Bağımlılık,
çok farklı çeşitlerde karşımıza çıkabiliyor. Kokain, eroin, alkol
bağımlıları, işkolikler, alışveriş tutkunları, sekskolikler ve onlarca
benzer örnek... Bağımlı olmak ne anlama geliyor? Bu fizyolojik bir
sorun mu, psikolojik mi, yoksa ikisinin bir karışımı mı? Dahası,
"bağımlılığa yatkın kişilik" terimi hangi ölçütlere oturuyor?Bazı
kişiler genetik yapıları nedeniyle kumar oynamaya ya da eroin
kullanmaya mı programlı, yoksa insanoğlu bir davranışın tutsağı olmaya
eğilimli bir varlık mı?
Amerikan Psikiyatri Derneği'nin Teşhis ve
İstatistik El Kitabı'nda "bağımlılık" değil, "uyuşturucu madde ve ilaç
bağımlılığı" ya da "dürtü kontrol bozukluğu" terimi kullanılıyor.
Tutku ve tutsaklık sorunu ya da bir başka ifadeyle alışkanlık ve
bağımlılık, birbirlerinden farklı terimler. Yine pek çok psikolog
gibi, Cardiff Toplumsal Bağımlılık Birimi klinik psikologlarından
Richard Pates de, "bağımlı kişilik" yerine "kompülsif bozukluk"
ifadesinin uygunluğunu savunanlardan.
Pates, herkesin bazı koşullarda bağımlılık
potansiyeline sahip olduğuna inanıyor. Örneğin, insanların öğrencilik
yıllarında, yaşamlarının diğer dönemlerine oranla çok daha fazla alkol
tükettiklerini, çünkü bunun kültürel bir norm kabul edildiğini
belirtiyor.
Tabii ki, her insan kendisine haz veren birtakım duyguları tatmak
istiyor. Bağımlı kişi, bu doğal dürtüyü çok uçlarda yaşamayı tercih
ediyor. Bağımlı olmayan kişi, o güzel anla yetinip durmayı başarırken,
bağımlı, aynı eylemi defalarca tekrarlama gereksinimi duyuyor.
Alışkanlığının esiri olmaya başlıyor, arzusunu dizginleyemiyor ve
tutkunu olduğu eylemi her gerçekleştirdiğinde, buna bağlı
rahatsızlıklar, psikolojik sorunlar yaşıyor.
Alışkanlık ve bağımlılığın fizyolojik
açılımını kavrayabilmek için, beyindeki sinir yollarında ya da "haz
merkezi"nde nelerin meydana geldiğini bilmek gerekli.
Haz merkezinde, serotonin, dopamin, glutamat gibi beynin doğal
yollarla oluşturduğu psikoaktif maddeler, bu maddelere ilgi duyan
alıcılar (reseptörler) ve bu maddelerin taşıyıcıları (transporter)
bulunuyor. Bütün bunlar, nörotransmitter bağlantı şebekesiyle haz,
duygu ve heyecan durumlarını yaratıyor. Kişi kendisini iyi
hissetmesini sağlayacak bir eylemde bulunduğunda, beynin haz
merkezindeki bu kimyasal ağ, uyum içinde harekete geçiyor.
Bu ilişkiler ağının, yaşamın asıl amacını
zevk kabul eden hedonizm öğretisini doğru-lar nitelikte olduğunu
söylemek, çok da yanlış sayılmasa gerek. Ancak, gerçekte bu merkez,
öğrenmeyi teşvik eden, insanoğlunun yaşamını sürdürmesi için gerekli
olan üreme, yemek yeme ve su içme gibi eylemlerin emredildiği yer.
Örneğin, hazza yol açan "nörotransmitter"lerdeki artış, seksin günlük
yaşamda bir eğlenceye dönüşmesini sağladı; bu nedenle de, eylemin
tekrar edilmesi isteği doğuyor. Evrim döneminde seks, sadece bir üreme
aracıydı ve türün devamlılığı için gerekliydi, bir zevk unsuru
değildi.
Haz uyandıran eylem bir kez
gerçekleştiğinde "nörotransmitter"ler, enzimler tarafından
parçalanıyor ya da taşıyıcı moleküller tarafından alınarak daha sonra
kullanılmak üzere depolanıyor. Narkotik olmayan bağımlı (kumar veya
seks bağımlısı gibi), eyleminin kendisi için nörokimyasal açıdan
teşvik gören bir özelliğe sahip olduğunu öğrenince, bu alışkanlığı
tekrarlama eğilimine giriyor. Örneğin kumar, onun haz merkezini
doğrudan uyarıyor ve kişi bu duygunun tutsağı oluyor. Bağımlı olmayan
kişi de bunu fark ediyor. Ancak, normal sınırlar içinde eylemi ne
zaman yapıp ne zaman yapmayacağı konusunda yargıya varabiliyor.
Eroin gibi uyuşturucu madde ve ilaç
bağımlılığında süreç çok daha farklı gelişiyor. Eroinin kendisi beynin
biyokimyasını bozuyor; dopamin, enkefalin ve diğer haz üreten
kimyasalların düzeyini artırıyor. Örneğin kokain, dopaminin geri
alımını engelliyor. Amfetaminler ise, dopaminin taşıyıcılar yoluyla
depolanmak üzere geri alımını engelleyerek, daha fazla dopaminin
kullanılması sağlıyor.
İlk
başlarda, beyin bu kimyasal istilaya karşı tepki geliştiriyor. Ancak,
kısa bir süre sonra teslim oluyor ve bu uyuşturucu madde
bombardımanını yaşamın bütünlüğünü sağlaması için kurduğu denge gibi
kabulleniyor. Kimyasallar beynin kontrolünü ele geçiriyor. Müptela,
artık kendisini iyi hissetmek için değil, normal hissetmek için
uyuş-turucu maddeye ihtiyaç duyuyor. Artık zevk yok oluyor, ihtiyaç
başlıyor. Beynin mü-cadelede yenik düşmesi, birtakım rahatsızlıklar
doğuruyor. Beyin sinirleri üzerindeki başkalaşma, psikolojik
bağımlılık, depresyon ve şiddetli arzuya yol açıyor. Kişi iki çıkmazın
pençesine düşüyor: daha fazla maddeye psikolojik arzu, maddenin
eksikliğine bağlı olarak vücutta meydana gelen fizyolojik "yoksunluk
sendromu"…Madde, beynin duygu, heyecan ve bellekle ilgili
bölümlerini doğrudan etkilediğinden, kullanıcı sürekli bu heyecan ve
hatırlamanın etkisi altında kalıyor; madde anılarını canlı tutuyor. Bu
durum, bağımlılığın aşılmasını daha da zorlaştırıyor. Kişiye maddeyi
çağrıştıran bir yer, bir görüş ya da kişisel eşya, arzuyu
tetikleyebiliyor.Kullanıcılar çoğunlukla, yaşam alanlarında
kendilerini bu tür bir bağımlılığa sürükle-yen fizyolojik eylemi
normal olarak nitelendiriyorlar. Bunu bir yaşam tarzı olarak
be-nimsiyor; düşüncelerinin, duygularının ve çevreleriyle kurdukları
ilişkinin bir ifadesi olarak görüyorlar.
Çevre, bağımlılık konusunda yaşamsal bir
önem taşıyor. London Kings College Uyuşturucu Madde Bağımlılığı Bölümü
profesörlerinden Griffith Edwards'a göre, toplumsal haklardan yoksun
koşullarda yaşayan bir kişinin, daha iyi koşullarda yaşayanlara oranla
madde bağımlısı olma eğilimi 30 kat fazla.
Edwards, "Yıkıcılığın teşvik edildiği bir
çevrede yaşıyor, amaçsızca okula gidip geliyorsanız, eroinman olmak
kişilik kazanmanın bir başka çeşidine dönüşebiliyor. Kişi bir kimliğe,
bu altkültür içinde yeni bir toplumsal role bürünüyor" diyor.
Psikolojik açıdan bakıldığında bağımlılık, bir savunma mekanizması
gibi de değerlendirilebilir. Yemek yeme alışkanlıklarındaki
bozukluklar ve egzersiz bağımlıları üzerinde çalışmalar yapan psikolog
Lizzie McCann, acı veya ruhsal sıkıntıları gidermek için, kişilerin
birtakım kaçış yollarına ve bağımlılıklara yöneldiklerini belirtiyor.
"Şekerli besinler kan şekerini, egzersiz de endorfini artırıyor.
Bağımlı kendisini daha iyi hissetmek için eylemini tekrarlıyor. Ancak,
bu sadece bir oyalanma davranışı ve sorunun temeline etkisi olmuyor.
Sonuçta ruhsal sıkıntı arttıkça, kişi de bağımlısı olduğu eylemi
çoğaltıyor."
Maddenin seçimi de toplumsal yaklaşımlarla
doğru orantılı. Örneğin, eroin tüm toplum tarafından dışlanan bir
maddeyken, alkole bakış daha ılıman. Çünkü alkol, toplumun tüm
kesimleri tarafından tüketilen bir madde.
Psikoseksüel tedavi uzmanı Janice Hiller,
"hiperaktif seksüel bozukluk" ya da medya-da bilinen şekliyle "seks
bağımlılığı" çeken hastaların da benzer bir durumla karşı karşıya
olduklarını ileri sürüyor. "Bazı kişilerin uyarı mekanizması çok çabuk
harekete geçebiliyor. Bu kişiler, cinsel yaşamın normal karşılandığı,
rahatlıkla kabul gördüğü bir toplumda arzularını dizginlemek ihtiyacı
duymuyorlar. Aynı fizyolojik gereksinimi hisseden toplumun diğer
bireyleri ise, bu güdülerini düzene sokabiliyorlar. Onların da
fantezileri var; ancak, bunları hayata geçirmiyorlar. Dolayısıyla iş
yaşamları ve ilişkileri bundan olumsuz yönde etkilenmiyor."
Bu yaklaşımın
tüm bağımlılıklar için geçerli olduğu söylenebilir. Sağlıklı bir
kişinin güdülerini harekete geçirme ya da dizginleme konusunda
seçeneği var. Ancak, bağımlının böyle bir şansı yok: hissediyor ve
yapıyor... Lizzie McCann gibi düşünen uzmanlar, bu tür kişileri
"bağımlı kişilik" şeklinde tanımlıyorlar: "Bazı kişiler bir
bağımlılıktan diğerine (alkolizmden seks bağımlılığına gibi)
geçebiliyorlar. Bağımlılığın genetik mirasla ilişkili olduğu
düşünülebilir."
Griffith Edwards ise,
"bağımlı kişilik" kuramını "medya miti" olarak değerlendiriyor.
Bağımlılık davranışının öğrenildiğini, karar verme süreciyle
bağlantılı olduğunu; o nedenle de, herkesin bağımlılığa eğilimli
olduğunu savunuyor.
Bunun yanı sıra, hemen hemen tüm uzmanlar, genlerin rol oynadığı
konusunda aynı kanıyı paylaşıyorlar. Kişiyi bağımlılığa karşı koruyan
ya da bağımlılığa iten genler var. Örneğin, New York Rockefeller
Üniversitesi biyologları, beyinde eroinin tuttuğu "mu
reseptör"lerindeki genleri araştırdılar. Bu çalışmada, A118G adı
verilen bir "mu reseptörü" gen tipini keşfettiler. ABD'de yaşayan
İspanyollar üzerinde yaptıkları bu araştırmada, uyuşturucu
kullanmayanlarda A118G'nin, kullananlara oranla daha yaygın olduğunu
belirlediler.
İsviçre'de, alkolizm üzerine yapılan
benzer bir araştırmada da, ayrı yumurta ikizlerinden biri alkolikse,
diğerinin alkol bağımlılığı
olasılığının yüzde 32 olduğu açıklandı. Tek yumurta ikizlerinde ise,
bağımlılık riski yüzde 72... Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde
kafein bağımlılığı konusunda yapılan araştırma da benzer sonuçlar
verdi. Buna rağmen, 1990 yılında keşfedilen bağımlılık geni DRD2'nin
("heyecan arayışı geni" de deniyor) kişide baskın olarak bulunması,
onun eroinman olacağı anlamına gelmiyor. Genetik açıdan bağımlı
davranışa yatkın bulunduğu ileri sürülen kişiler, toplumsal ortamları
buna uygun olsa bile eroine tutsak düşmeyebiliyor.
Sonuç olarak, "bağımlılığa genlerim yol açtı" ifadesi geçerli değil.
Ancak, herkesin bağımlılıktan kurtulabileceğini söylemek de yanlış
değil. Uyuşturucu madde kullanan kişilerde oluşan olumsuz etkileri yok
etmek için, birtakım kimyasal tedaviler var. Ancak, ilaç tedavisinin,
psikolojik terapiyle desteklenmesi gerekli. Bununla da yetinmeyip,
kişinin bağımlılığa sürüklenmesine yol açan ana nedenlerin
düzeltilmesi gerekiyor. İşle yatıp kalkmak da bir tür bağımlılık.
Dopamin bir zevk molekülü…
Zevki denetleyen nöronlar, dopamin
molekülünü bir iletişim aracı
olarak kullanıyorlar. Dopamin, beynin en ilkel noktalarından birinde,
beyinciğin hemen önündeki bir yerde üretiliyor. Bu bölgeye "ventral
teguemantal bölge" adı veriliyor. Burada üretilen dopamin, "nucleus
accumbens" bölgesine ve alın korteksine doğru dağılıyor. Bu iki nokta,
beyindeki üst işlevlerin merkezi... Daha sonra dopamin, alıcı
nöronların reseptörlerine yapışıyor. Böylece mesaj iletilmiş oluyor.
Ardından, dopamin fazlası, verici nöron tarafından yeniden emiliyor ve
kazanılıyor ya da MAO ( monoamin oksidaz) adı verilen bir enzim
tarafından parçalanıyor. Zevkin oluşumu sırasında dopaminerjik sistem,
türlerin yaşama ve ayakta kalma duygularını ve buna yönelik
davranışlarını ön plana çıkarıyor.
http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00104
‘den alınmıştır.
İstanbul -
13.01.2004
http://gulizk.com
|