|
|
Uzay
yolculuklarının en zayıf noktası, ne yazık ki insan
|
|
|
Alman astronot Ulrich Walter, ilk uzay yolculuğuna çıkmak
üzereyken yaşadığı duygularını, "Dizlerden bükülü bacaklarımı
yukarıya doğru kaldırmış, sırtüstü yatıyordum. İşte, nihayet o
an gelip çatmıştı. Yıllardır bu gün için çalışmıştım" diye
anlatıyor. "Tam o anda, hiçbir astronotun yaşamak istemediği ve
kimsenin nedenini bilmediği şey geldi başıma. Mesanemin üstünde
büyük bir basınç vardı, hayatım boyunca bu kadar acil tuvalet
ihtiyacı hissetmemiştim."
Oysaki hâlâ yeryüzündeydi. Uzay mekiği, fırlatma rampasındaydı,
Walter da bacaklarını yukarıya kaldırmış saatlerdir bu
pozisyonda astronot koltuğunda oturuyordu. Böylelikle kan,
bacaklardan yukarıya doğru akıyor ve bedenin üst bölümlerinde
yoğunlaşıyordu. Vücuttaki sıvı oranını kontrol etmesi amacıyla
üstüne yerleştirilen alıcı, fazla sıvı saptamış ve böbreklerini
harekete geçirerek mesanesinin dolmasına neden olmuştu.
Kalçalarının çevresine bağlanan plastik bir torba ya da NASA
üretimi özel bezlere idrar yapmak zorunda olduklarından, bu
durum astronotlar için tam bir işkenceye dönüşüyordu. Kuşkusuz,
oturma pozisyonu da olayı iyice zorlaştırıyordu.
Walter için daha şimdiden her şey rahatsızlık vericiydi.
Dünyadan ayrılıp uzaya uçunca neler yaşayacağını düşünebiliyor
musunuz? Yerçekimi kuvveti ortadan kalkınca, organizmada ne gibi
değişiklikler meydana geliyor dersiniz? Acaba in-san gerçekten
de tüy gibi hafifliyor mu, yoksa her şey işkenceye dönüştüğünden
daha da mı ağırlaşıyordu?
|
|
Yerçekimsiz
ortamda bir yerde oturmak ya da uyumak için destek veya
kemer kullanmak gerekiyor. |
|
|
Uzay ve havacılık
konusunda uzmanlaşan Belçikalı doktor Marcel Florkin, 1964'te,
insanların Ay'a gitmemesi gerektiğini, giderlerse öleceklerini
söylemişti. Hemen 3 yıl sonra, 1967'de doktorlar, olaya biraz
daha gerçekçi yaklaşarak böyle bir ortamda insanların en fazla
beş gün yaşabileceklerini ileri sürdüler. Aynı yıl içinde,
Gemini 5 uzay mekiğiyle yapılan 8 günlük yolculuk (o güne kadar
yapılan en uzun uzay gezisi), doktorların düşüncelerini çürüttü.
Gordon Cooper ile Charles Conrad adlı astronotlar, kapsülleriyle
yeniden yeryüzüne dönmüşler ve yerçekimsiz ortamın insanı
öldürmediğini kanıtlamışlardı.
Evet, öldürmüyordu, ama zarar veriyordu. Astronotlar,
başlangıçta hafif, ama sonra giderek artan bulantı ve fenalıklar
yaşıyorlardı. 1997'de açıklanan bir araştırmaya göre; 1988-1995
yılları arasında uzaya giden 279 NASA astronotundan 276'sı,
yolculuk sırasında çeşitli rahatsızlıklar yaşamıştı. NASA,
yaklaşık 175 tıbbi ve biyolojik rahatsızlık saptadı. Hatta, bazı
şikâyetler o kadar ağırdı ki, astronotlar görevlerini yarıda
keserek geriye dönmek zorunda kalmışlardı.
Yeniden, uzaya gönderilmek üzere mekikte bekleyen Ulrich
Walter'e dönelim. Kalkışa altı saniye kala, sıvı yakıtla işleyen
üç motor çalıştırıldı. Uzay gemisi bir öne, bir arkaya gidip
gelerek hafifçe sarsılmıştı. Tekrar dikey konuma geldiğinde, yan
taraflardaki katı yakıt roketleri ateşlendi. Bir astronotun,
kalkışı her zaman algılaması söz konusu değil. Ancak, yola çıkan
mekikteki şiddetli titreşimleri ve yaklaşık 8 dakika sonra
hızlanmanın yarattığı basıncı yoğun bir şekilde hissediyor.
Vücudunun üç katı ağırlıkta bir basınçla koltuğuna sıkışıp
kalıyor. Kuşkusuz, bu koşullar altında dolu bir mesane insana
keyifli anlar yaşatmıyor.
O anda, "In ten seconds we have MECO (Main Engine Cut Off)"
diyerek yörüngeye giren uzay mekiğinin ana motorların
durdurulacağını belirten anons, sanki kurtuluşu müjdeliyor.
Walter, daha önce hiç yaşamadığı ve nasıl olacağını tahmin bile
edemediği yerçekimsiz ortama girince, büyük bir hafifleme
hissettiğini ve mesanesindeki basıncı unuttuğunu söylüyor.
Astronotlar, yörüngede her şeyin tam bir eğlenceye dönüştüğünü
söylüyorlar. Rus uzay istasyonu MIR ve uzay gemileriyle yapılan
canlı bağlantılardan, havada uçan diş fırçasını izleyen ya da
ortalıkta dolaşan portakal suyu damlalarını havada yut-maya
çalışan astronotların neşeli görüntüleri yansıyor yeryüzüne.
Alman astronot Thomas Reiter, 1995'te MIR'e yaptığı yolculukta,
uzay gitarıyla keyifli bir konser bile vermişti. Ancak, giderek
şişen yüzü ve göz halkaları, madalyonun bir de arka yüzünün
olduğunu gösteriyordu. Yüzdeki değişim, yörüngeye ulaştıktan
hemen sonra, vücuttaki sıvıların yer değiştirmesiyle başlıyordu.
Dünyadakinin aksine, ağırlıksız ortamda kan, astronotun başında
birikiyordu. Kafatasında artan basınç "puffy face", yani şişkin
yüz sendromuna yol açıyordu. Bacaklar ise, azalan sıvı basıncı
nedeniyle inceliyor ve "spider legs", yani örümcek bacakları
görüntüsüne kavuşuyordu. Dokulara, damarlardan sürekli sıvı
sızıyor, bu nedenle ilk üç saat içinde kan hacmi giderek
azalıyordu. Birinci günün sonunda, astronotların damarlarında
yüzde 10 oranında, yani yaklaşık yarım litre daha az kan
dolaşıyor. Dünyaya geri döndüklerinde yaşanan bu kan hacmi
eksikliği, halsizlik ve baş dönmesine yol açıyor.
Sıvı kaybını kahve ya da meyve suyuyla gidermek isteyen
astronotlar, şok yaşadıklarını belirtiyorlar. "Sıvıların yer
değiştirmesi" nedeniyle kısa sürede ağız, boğaz ve burundaki
mukoza dokuları da şiştiği için, aynen gripte olduğu gibi, koku
ve tat alma duyuları zamanla azalıyordu. Astronotlar, uzayda,
özellikle kahveden hiç tat almadıklarını söylüyorlar. Bu,
astronotlarda görülen iştahsızlığın nedenlerinden sadece bir
tanesi. Bir başka nedeni, yerçekiminin yok olmasıyla birlikte,
hareket etmek için daha az enerji gerekmesi. Dolayısıyla, daha
az acıkılıyor ya da susanıyor ve kilo veriliyor.
|
|
Uzay ortamı
için geliştirilen eyer biçimli sandalye ve masa
kompleksi |
|
|
Birçok astronot
yediklerini sindirme fırsatı bile bulamıyor. Çünkü, mekik
yörüngeye oturduktan kısa süre sonra, kozmik hastalıklar
listesinin başında yer alan uzay hastalığına yakalanıyorlar.
Vücuttaki denge sisteminin bozulmasıyla birlikte baş dönmesi,
terleme nöbeti, mide bulantısı ve kusmalar başlıyor. Denge
sisteminin en önemli organını içkulak oluşturuyor. Burada, "utrikulus"
adı verilen sıvı dolu kesenin içindeki ufacık tüylerin üstünde
"otolitler" adında kristal tanecikler duruyor. Yeryüzünde
hareket ederken kristaller, yerçekimi kuvvetinin etkisiyle
tüylere denge kuvveti uyguluyor; bükülen tüyler, beyne hareketin
yönü ve kuvveti hakkında bilgi veriyor. Kristaller ayrıca, sinir
sistemine insanın konumunu da bildiriyor. Ama uzayda,
ağırlıklarını kaybettiklerinden beyin, aşağıyı ve yukarıyı ayırt
edemiyor ve biraz önce sözünü ettiğimiz şikâyetler ortaya
çıkıyor. Bir de omurgalar var kuşkusuz. Yerçekimi kuvveti
ortadan kalkınca, omurgadaki esnek diskler ve onlarla birlikte
bütün bel omuru esnemeye başlıyor. Yolculuğa başlamadan önce ve
yolculuğun ilk gününün sonunda ölçüldüğünde, omurga gevşemesi
nedeniyle astronotların boylarının yedi santimetre kadar
uzayabildiği görüldü. Boy uzaması olumlu gibi gelse de, sırt
ağrılarına neden oluyordu. Astronotlar eski boylarına, ancak
dünyaya döndükten sonra kavuşabiliyorlar.
İzleyen günlerde, kalp dolaşım sistemi zayıflamaya başlıyor.
Dünyada insanlar, sık ve süratle yer değiştirdiklerinden
(örneğin; aniden koltuktan kalkıyoruz), dolaşım sistemi uyum
sağlamak konusunda çaba sarf ediyor. Uzayda bu uyarıcıların
ortadan kalkması yüzünden vücut tembelleşiyor; dolayısıyla,
yeryüzüne dönüldüğünde halsizlik ve bayılmalar görülebiliyor. O
nedenle, Rus kozmonotlar, kapsül yeryüzüne indikten sonra
yürütülmüyor, taşınarak özel bakım çadırına götürülüyorlar.
Yörüngede vücut, daha az kırmızı kan hücresi üretiyor. Kanla
daha az oksijen taşındığı için, uzay yolcularının yorucu işlerin
üstesinden gelmeleri zorlaşıyor. Orta süreli yolculuklarda
gözlemlenen bağışıklık sistemi zayıflıklarının da bunun-la
ilgili olduğu düşünülüyor. 1985'te Ruslar, kozmonot Vladimir
Vasyutin sıradan bir soğuk algınlığıyla baş edemeyince,
görevlerini yarıda keserek dünyaya dönmek zorunda kaldılar.
Uzay ortamında sadece kandaki kırmızı küreler değil, beyaz
savunma hücreleri lenfositler de olumsuz etkileniyor. Çoğalma ve
hastalık etkenine tepki verme yetenekleri düşüyor. Astronotların
hastalıklara karşı dirençsiz kalmalarında, şişkin mukoza
dokusunun da payı olabileceği düşünülüyor. Enfeksiyon yaşama
riskini ortadan kaldırmak amacıyla, astronotlar bir hafta
önceden karantinaya alınıyor. Ufacık bir enfeksiyon belirtisinde
yolculuğa çıkmalarına izin verilmiyor.
Uzay yolculuğunun süresi uzadıkça, daha az kullanıldığı için,
kaslar ve kemikler zayıflamaya başlıyor. 3 aylık bir yolculuğun
sonunda, topuk kemiğindeki kalsiyumun yüzde 7 oranında azaldığı
gözlendi. Bu süreçte, kemikteki kalsiyum ile kastaki potasyum
kana karışarak, süzülmek üzere böbreklere ulaşıyor. Kalsiyum,
burada sistin ve magnezyum amonyumfosfat kristalleriyle
birleşerek böbrek taşı oluşturabiliyor. Potasyum, kalbin
çalışmasını etkilediği için, eksikliği ritim bozukluklarına yol
açabiliyor. 26 Temmuz 1971'de uzaya gönderilen Apollo 15 ve yine
25 Mayıs 1973'te gönderilen Skylab 2'nin astronotlarında bu tür
şikâyetlere rastlandı. 1987'de uzay istasyonu MIR'e gönderilen
kozmonot Aleksander Laveikin, aynı nedenlerle ağır
rahatsızlıklar geçirmiş ve yeryüzüne dönmek zorunda kalmıştı.
Kalp ritminde bir sorun yaşanmasa bile, kemik ve kas atrofisi,
artan şikâyetlere yol açabiliyor. Rus kozmonot Vladimir Titov,
1987'nin aralık ayında, MIR uzay istasyonundaki meslektaşı Yuri
Romanenko ile yeniden buluşmadan önce, özellikle uyarılmıştı.
Arkadaşının göğsüne güçlü bir baskı uygulamamalıydı. 10 aydır
yerçekimsiz ortamda yaşamak, Romanenko'nun kaburga kemiklerinin
cam gibi kırılmasına neden olabilirdi.
|
|
KOmplekslerin
birleşiminden oluşan toplantı masası |
|
|
2 aylık uzay
yolculuğu sırasında, Skylab-2 astronotlarının bacak kaslarında
yüzde 11 oranında hacim, yüzde 25 oranında da performans kaybı
görüldü. Yoğun antrenman programlarıyla bunu önlemeleri
gerekiyor. Uzun süreli görevlere çıktıklarında, fiziksel
zayıflamaya karşı her gün bisikletin üstünde saatlerce pedal
çeviriyorlar.
Birçok astronot, ilk günün akşamında yatmaya gittiğinde, daha
doğrusu uyku tulumuna girdiğinde, başka bir olayla şoke oluyor.
Gözlerini kapattıkları halde yıldız kümeleri gördüklerini
söylüyorlar. Uzaydaki güçlü parçacık ışıması, gözün içine kadar
ulaşıyor ve orada ışık patlamalarına yol açıyordu. Yeryüzünde bu
ışıma, atmosfer tarafından geriye yansıtılıyor. Uzmanlar, insan
dokusuna çarpınca ışık patlamasına yol açabilecek kadar yüksek
enerjiye sahip bu ışımanın, sağlıklı olmadığını belirtiyorlar.
Süreç içinde, kanser ya da kalıtsal hastalıklara yol açabileceği
sanılıyor.
Bu nedenle, astronotların uzay ışımalarına karşı korunması,
şimdiye kadar çözülemeyen, ancak uzun süreli uzay yolculuklarına
çıkmadan önce mutlaka üstesin-den gelinmesi gereken en önemli
sorunlardan biri. Tekniğin sürekli geliştiği ve NASA'nın, yeni
uluslararası uzay istasyonu ISS'in (International Space Station)
kurulmasıyla Mars'a bir yolculuk planladığı günümüzde, insan
vücudunda değişen bir şey yok. O yüzden, gidişi ve dönüşü 2 yıl
sürecek kızıl gezegene yolculuk, bilim dergisi New Scientist'in
de sorguladığı gibi belki bir "mission impossible (olanaksız
görev)"... Birçok uzman, böyle uzun süreli bir yolculukta en
büyük bilinmezliğin, insanda yaratacağı biyolojik sonuçlar
olduğunu düşünüyor
|