Goethe’nin klasik İslam şairleri ve düşünürleri hakkındaki düşüncelerini aktardığı “Doğu Batı Divanı” kitabında; Nizami, Ebussuud, Nişancı Mustafa Çelebi (Nişani), Niyazi Mısri, Seydi Ali (Katib-i Rumi), Mevlana Celaleddini Rumi, Nasreddin Hoca, Sultan Selim gibi ” isimlerin yer aldığını Senail Özkan’ın ‘ MEVLANA VE GOETHE ‘ isimli kitabından öğreniyoruz.
Birbirlerinden çok farklı çağlarda yaşamış olan Mevlana ve Goethe’nin bir araya getirildiği bu kitap, Goethe’nin Mevlana’ ya ve İslam tasavvufuna olan (zamanının kısıtlı çeviri imkanlarına rağmen) eğilimi ve etkilenimlerini, yazarının, tasavvufi bilgi birikiminin sağladığı açıklamalarla, akıcı bir üslup ve kurgu ile anlatmayı başarıyor.
Sonuçta batılılara İslam tasavvufunu edebi yapıtları mesnet alarak anlatmaya çalışan bir kitap ortaya çıkmış, yabancı dillerde de baskıları yapıldığında gerçek maksadına erişmiş olacağı kanaatindeyim.
Senail Özkan “Goethe’nin, zaman zaman mistik bir boyut kazanan şiirleri olmasına karşın mistisizme karşı menfi kanaat belirtmesi ve mistisizme karşı flou tavrının Mevlana’nın Avrupa’ da yeterince tanınmamasına, şöhretinin Avrupa’ ya beklenilenden geç ulaşmasında büyük payı olduğu” nun tespitini yapıyor ve kitabın bir bölümünde bu konuya açıklık getiriyor.
Goethe’nin menfi kanaatlerinin kökeninde neler olabilir? Kitaptan yaptığım alıntılarla özetlemeye çalışacağım.
Goethe’nin
Mevlana
Celaleddini
Rumi
hakkında;
“Hikâyeler,
masallar,
paraboller,
efsaneler,
anekdotlar,
misaller
ve
problemler
kullanmak
suretiyle
mistik,
muamma
bir
öğretiyi
anlaşılır
kılmaya
çalışır;
ancak
bizzat
kendisi
de açık
bir
şekilde
işin
içerisinden
çıkamaz.”
şeklinde
ki hükmü
nereden
kaynaklanmaktadır.
Annemarie
Schimmel,
Ben
Rüzgarım
Sen
Ateş,
Mevlana
Celaleddin’i
Rumi,
Büyük
Mutasavvıfın
Hayatı
ve
eserleri
isimli
kitabında;
“Goethe’nin,
‘’Doğu
Batı
Divanı’
na
Notlar
Araştırmalar
‘’ adlı
eserinde
Mevlana
Celaleddin
hakkında
ki
hükmü,
kendisinin,
o zaman
pek az
tanınmış
tercüme
denemelerinden
edindiği
sağlıksız
kanaat
gereğince
övücü
olmaktan
çok
uzaktır.
Fakat
buna
rağmen
Rumi’nin
adı
Avrupa’
da ve
yakın
zamanda
da
Amerika’da
mistik
vecdin
şifresi
haline
gelmiştir.”
şeklinde
cevaplamaktadır.
Goethe,
eserinde
ifade
ettiği
gibi,
“Dr.
Faust
bütün
ilimleri
ikmal
etmiştir
etmesine
ama
sonunda
yine de
hiçbir
şey
bilmeyeceğini
anlamıştır.
Bu
yüzden
yüreği
yanmaktadır,
bedbindir,
mutsuzdur.
Mutsuzdur
ve
kahrolmaktadır,
çünkü
çok
itibar
ettiği
ilim
ruhunu
doyurmamıştır.”
Mevlana
için de
durum
benzer
idi,
maddi
ilimler
ona da
kifayet
etmemiştir.
Şems ile
karşılaşıncaya
kadar.
“Şems-i
Tebrizi
onu
aklın
girdaplarından
kurtarıp
vecdin
derinliğine
götürdü.”
“İslam
ilahiyatında
asırlar
boyu
tartışılmış
olan
Kader
Meselesi’ne
Goethe’nin
de adım
attığı
görülüyor.”
Goethe
“Mesneviden
tercüme
edilen
bazı
hikâyelerde
acımasız
insanlara,
suçlulara
ve
canilere
rastlamıştı.”
Bu
neviden
işlerin
bir
şekilde
Allah’a
isnat
edilmesini
“gerçekten
sapma”
olarak
niteliyordu.
” Külli
ve ilahi
irade
takdir
etmediği
müddetçe
ferdi
iradenin
kıpırdaması
ve iyi
yahut
kötü bir
eylemde
bulunması
mümkün
değildir.
O yüzden
Kur’an-ı
Kerim’
deki Hz.
Muhammed’
e
hitaben,
‘Attığın
zaman da
sen
atmamıştın,
fakat
Allah
atmıştı.’
(sure
8/17)
Ayeti
meselenin
esasını
aydınlatmaya
yetmektedir.”
Goethe’nin
Mevlana’ya
yönelttiği
tenkitlerden
birisi
de onun
“dünyaya
sırt
çevirmiş
olması
yönünde
ki
iddiası
dır.
Yazar
burada ”
Meier “
den
yaptığı
alıntı
ile
açıklama
getiriyor
,
“Rumi’nin
kanaatince,
Allah,
her iki
dünyayı
da, iç
dünyayı
da
harici
dünyayı
da,
makro
kozmosu
olduğu
gibi
mikro
kozmosu
da
istemektedir;
eğer
Allah
dış
dünyayı
istememiş
olsaydı,
o zaman
onu
yaratmazdı”.
“Goethe’nin de Rumi’nin de şiirini besleyen ana damar Aşk’ tır. Aşkın doğabilmesi için –birbirine ait olanlar- arasında belirli bir mesafenin bulunması gerekmektedir. Aşk olmadan aramanın, gayret sarf etmenin bir anlamı yoktur. Denilebilir ki maksatsız ve aşksız bir var oluş düşünülemez. O itibarla Mevlana’ da olduğu gibi Goethe için de aşk, hayatın ve yaratıcılığın en yüksek prensibidir.’’ O yüzden Goethe Vuslat şiirinin beşinci kıtasının son mısrasında diyor ki;
Allah’
ın
bundan
sonra
yaratmaya
ihtiyacı
yoktur.
Onun
dünyasını
artık
bizler
de
yaratırız.
Goethe’nin bu mısralarda serdettiği yaratıcı faustian fikir Mevlana’nın ve İkbal’in dinamik ve faal insan anlayışına fevkalade uygundur. İkbal, Bal-i Cibril adlı eserinde Goethe ile bu fikri paylaşırcasına şöyle demektedir;
Daha
kâinat
mükemmel
değildir,
Zira
devamlı
“kun
feyekun”
sesi
geliyor.”
Yazar çeşitli vesilelerle Goethe’nin, panteist bir mistisizmden yana olduğunu açıkça ortaya koymuş olduğunu ifade etmektedir.
Yazıma Goethe’nin Doğu Batı Divanı’ndan bir şiirini ekleyerek bitiriyorum. Tevfik ve başarı Allah’ tandır.
MUTLU ÖZLEYİŞ
Yalnız
bilgeye
söyle,
kimseye
değil,
Zira
nadan
kalabalık
alaya
hazırdır:
Hayat
dolu
olanı
övmek
isterim;
Aleve
atılıp
ölmeğe
hasret
duyanı.
Seni
yaratan,
senin
vücut
verdiğin,
O sevda
gecelerinin
serinliğinde,
Bir mum
ışıldarken
sessizce,
Yabancı
bir
duygu
çöker
üstüne.
Artık
kuşatılıp
kalmazsın
Koyu
gölgesinde
karanlığın,
Ve daha
ulvi bir
izdivaç
için
Yeni bir
istekle
kanatlanırsın.
Mesafeler
takatini
kesmez
Büyülenmiş
gelirsin,
süzülerek,
Ve
akıbet
yanarsın
o ilahi
alevde,
Sen ey
ışığa
susamış
pervane**.
Daha
anlamamışsan
bunu,
Şu
hakikati:
Öl ve
ol!***
Bil ki
ham bir
misafirsin
ancak,
Şu
kapkaranlık
yeryüzünde.
GOETHE
(Çeviri
: Senail
ÖZKAN)
NOT: Yazar kitapta birçok yerde “tasavvuf” yerine “mistik” kelimesinin kullanılmasına, batıda tasavvuf karşılığında kullanılıyor olmasını gerekçe gösteriyor. “Tanrı” kelimesinin de birçok yerde “Allah” ismi yerine kullanıldığına dikkat çekmek isterim.
*
Goethe’nin
Mutlu
Özleyiş
şiirinden
alınmıştır.
**
Yazar;
“Şiirde
geçen
âşık
pervanenin
Hallac-ı
Mansur’un
Kitab-üt
Tavasin’
de
anlattığı
pervaneden
başkası
değildir”
***Yazar;
”Goethe’nin
“Stirb
und
werde!”
(Öl ve
ol!)
şeklinde
formüle
ettiği …
Hz.
Muhammed
(SAV)
‘in bir
hadisi
şerifine
dayanmaktadır.
Bu
Hadiste
“mutu
kalbe
ente
mutu”
Yani
“Ölmeden
önce
ölünüz”
diye
buyurmaktadır.”