Yaklaşık 60 milyonluk bir toplumda bilim ya da edebiyat alanında bir kitabın baskı sayısı 2000 kadarsa ve satış sayısı (istisnalar dışında) bu rakamın da altındaysa, 2000 tirajlı bir kitabın tükenmesi için çoğu kez yıllar geçmesi gerekiyorsa, o toplum okumuyor demektir. Çok değil, on yıl kadar öncelerde baskı sayılarının 5000 olduğu düşünülürse, üstelik bir de gerileme söz konusudur.

Okumamak doğal mıdır? Soru şöyle de sorulabilir: Okumayan bir toplumun gelişmekte olan bir toplum olduğu düşünülebilir mi?

Gelişme, edinilen bilginin pratikteki sonucudur. En basit bir teknik bilgi ya da becerinin gerisinde muazzam bir kuramsal bilgi birikimi bulunduğu ise bilinen bir şeydir. Öyleyse, doğal ya da toplumsal bilim alanlarında okumayan, kafa yormayan ve bunun sonucunda da bilgi üretemeyen bir toplumun gelişmeyen bir toplum olduğu apaçık bir gerçektir. Türkiye’nin gelişmemekten de öte gerileyen bir toplum olduğunu ise kitapların azalan baskı sayıları kanıtlamaktadır.

Bugün sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada kitap okuma alanında bir gerileme olduğu biliniyor. Görsellik çağında olduğumuz buna bir gerekçe olarak gösteriliyor. Fakat bunun yanı sıra, insan bilgileminin ve sanatsal haz gereksiniminin TV, magazin ve gazete tüketiciliği sınırlarına indirgenişinin yarattığı ve yaratacağı sorunlar da gelişmiş ülkelerde yoğun biçimde tartışılıyor. Kaldı ki, bu tür ülkelerde bilim ve genel olarak kültür-sanat alanlarında kitap yayını olgusunun muazzam boyutlarını bizdekiyle karşılaştırmak bile düşünülemez.

İlkokullardan en yüksek düzeydeki eğitim kurumlarına kadar ülkemizdeki eğitim anlayışı okumayan bir toplum oluşumuzun açık göstergesidir ve büyük ölçüde sorumlusudur. Bütün bu kurumlardaki egemen eğitim anlayışı ezberciliktir. Ders kitapları dışında konuyla ilgili kitaplar okuyarak bir dünya görüşü, bir kişilik kazanılmaya çalışılması söz konusu değildir. Çoğu üniversite, kitaplıktan yoksundur, olanlarda da Türkçe ya da yabancı dillerde yeni yayınları bulamazsınız. Üniversite öğretim üyeleri yerli ya da yabancı yayınları izleyebilmek için ödenekten ve olanaktan yoksundurlar. Liseler ve öncesindeki eğitim kurumlarının öğrenci ve öğretmenleri için bu tür olanaklar sağlanması zaten akla gelen şeyler değildir.

Doğal ve toplumsal bilim alanlarında okuma fukaralığımız edebiyat, sanat, felsefe için de geçerlidir. Çok kolay okunan türler dışında bu alanlarda da okur sayısı hızla düşmekte, girişte belirttiğim gibi, 60 milyonluk bu ülkede bir-iki bin meraklı sayısıyla sınırlı kalmaktadır. F. Nietzsche’nin “Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe” adlı kitabındaki sözleriyle: “Felsefeyi konuşmaya zorlasalardı, örneğin aşağı yukarı şöyle derdi: “Kızkardeşim sanata hele bir bakın! Onun hali de benimki gibi; barbarlar arasına düştük ve kendimizi nasıl kurtaracağımızı bilemiyoruz.”

TÜRKİYE TOPLUMU OKUMUYOR. ÇÜNKÜ GELİŞMİYOR. YA DA, EN İYİMSER BİR YAKLAŞIMLA, GELİŞİMİNİN SAĞLANMASINI BAŞKA TOPLUMLARA HAVALE ETMİŞTİR, KENDİSİ ARTIK BEYİN OLMAK İSTEMİYOR. EFENDİLERİN UYGUN GÖRECEĞİ BİÇİM VE KADARIYLA YETİNECEKTİR. Bilim ya da edebiyat-sanat alanlarında kazara çıkacak beyinler ise ya gelişmiş ülkelere göç etmek zorunda bırakılacak ya da bir köşede sessizce sönüp gidecektir.

Okumayan bir toplumun yazgısı okuyanlara (yani gelişenlere) uşaklık ve böylece de yok oluştur. Türkiye böyle bir yazgıya layık mıdır?

Hangi toplum böyle bir yazgıya layıktır?

Ataol   Behramoğlu - 1992 
'Cumhuriyet Utanıyorum' Adlı Eserinden Alınmıştır.
İstanbul - 11. 07. 2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail