirken, evin diğer gerekli odalarını; yatak odasını, banyo ve tuvaletini inşa etmeyi unutmaması gibi...

Eğer romanınızın kahramanının adını bulmak size zor geliyorsa, telefon rehberini açınız. Bir yığın ismin arasından kahramanınıza bir isim bulmak, herhalde kolayca mümkün olur.

Geçen yazımda figurun ne anlama geldiğini aktarmıştım. Romanlar içindeki figurların hayat hikayeleriyle roman olurlar. O yüzden şimdi konumuz:

FİGUR NASIL YARATILIR?

Roman figuru yaratırken yapacağınız en önemli iş: Steriyotiplerden kaçınınız! Steriyotipler herkesin tanıdığı, klişe haline gelmiş piyasa tipleridir. Romanda geçen bütün figurlardan iyi bir orkestra yaratınız.

Lajos Egri’ye göre sanat birbirine zıt (kontrast) figurların biraraya gelerek, iyi bir orkestra oluşturması, her figurun bir müzik aleti gibi bir ses çıkarması ve aynı anda notalara basması gereklidir. Güzel bir melodi her enstrümanın çıkardığı akordlu, uyumlu çalınmasıyla mümkündür.

Bu da demek oluyor ki, roman yazarken bütün figurları açgözlü, ya da hırslı yapmamalısınız. Figurlar birbirlerini güneş ile gölge gibi tamamlamalı. Örneğin, eğer bir figur oldukça çalışkansa, bir diğer figur tam tersine tembel olmalı. Shakespear’in Hamlet tiyatro oyununu herkes tanır. Hamlet o oyunda oldukça isteksiz, kararsız bir insan. Düşünmeyi hareket etmeye yeğleyen, kara kara hüzün dokuyan, deppresif, acınacak bir adam. Onun kontrast figuru ise Laertes, tam anlamıyla bir aksiyon adamı...

Başka bir nokta: Roman yazarken yazarın uzun bir süre dünyayı roman figurunun gözleriyle görmesidir. Romandaki figurların kendisiyle çalışmasını istemelidir. Eğer figur hoşuna gitmiyorsa, o figuru başka şekil karakterize etmelidir. Bütün „yuvarlak figurların“ bir geçmişleri vardır, tıpkı gerçek insanlar gibi, figurlar da kendileriyle birlikte bir geçmiş taşırlar.  

Daha önce de belirttiğim gibi roman yazmaya başlamadan önce romanın kahramanının hayat hikayesini kendisinin ağzından yazmalısınız. Yazacağınız hayat hikayesi bir karakter araştırması değil, figurun hayatının kısaca özeti. Bu biografi yazarın kendi figurunu anlaması, kavraması ve onu daha iyi geliştirebilmesi için gereklidir. Bu hayat hikayesi yaklaşık 20-50 sayfa arasında olabilir. Ancak romanın içinde hayat hikayesi açıklanmak zorunda değildir. Sadece olayların neden birbirine bağlı olduğu konusunda okuyucuya ipuçları verebilir.

HAYALİ BİOGRAFİ

Diyelim ki bir roman yazmak istiyorsunuz. İlk önce romanınızın kahramanını doğumundan romanın başındaki ilk hareketine kadar tarif etmeniz gerek. Bu iş figurumuzu en iyi şekilde tanımanız için şarttır. Yazacağınız romanın kahramanını en az kardeşiniz, en yakın arkadaşınız gibi tanımalısınız. Bunu yaparken, belki bütün detayları yazmak mümkün değildir, ancak biografik notlarda hareket sebebi olacak herşey fügur üzerine yazılmalı; figurun kişisel ilişkilerini, alışkanlıklarını, amaç ve hedeflerini, inanç ve batıl inançlarını, ahlaki anlayışını ve tüm vasıflarını... Figurunuzun politik görüşünü, dini anlayışını, arkadaşlık anlayışını, aile durumlarını, umutlarını, rüyalarını, uğraşılarını, ilgi alanlarını, okulda öğrendiklerini, ön yargılarını, ruh doktorundan sakladığı yönlerini, kendinden sakladıklarını, kısaca figurunuzun her yönünü kendiniz için tasvir ediniz.

Figurunuzu ne kadar iyi tanırsanız, olaylar karşısındaki reaksiyonları hakkında o kadar bilgi sahibi olursunuz. Ancak onu her ne kadar iyi tanırsanız tanıyınız, yine aklınızın almadığı noktalarla karşılaşabilirsiniz. Örneğin: Figurunuz bir cüzdan buldu, diyelim. Cüzdanın içinde en az 10.000 Euro para var. Acaba figurunuz bu durumda nasıl davranır? Parayı sahibine mi verir, yoksa kendisine mi harcar. Diyelim ki ölümcül bir hastalığa yakalandı. Bu durumda acaba intihar mı eder, yoksa oralı olmaz mı? Eğer evinde bir yangın çıkmışsa, acaba ilk önce hangi ev eşyasını kurtarmaya çalışır. Eğer bu tür sorulara bir cevap bulamazsanız, yazmaya başlamadan önce roman figurunuzu daha detaylı yaratınız.

Şimdi bu biografiyi nasıl yazacağınızı açıklamam belki bu yazının sınırını aşar, o yüzden kısaca kendi hayat hikayemle bir kesit sunayım size:

28. Mart 1962 Antakya doğumluyum. Doğumumdan iki yıl sonra öğretmen olan babamın tayini Malatya’ya çıktığından, çocukluğum Malatya’nın köylerinde geçti. Halk öğretmenlere büyük bir sevgi ve saygı duyuyordu, o yüzden evimizde hiç bir eksiğimiz olmazdı. Bal, kaymak, keklik etiyle büyüdüm, diyebilirim. Ancak çocukluğum çok kısa sürdü. Onbir yaşımda iken annem ve babam Almanya’ya gittiler ve beni iki kardeşimle kiralık bir evde yalnız bıraktılar. Bu işi eğer Almanya’da yapmış olsalardı, hapishaneyi boylamışlardı. Ancak ne var ki, Türkiye’de benim gibi binlerce çocuk ailesinden ayrı yaşamak zorundaydı ve devlet hiçbir müdahale yapmıyordu. Onyedi yaşıma kadar bir ev idare ettim... Çocuk başıma gider ardiyeden odun satın alır, turşu yapar, yatak diker, tüm ev işlerini bir yetişkinin bile yapamayacağı şekilde yapardım... Yıllar sonra dedem ölmüştü. Babam cenaze törenine gitmiş ve oradaki komşularımızla konuşmuştu... Kapı komşumuz Hanım Teyze babama: ‘Hayatımızda sizin çocuklarınız kadar terbiyeli çocuk görmedik!’ demişlerdi... Her yıl anne babamıza okulumuzdan ‘Teşekkürname ve Takdirname’ yollardık. Babam yedi kişilik bir aileye yetecek kadar para yollardı, ancak ben harcamasını bilmezdim... Hala parayla problemim vardır benim. ... Paralarımı bir haftada bitirir, Battal Dayının dükkanından borca alış-veriş yapardık. Annem babam izine geldiğinde bütün borçlarımızı kapatır, giderlerdi. Onyedi yaşımda liseyi bitirdim, çünkü altı yaşımda okula başlamıştım. Aslında beş yaşında başladım, fakat altı yaşımda okula yazdırıldım. Dünyada en sevdiğiniz şey ne diye sorsalar bana ‘okul’ derdim... Okulum bittiği zaman ağlar, tatillerden hiç hoşlanmazdım... Üç ay tatilin bitmesini her seferinde iple çekerdim... Liseyi yeni bitirmiştim... Annem babam izine gelmişlerdi... Bizi de Almanya’ya götürmek için gelmişlerdi... Yurtdışında yaşamayı o zamana kadar aklımın köşesinden bile geçirmemiştim. Babam benim gitmek istemediğimi duyunca, beni banyoya kapatıp, saçlarımdan tutup, tutup duvarlara vurmuştu... Beni zorbalıkla Almanya’ya getirmişti... Bu despot hareketini ömrümün sonuna kadar unutmam...  

Almanya’ya geldikten sonra başdöndürücü hayat hikayem başladı... Yıllar sonra bir gün belki bütün dünya neler yaşadığımı bir filmde görecektir... Elisabeth Taylor bile yaşamamıştır benim yaşadıklarımı...           

İşte hayatımdan kısa bir kesit... 

ROMAN FİGURUYLA RÖPORTAJ

Eğer roman figurunuzu ruh gözünüzle tam anlamıyla göremiyorsanız, o zaman figurunuzu bir divana oturtup, bir gazeteci gibi sorguya çekiniz. Kahramanınızın ruhunu avcunuzun içi gibi tanıdıktan sonra romanınızı yazmaya başlayabilirsiniz.

Mesela:

Yazar: Nuray Hanım hayatınızın ‘başdöndürücü’ olduğunu söylediniz... Bunu biraz açıklar mısınız?..

Nuray: Evet, başdöndürücüydü hayatım... Hayatımda üç kez öldüm, üç kez yeniden dirildim... Üç kez benliğimi kaybedip, bir çocuk gibi adımı yeniden öğrendim... Benliğim duayla ayakta durur benim... Oldukça huzursuz bir aile hayatı yaşadık... Annemiz babamız 35 yıl boyunca ruhumuzu zehirledikten sonra ayrıldılar...  O yüzden 42 yaşımda evli değilim...

Yazar: Zorla Almanya’ya getirildiniz... Almanya’da olmak şimdi de Size zor geliyor mu?

Nuray: Almaya değil, dünya bana dar geliyor... Almanya’da iki fakülte bitirdim, hayatım boyunca okumuşum... Siz hiç 35 Sömestre üniversite okuyan birine rastladınız mı? Ben tam 35 sömestre okumuşum... Ama öğrenimimden ne yazık ki hiç bir hasılat alamadım henüz... O yüzden canım başka uzak bir ülkeye, başka bir gezegene taşınmak istiyor...

Bu şekilde sorgulamanızı sürdürebilirsiniz roman figurunuzla...

ROMAN KAHRAMANININ ODAK NOKTASINDA HER ŞEYİ ETKİLEYEN TUTKU VE ONU KEŞFETMENİN YOLLARI

Her şeyi etkileyen ‘tutku’ roman figurunun en temel dürtüsünü, romanın işletici çarkını teşkil eder. O yüzden romanın kahramanı heyecan verici bir kitapta her zaman kararlı, azimli, istekli ve güçlü olmalıdır. Yazımın birinci bölümünde bahsettiğim romanlardan tutkuya örnekler:

-         Hamingway’in ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ kitabında yaşlı adam toplam 84 gün hiçbir balık tutamaz. Onuru, gururu, şerefi sözkonusudur. Parası da kalmamıştır... Herkesin diline düşmüştür adam. Ya oltadaki büyük balığı tutacak, ya da bu deneyde ölecektir...

-         Michael Carleone Mario Puzo’nun ‘Kirve’ kitabında şerefli bir Protagonist örneğidir. Michael’in babası öldürülmüştür. Sevdiği aile fertleri kuşatma altındadır. Babasının düşmanları tüm aileyi uçuruma sürüklemiştir. Michael Carleone aileyi kurtarmak için her riske katlanmak zorundadır. Can pahasına da olsa aileyi kurtarmaya çalışır...

-         Kesey’in ‘Guguk kuşu yuvasından biri geçti’ kitabında McMurfy herşeyin kendisinin

düdüğüne göre ötmesini ister. Hastahanedeki başhemşirenin emrine girmek istemez. Akıl hastahanesinin en delisidir çünkü... Ya hastahanedeki duruma boyun eğmek, ya da bu deneyde ölümü göze almak zorundadır...

-         Leamas’ın ‘Soğuktan gelen İspiyoncu’ kitabında romanın kahramanı demir perdenin

diğer tarafına geçer, Doğu Alman bir başispiyoncuyu tuzağa düşürmek için, karşı tarafa ispiyoncu olarak sığındığını gösterir. İhanet pahasına, hayal kırıklığı pahasına da olsa, içler acısı sona kadar üzerine düşen görevi yapar...

-         Novakovs’un Protagonisti Humbert Humbert ‘Lolita’ adlı eserde bir alçaktır, ancak

      Lolita’ya sırılsıklam aşıktır. Ya Lolita’nın sevgisini kazanacak, ya da bu uğurda  ölecektir.

Başka örnekler bulmak için hiç uzun aramanız gerekmez. Herhangi bir romanda okuduğunuz       

bir kahramanı düşünmeniz yeterlidir. Bu figurun iç dünyasında mutlaka bir ‘TUTKU’ bulursunuz. Elinize geçen herhangi mükemmel bir romanı inceleyiniz, içinde mutlaka sürükleyici bir tutku, yakıcı bir ihtiras bulursunuz...

 

STERİOTİP FİGURLARDAN KAÇININIZ:

Steriotip figurlar yazımın başında da değindiğim gibi, genellikle çok tanınmış figurlardır. Örneğin: Altın kalpli orospu, Güney’li Şerif, Sadist ruhlu, ama pamuk kalpli Privatdedektif gibi...

Televizyonu açınız, hemen hemen her dizi filmde birçok steriotip insanlar bulursunuz. Bir Figur John Wayne’ye benziyor derseniz, o kişi John Wayne’nin film dünyasında yarattığı John Wayne steriotipinde bir adam anlamındadır. Kendi sinema dünyamızda da bu tip yaratılmış steriotipler vardır. Örneğin: Türkan Şoray (Steriotip: genellikle altın kalpli orospuyu oynar), Yılmaz Güney (Çirkin Kral imajı), İnek Şaban (Türkiye’nin en büyük komediyantı: ) gibi...

Okuyucu hiçbir zaman güzel bir kızın faşist ideolojiye ilgi duymasını istemez. Veya örgü ören, pasta yapan bir büyükannenin bodrum katta bomba üretmesini beklemez. Yani okuyucunun roman figurundan belirli beklentileri sözkonusudur. Yazarlar roman figurlarını bir yerde örf-adetler çerçevesinde yaratırlar...

Eğer okuyucunun figurla ilgili beklentilerini yerine getirdi iseniz, figurda hiçbir çelişki, hiçbir sürpriz kalmadıysa, o zaman yarattığınız figur bir Steriotip figurdur. Eğer ama büyükanne birden emekli öğretmen olursa, ya da entellektuel alim birden boks sporu hayranı, o zaman o Steriotipi kırmış olursunuz.

Figurlar Edebiyat dünyasında binbir Enkernasyon şeklinde mevcuttur. Bu durumda ne yapılmalı? Steriotipleri kırmak için figurlara değişik alışkanlıklar yükleyebilirsiniz. Mesela adam zengin bir işadamı, ancak kumar oynuyor. Veya bir dedektif bir ev kadınından daha güzel yemek yapıyor...

Tabi bu tür sınır aşmalar roman figurunuza uymalı, onun fizyolojik, sosyolojik, psikolojik yönlerine ters düşmemeli. Yoksa okuyucu yazarın sürpriz yapmak, şok etmek için figura bu tür karakterleri yüklediğini anlar.

Mesela çok duyarlı bir sanatçı alçak bir karakter özelliği taşıyabilir. Her insanda çelişkiler bulunduğundan, okuyucu bunları bir figurda bulmayı sever. Her özellik gibi çelişkiler de roman figurunun hikayesine yönelik olmalılar. Meydana çıkan duygu ve düşünceleri kahramanın hareketleriyle etkilemeliler...

Evet, daha fazla uzatmadan burada noktalıyorum...

DEVAM EDECEK!                    

NURAY  LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
İstanbul -16.03.2005
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail