Nil
Vadisi ve Karakteristikleri
Eski
Mısırlılar, bahçe işleri ve botanikle çok ilgiliydiler. Dolayısıyla
içinde yaşadıkları memleketin haritadaki görüntüsünün de en
sevdikleri ve anıtlarında kullandıkları nilüfer çiçeğine
benzemesi çok doğaldır.
Şayet
Mısır’ın haritasına bakarsanız, Nil deltasının bir çiçek başına
benzediği görülür. Çiçeğin sapı ise Nil’in kaynağına,
Afrika’nın kalbine, denizden 4000 mil içeriye kadar uzanır.
Mısır,
dünyadaki en değişik sınırlara ve çevreye sahip bir ülkedir.
Sadece Şili, istisnadır. Çoğu ülke yuvarlak, kare veya uzunlamasına
konumlanmıştır. Ancak, Mısır
sonsuz bir sarı çölün ortasında uzatılmış yeşil ipekten ıslak
bir iplik gibidir.
Bir memleketin karakteri ve kaderi onun konumu ile doğrudan
ilgilidir.
Bu
faktörlerden dünya üzerinde çok az ülke Mısır kadar etkilenmiştir.
Mısır’ın hayatı tümüyle Nil Nehri’ne bağımlı idi. Bu memleket sanki kumların
arasında kayalık bir kesikte uzunlamasına yerleşmiş dar ama çok
bereketli toprak bir halıydı.
Bu nehir, halkın hayatı, her şeyi idi. Halk, adeta Nil nehrine tapıyor,
ona övgüler düzüyordu. Eski Mısırlılar tümüyle bu nehire bağımlı
olarak yaşıyorlardı.
M.Ö.
3000 yıllarında Mısırda
Yukarı Mısır Krallığı ve Nil deltasının çevresinde yer alan Aşağı
Mısır Krallığı adında iki krallık vardı.
Mısırlılar ise anıtlarda görülen fresklerdekinin aksine gayet
rahat, toleranslı ve hayata bağlı kişilerdi.
PİRAMİTLER
(Sayfa:
39)
Pek
çoğumuz için eski Mısır’ın en önemli ve şaşırtıcı anıtları
daima Piramitler olacaktır.
Bu özgün yapıtlara bir Yunanlı, memleketinde yediği buğday
keklerinin biçiminde olduğu için
pyramidia adını
vermiştir.
Piramitler hakkında neler söyleyebiliriz
ve onları inşa edenlerle arasında nasıl bir bağ kurabiliriz?
Söylenecek ilk şey piramitlerin
kraliyet ailesinin fertlerini gömmek için kurulduklarıdır.
Daha eskilerde ölüler kumda açılmış ve içine bir örtü serilmiş
olan çukurlara gömülüyorlardı. Ancak o devirlerde bile ölmüş
kişinin yanına öbür dünyada ihtiyaç duyacağı silahlar,
elbiseler ve yiyecekler konurdu.
Fakat etraftaki çakallar, vahşi hayvanlar veya bir kum fırtınası
nedeniyle ölü bedenler tekrar açığa
çıkıyordu. Bu yüzden zengin halk kendilerine daha kalıcı mezarlar
yapmaya karar verdi.
Birinci Hanedan döneminde krallar ve
asiller, modern Arapların ‘’mastaba’’ dediği mezarları inşa
etmeye başladılar. Bunlar
esasında toprağın altına inşa edilen yaşam evleri idi. En üste
çamur tuğlalardan yapılmış ve beyaza boyalı bir yapı konuyordu.
Eskiden ölünün yanına konan eşyalar burada korunuyor ve çok görkemli
bir şekilde dekore ediliyordu.
Daha sonraki hanedanlar döneminde
mezarı hırsızlardan korumak amacıyla ölüler odaların birinden
geçilip toprağın epeyce altına inilerek girilen bir
hücreye gömülmeye başlandı.
Sonraki devirlerde mastabaların
popülerliği devam ediyordu, ancak krallar için yeni bir mezar
modeli ortaya çıkmıştı. Buna piramit deniyordu.
Yakından incelendiği zaman piramidin,
mastaba denilen mezarın yukarı doğru uzanmış bir şekli olduğu görülür.
Piramidin içinde, kralın etrafında, yaşamı boyunca ona hizmet
etmiş olanların, kraliçenin ve çocuklarının, krallığın yüksek
dereceli, görevlilerinin ayrı ayrı mezarları vardır.
Uzaktan bakıldığı zaman bu
dizilim sanki kralın hayatta iken huzurundaki kişilerin rütbelerine
göre sıralanması gibidir.
Bugün
gördüğümüz piramitlerin çoğunda yalnız ve aşınmış bir görünüm
vardır. Halbuki ilk yapıldıklarında
çevresindeki diğer anıtların
ve mezarların meydana getirdiği oldukça detaylı ağın merkezini
teşkil ediyorlardı. En güzelleri
ve en önce yapılmış olanları Kral Zoser’in Sakkara’da yaptırdığı
Step Piramididir (M.Ö.2700).
Bu piramidin dizaynı bir dâhi olarak bilinen ve daha sonraki
devirlerde halkın tanrı olarak tapındığı vezir Imhotep tarafından
yapılmıştır.
Imhotep, matematik, mimari ve tıbbın babası olarak bilinmektedir.
Ayrıca takvimi de icat etmiştir. Sanki bir düğün pastası gibi
altı adet mastabayı
birbirinin üzerine koymuş üstlerini
de kraliyetin taş ocaklarından çıkan kireç taşı ile kaplamıştır.
Piramidin
altında toprağın derinliklerinde ise
pembe granitle kaplı bir mezar odası vardı. Bu odanın çevresi
de tıpkı bir labirentte olduğu gibi geçitlerle kaplı idi.
Step piramidi gibi eski krallığın tüm piramitleri bin yıllık
bir süre için başkent olan Memphis şehri yakınlarında inşa
edilmişlerdir. Piramitler
Nil Nehri’nin batı kıyısında bulunmaktadır; arkalarına batı
tepelerini bir koruyucu engel olarak almışlar, böylece inançlarına
göre güneşin kutsal gemisi, geceyi geçirdiği limana rahatlıkla
girebilmiştir.
Mısır’ın
eski yöneticilerine piramide gömülmek fikri neden bu kadar cazip
gelmiştir? Bu fikir nasıl gelişmiştir?
Mastabaların üst üste dizilmelerinden yola çıkınca en akılcı
cevap, piramidin ölü
firavunun gökteki ebedi evine gitmesi
için gerekli kutsal bir merdiven olduğudur . Eski yazıtlarda bu açıkça
belirtilmiştir.
Daha sonraki devirlerde piramidin yanları düzleşip merdivenler de görünmez
olunca ikinci bir görüş ortaya çıkmıştır.
Piramid benben adı
verilen kutsal bir taşa benzetilmiştir. Bu taş Heliopolis de tanrı
Ra’ya ait bir mabedde bulunmaktadır.
İnanışa
göre büyük bir ihtimalle benben,
dünyanın yaratıcısı tanrı Ra-Atum’un kendini ilk defa gösterdiği
bir ‘’sonsuzluk kilidini’’ temsil etmekte idi.
Dahası, benben ile piramit, güneşin cennetten gelen ve dünyaya yaşam
veren ışınlarını temsil etmekteydiler.
Bu yüzden her piramidin en tepesinde kutsal benbenin şeklinde (küçük
bir piramide benzeyen) bir taş bulunmakta idi.
Piramit bir ölüler şehrinin merkezidir.
Şimdi çoğu kaybolmuş olmasına rağmen, tıpkı sağlığında
olduğu gibi Firavun’un etrafı ölmüş aile fertleri ve devletin
ileri gelenleri tarafından çevrilmiştir.
Ancak, bu ölüler şehrinde canlı insanlar da dolaşmaktadırlar.
Bunlar kralın ve diğer
asillerin sağlığında ruhlarına dua etmeleri için büyük paralar
ödedikleri rahipler, kemiklerini koruyan muhafızlar ve piramidin bakımından
sorumlu işçilerdi.
Tabii bütün bu yapılanlar sırf ölmüş bir yöneticinin vasiyeti
yerine gelsin diye yapılmıyordu.
Mısır halkı da eski krallarının anılarını canlı tutmak
için özel bir gayret gösteriyordu. İnanışa göre iyi bir
Firavunun ruhu ölümünden sonra bile halkına yaralı oluyordu.
Halk her gün ona tapınıp anısını canlı tuttukça o da
cennette birlikte olduğu tanrılardan onlar adına yardım alıyordu
ve halkına şefaat ediyordu. O
spirituel bir güçtü.
Mısır
halkı için piramitleri yapmak sadece ölen krala bir saygı ve sevgi
işareti değildi. Aynı zamanda bu onlar için bir iş ve geçim
kaynağı idi.
Her yıl üç ay boyunca Kara Arazi denilen bölge Nil Nehri’nin
suları altında kalırdı.
Bu dönemde çiftçiler
geçimlerini piramit inşaatlarında çalışarak sağlardı.
İnşaatta
kullanılacak olan taş bloklar tahtadan sallar üzerinde yüzdürülerek
inşaat sahasına getirilirdi. Her
taraf sularla kaplı olduğundan, başka mevsimlerde geçilemeyecek
olan kayalık bölgeler bu şekilde rahatlıkla aşılmış
olurdu.
Dört bin beş yüz sene sonra Suveyş Kanalı yapıldığında bu
sistem hâlâ kullanılıyordu.
İşte
Mısırlılar bu kadar zahmete katlanarak Firavunlarının ölü
bedenlerini mumyalayıp
görkemli mezarlar inşa ederek muhafaza etmeye çalışmışlardır. Firavuna bu kadar sevgi göstermelerinin onun ölüsünün de
kendilerine yardım edeceğine inanmalarından dolayı idi.
http://afyuksel.com
01.02.2001
|