Dar, insana soluk aldırmayacak kadar
yoğun olan çarşıya girdiler. Başlangıçta çarşıya girme
düşünceleri yoktu. Bir rastlantı mı, bir itki mi, bir şey onları
oraya sürükledi. Çarşıya girer girmez Rahmi'nin gözleri açıldı,
yeni bir dünyaya adım attığını ayrımsadı. Yabancısı olduğu bu
kente geldiğinin ilk yılında bu çarşıya girmiş, âdeta boğulur
gibi olmuş, sıkılmış bir an önce ordan çıkmak istemişti. Kendi
başına olmadığı, yol yordam nedir bilmediği için birlikte
geldiği akrabasına uymuş, gözü kapalı bir uçtan girmiş ötekinden
çıkmıştı. Ondan sonra, çarşıya bir daha adım atmamıştı. Bu
gelişinde gözleri yeniden açıldı, bir uyanış oldu, heyecanlandı.
Çarşıya, bu kentte uzun yıllardır yaşadığı halde, neden bir daha
gelmemişti, neden buraları dolaşmamıştı, neden ihmal etmişti?
İlk gelişinde kendisinde bir izlek kalmamış olmasına şaştı,
hayıflandı. O zamanla şimdiki zaman arasında onda değişen şey
neydi? Bir anda başı dönmüş gibiydi. Çarşı ve sorular, onda bir
gel git oluşturdu. İstanbul'u iyi bildiğini, tanıdığını ve
gezdiğini biliyor ve öyle de düşünüyordu. Buraya girişiyle her
şey alt üst oldu. Çarşı büyülü bir dünya gibi önüne açıldı;
düşüncelerinde bir değişim yaşadı. İstanbul'u yeterince
tanımadığını o saat anladı. Burnunun dibine bir güvercin pisliği
düşünüce başını kaldırdı, tavana baktı. Kolonları birbirine
bağlayan kalın demirlerden birinin üzerine tüneyen, kalabalığa
ve gürültüye aldırmayan güvercin, kayıtsız orda duruyordu.
Leman elinden tuttu, çekiştirdi.
"Uzun bir aradan sonra buraya ilk
kez geliyorum." Aslında bu, "Buraları ihmal ettim. Yaşamın hay
huyu beni yuttu, onun içinde debelendim" demeye geliyordu.
"Ben daha önce gelmiştim." dedi
Leman.
"Ne zaman geldin?" sorusunu soramadı
ona. Gene yutkunduğu, sustuğu bir an ve bir durumla yüzyüze
kaldı. Sen beni zamanında buralara getirmedin, ama kendi başıma
kaldığımda geldim, der gibi baktı ona. Zoraki gülümsediler yine
de. Rahmi 'nin yüz hatlarında bir gerilim oldu o an. Daralan ve
hızla akan, insanın elinden alınmış olan bir zaman ve bir yaşam.
İnsanın dışında ve insanı aşan bir dünya. Leman evine dönecek;
Rahmi işiyle ilgili buluşması var, gitmesi gerekiyor, işleri
bitince belki de gece yarısı eve dönecek, yalnızlık vehmi
onu yine kemirecek. Aralarındaki pamuk ipliğini andıran bağ,
öylece ha koptu ha kopacak gibi duruyor. Yıllardır bu bağ ne
koptu ne de sağlam durdu. Hiçbir girişimleri bugüne değin olumlu
bir sonuç getirmedi; ama bitilmedi de. İşin tuhaflığı buradaydı.
Bağın güçlenmesi ya da hepten kopması için yeni bir başlangıç
olabilir miydi bu buluşma? Yaşamın sürprizlerinden birini
oluşturabilir miydi? Üzerinde düşünülmeye değerdi doğrusu.
Rahmi; bir şans daha, bir soluk daha, bir an daha diye düşünerek
denenmeye değer diye bir kez daha Leman'la buluşmaya geldi.
Onları çarşıya sürükleyen itkinin gizemini çözmek de bir güç
sağlayabilir diye heyecana kapıldı bir an. Rahmi'nin görüşme
sözü var ve vazgeçme gibi bir şansı da yok. Leman'a biraz daha
zaman ayırsa, biraz daha ilgilense, ki bunu zamanında çok
denedi, hemen hepsinde bir düş kırıklığı yaşadı, bir kez daha
denenmeye değer düşüncesi ağır bastı. Leman'ı yalnız göndennek
istemiyordu; ama aradaki mesafeler de bir engel oluşturuyordu.
Bir yanda çarşı, bir yanda iş, çelişkiler, çatışmalar art arda
sökün ediyor. Zor bir durum Rahmi için; ama başka bir yolu da
yok bunun. Yazın kavurucu ve bunaltıcı sıcağında başı dönmeye
başladı Rahmi'nin. Adımlarını sıklaştırması gerekirken giderek
ağırlaştı. Leman'ın elini sımsıkı kavrayarak, kalabalıkta
ilerlemeye çalıştı. Üzerlerine bir nehir gibi akan insan
selinden Leman'ı korumaya, yol açmaya çalıştı. Leman ise,
üzerine kanat gerişinden, onu kendisine daha yakın hissedişinden
memnundu; kendini daha bir güvende hissediyordu. Rahmi'nin
gözleri sağlı sollu dükkânlara, dükkânların saçaklarından sarkan
eşyaya kaydı. Eskiyle yeninin buluştuğu, buluşturulmaya
çalışıldığı bir dünyada buldular kendilerini. Dükkânların
kapılarına yöneldiklerinde, sarkıtılmış mallar başlarına
çarpmasın diye bir o yana bir bu yana kaykıldılar. Aralarına
kimse gırmesin diye birbirlerine daha da sokuldular. Ahşap el
isçiliği ürünlerinin egemen olduğu bir çarşıydı bu. Oturaklar,
kürsüler, nalınlar, bostan ve mutfak malzemeleri, halatlar...
Hemen her mal birbirini bütünlüyor ve bir şeyler çağrıştırıyor.
Rahmi'nin dikkatini çeken şey, şark geleneğini andıran ev
eşyasının yoğun oluşuydu. Şamdanlıklar, mumluklar, rahleler,
duvar süsleri, bambu koltuklar... Bezlerle, ipliklerle birbirine
tutuşturulmuş kürsüler, oturaklar, boy boy olanların önünde
durdular. "Bir başka zaman gelir bakarız'' dedi Rahmi. Bu, "Bir
daha buraya gelelim, birbırimize bir şans daha tanıyalım"
anlamını taşıyordu. El işçiliğinin en ince ayrıntısına değin
işlendiği, çeşit çeşit malların bulunduğu, insanı büyüleyen bir
anafor oluşturan bir ortam. Başdöndürcü bir sarhoşlukla
kalabalığın arasından zor yürüdüler. Leman'ın elektirik
faturasını yatırmaları gerekiyor, günü geçiyor. bankaların
kapanma saati yaklaşıyordu. Faturaların bedelini
yatıramadıklarında pazartesi gününe sarkacak, faiz yükü binecek,
bunu kaldıracak gücü de yok Leman'ın. Her kuruşun hesabını
yapmak zorunda. Ay sonunu zor getiriyor zaten. Rahmi, Leman yeni
bir ev açtığından beri, tek çocuklarının sorumluluğunu hep
duydu. Ama arada zayıflayan ipi de bir türlü sağlamlaştıramadı.
Leman'ın karnı aç, Rahmi onun aç
olduğunu, bir şeyler yedirmek istediğini söyledi, o, ısrarla
"Hayır" deyip direndi. Sonunda yemeğe razı etti Leman'ı. Çarşı
içinde rastladıkları ilk, küçük ve eski bir lokantaya girdiler.
Rahmi'nin yüzü duvara, Leman'ınki içeriye dönük. Duvarda, eski,
solmuş ve çerçevelenmiş, dükkânın geçmişini belgeleyen gazete
haberleri. Birinde, Türk yemeklerinin önemli ustası olarak
duyurulmuş. Usta'nın göbeği dışarı doğru taşkın, güleyim derken
dişlerini göstermiş. Yanındakinin omzunun üzerine elini atmış.
Ağırlığını yanındakine ve sol ayağına vermiş. Sağ ayağı ise
biraz öteye kaykılı. Pergelin ayaklan gibi, birini sabit basmış,
diğeri açık duruyor.
Rahmi, bugün herşeye karşın gene de
mutlu, gözlerinin ışıltısı bir türlü dinmiyor, elinin sıcaklığı,
yüzünün pembeliği, iki dudağının sevinçten bir araya gelmeyişi
kendini iyice belli ediyor. Küçük dükkânın arka bölümünden, bir
kadının tiz ve yüksek tonda sesli konuşması dükkânın içinde
çınlıyor. Usta ile garson onu uyarma gereği duymuyorlar.
Yüzlerinin ifadesinde hiç bir değişiklik olmuyor. Yanında biri
daha olmalı, sonra da kikir kikir gülüyorlar, ama
konuştuklarından bir şey anlaşılmıyor. Rahmi'nin dikkat
kesildiğini ayrımsadı Leman. Dükkândan çıkıncaya değin de kadını
göremediler. Ortalıkta gezinen orta yaşın üzerinde, kemikleri
dışarıya fırlayan garson bu dükkânın özellikli bir tipi mi?
Fotoğraftakiyle ortak yanları zayıflıkları. Rahmi
fotoğraftakilerle dükkânda çalışanlar arasında bir benzerlik
kuramaya çalıştı kuramadı. Fotoğraftakiler, hayatta mı, kimbilir
belki de bunlara devretmişlerdir diye düşündü. Bir başka
fotoğrafta ise Usta'nın döner keserkenki pozu. Bacaklarını
açmış, bir yandan döneri kesiyor, bir yandan da objektife poz
veriyor. Oradan çıkıncaya değin dikkatini çeken şeyler
farklıydı. Bir dünyanın arka planında dolaşıyor gibiydi.
Leman'ın da en çok huylandığı yanı buydu Rahmi'nin. Birden
yanındakini unutur, başka dünyalara dalıp giderdi. Leman da
istiyordu ki hep kendisiyle ilgilensin, konuşsun, onun
gözlerinin içine baksın.
Lokantadan çıkıp çarşının
gürültüsüne daldığında, Leman'ın elinden tuttu Rahmi. Leman ona
yaslandı, yeniden sığındığında her şeyi bir anda unuttu, içinde
kurmaya başladığı, Rahmi ile didişeceği şeyler de uçtu gitti.
Koridorda, fizik ötesi bir duygunun egemen olduğunun farkına
vardı: Önce tarihî çarşı, eskiyi çağrıştıran ahşap eşya, baharat
kokuları, onun da aklını başından aldı. İçinde bir fısıltı gibi
esen gizemi yakalamaya çalıştı. Oradaki insanlar gözlerinde
flulaştı. Bir Rahmi bir de kendisi vardı. Rahmi ile burada bir
kaç kez buluşsa yeniden ortak bir dil yakalabilir miyim diye
düşündü. Rahmi'nin dünyasıyla örtüşen başdöndürücü hıza yeniden
katılabilirdi. Rahmi mi, çarşı mı, eski eşya mı? Bunları
düşünmeye bile zamanları yoktu. Çünkü zaman çok hızla akıp
gidiyordu.
Mal yüklü, iki tekerlekli yük
taşıyıcısını ona buna çarparak götürüyor, çarptığı kimseler ona
öfkeyle yöneliyor, o istifini hiç de bozmuyor, sanki yapan o
değilmiş gibi yürüyüşünü sürdürüyor, sesine bir ninni nağmesi de
katıyor, dalgalandırarak yükseltiyor, kalabalığı uyarıyor:
"Çarparım haa!" der gibi paldır küldür yürüyor. Sesini
tizleştirdiğinde, bir kurşun ıslığı gibi uğultuyu deliyor.
Kalabalığın arasında sıkışan bir kamyonet, istifli mallara
çarpıyor, şangırtıyla devriliyor, dükkândan birisi öfkeyle
fırlıyor, galiz küfürler savuruyor, hammal da ona eşlik ediyor,
hatta kışkırtıyor: "Aha namussuz herif gene çarptı" diyor. Onun
bu rahat duruşlu tepkisini görünce Rahmi ile Leman birbirlerine
bakarak güldüler. Leman, dudakları açılan gül gibiydi,
birbirlerine baktılar ve yaşamın gerçekliğim o anda yakalamışlar
gibi biraz daha birbirlerine sokuldular. Sevgiyle dolu bir
sıcaklık yaşandı. Kırmızı güllerin âdeta reverans ettiği bir
anda, bir dükkânın önünde duraksadılar. Leman, Rahmi'nin ne
düşündüğünü anladı: "İkimiz birden güllere baktık, gördük,
almana gerek yok, almış gibi oldum." diyerek, elini tuttuğu gibi
Rahmi'yi çekti, ordan uzaklaştırdı. "Gereksiz yere masraf
yapmana gerek yok, yetirmiyorsun biliyorum, yeterince sana yüküm
zaten." Rahmi' duygulandı, gözü arkada kaldı. Neden bana fırsat
vermedi, neden çekti diye düşünürken bir başkasının önünde
buldular kendilerini ve onların içinden en dokunulmamış, en
kırmızı, en güzel güllerden birini seçti Leman'a sundu. Kırmızı
olanını seçerken, yanına sarı olanını da alacaktı ki, Leman atik
davrandı, elinden tuttu, izin vermedi, diğerini kendisi seçti.
İki kırmızı gül bir arada. Yazılı olanına takıldı gözleri
Leman'ın. Rahmi de bunu ayrımsadı. Rahmi, aslında yapma gülleri,
özellikle de yazılı olanlarını sevmiyordu. "Yapma olanlarından
tiksiniyorum" diyecekti ki kendisini tuttu. Bir şeyler
söylendiğini anladı Leman, ama üstelemedi. Evde canlı olan
çiçeklere bakmak zordu.
Kimse çarpmasın ve aralarına
girmesin diye Leman'ın omzundan bu kez daha sıkı kavradı,
korumak için tutarken de kaslarını sıktı. Leman başını çevirdi,
gülümsedi. Kalabalığın arasında âdeta vals eder gibi yürüdüler,
kimi zaman birileri onlara çarptı, kimi zaman boşluklara
daldılar. Eski çarşıdan Mısır çarşısına girdiklerinde keskin
baharat kokularını algıladılar. "Burası geçmişi yaşatıyor" dedi
Leman'a. Leman gülümsedi sadece. Rahmi'den ayrıldığından beri
evini zevkine göre döşemiş, özellikle salonu donatmıştı. Köşeye
yerleştirdiği bambu koltuğa oturur, uzun uzun dalar, bazen
gözlerini yumardı. Rahmi ile örtüşen çok yanlarının olduğunu
bildiği halde onları birbirinden ayıran ve uzaklaştıran, büyü
bozucu şeyin ne olduğunu bir türlü çıkaramazdı. Bu kadar
zamandır, ayrı oldukları halde onları birbirine çeken şeyin de
ne olduğunu da bir türlü bulamamışlardı. Çözülemeyen bir düğüm
vardı.
Kendine özgü kokular olan bir
çarşıydı bu. Rahmi'nin sık sık gelip gezdiği, geçmişle bağ
kurduğu, kokusunu aldığı, ışıltılı bir dünyası olan, İstanbul
ruhunu ve kokusunu yayan bir çarşı. Rahmi, İstanbul kokusuyla
Mısır Çarşısı arasında bir ilgi kuruyor öteden beri. Biraz
abartılı da olsa böyle bir düşüncesi var. Yabancıların sık
uğradığı, bir medeniyetin gizlerini yakalamaya çalıştığı bir
çarşı. Onun gözleri çok daha ayrı bir dünyada, çok daha bir
açıdan bakıyor. Bugün buna da zamanı yok Rahmi'nin. Uzun bir
aradan sonra Leman'la birlikte olmak, zamanı iyi değerlendirmek
amacıyla, sabahtan akşam saatine kadar bütün zamanını ona
ayırdı. Bir dükkânın önünden geçerken vitrindeki giysilere baktı
Leman, Rahmi'nin dikkatini de oraya yönlendirdi. Elini sıktı,
âdeta ruhundan kavramış, ruhunu okşamış gibiydi. Ağır ve anlamlı
bir sözü, tam da yeriymiş ve zamanıymış gibi, gediğine oturttu
Leman: "Düşündüklerin olmayacak" dedi hemen ardından. Hıhladı,
ama muzipliğinden hoşlandı. Yaşamın sıradanlığını ve soğukluğunu
silmenin tanı zamanıdır diye düşündüğü bir anda oldu bütün
bunlar, kafası karıştı Rahmi'nin. Nerden çıktı bu diye söylendi.
Leman'ın bu ani çıkışları yok muydu? Bu, onun içinde hazır duran
bir kötülük refleksi miydi?
Durağanlık ve kanıksanmışlık insanı
acımasız bir kurt gibi kemiriyor, çürütüyor.
Sağlı solu baş döndüren bir dünyanın
labirentinde yürüyorlarken, son dakikaya sığdırılamayan zaman,
kapanan bankalar, ödenemeyen fatura, memurların akşam
saatindende iş yerlerinden fırlarcasına çıkışları, ikindi ezanı,
çalışanların evlerine ya da eğlencelerine kusturuşlarına onlar
da kapıldılar. Bir de son anda yaşanan şok, her şeyi alt üst
etti yeniden. Merdivenlerin başına geldiler ve işte o an sanki
birbirlerinden ebedî ayrı olacaklarmış hüznünü yaşadılar. Buraya
bir daha gelecekler miydi? Gelseler gene aynını yaşayacaklar
mıydı? Aynı bağlılık, sevgi, coşku, anidenlik ve hüzün...
Kentin en kalabalık semtinin, insan
selinin bir alaboraya tutulmuş gibi dönüp dolaşarak geçip
gittiği yer ve zamanda Leman alt geçite doğru ardına bakmadan
yürüdü, çekti gitti. O, hep böyleydi zaten. Uzun bir aradan
sonra, buluşmalarında duygulu bir günün ardından, birden bir
sele kapılır gibi Leman'ın çekip gitmesine üzüldü. O giderken,
ardından yekindi, peşinden koşmayı düşündü, sonra vazgeçti.
Onları birbirinden ayıran, Leman'ı yalnız yaşamaya götüren ve
uzaklaştıran duygu nedir diye bir soru tufanına bir kez daha
tutuldu Rahmi. Birlikteliklerini sağlayan, ruhlarındaki coşkunun
hâlâ aralarında var olduğunu gene de düşündü. Rahmi, durakta
uzun süre peşinden baktı Leman'ın. Gidişini, salınışını, başının
önünde oluşunu, kalabalığın arasında, elindeki çantalara
asılışını, yaşamın bütün yükünü tek başına taşıyışını, ağır
sorumlulukları üstelenişini, herkesten daha sorumlu, daha acı
çeken biri olduğunu düşündü. Leman yürüdü, kalabalıkta yitti.
Rahmi, randevuya varacağı yöne giden otobüsü son anda yakaladı,
apar topar atladı. Kentin hay huyuna, gürültüsüne daldı, aklı
Leman'da kaldı, öyle gitti.
İstanbul
- 17.10.2002
http://sufizmveinsan.com
Yedi İklim Dergisi
Ekim 2002
|