Önceki
yazılarımızda robotların yapımının hızlanmasından ve robotların
bize sağlayacağı faydalardan bahsederken, insanların fiziksel
olarak yeterliliği bulunmayan alanlarda robotların devreye
gireceğini ve bunun araştırmalar için önemli olduğunu
söylemiştik.
Uzay
araştırmaları için robotlar üzerinde çalışmalar yapan NASA,
böylece daha önce hiçbir insanın veya robotun gidemeyeceği
yerlere ulaşmayı planlıyor. Bilim adamları doğadan
kopyaladıkları yeni tasarımların desteğiyle daha akıllı ve daha
etkili robotlar üretiyor.
NASA' ya
bağlı Otonomi ve Robot Bilimi isimli bir grup, uzay
araştırmalarında kullanılacak robotlar geliştiriyor ve üretiyor.
Doksan kişilik mühendisler ve programcılardan oluşan bu grup, en
son teknolojiden faydalanarak zamanlarını NASA' nın robot
görevleri için çalışarak geçiriyor. En son geliştirdikleri
robotlarla ilgi odağı olan grup, teknolojiyi geliştirirken
doğadan faydalandıklarını belirtiyorlar.
Çözüm doğada gizli
Doğada teknolojinin aradığı pek çok yanıtın
gizli olduğunu düşünen Otonomi ve Robot Bilimi çalışanları
ürettikleri robotlarla bunu kanıtlıyorlar. Örneğin Silvano
Colombano önderliğinde geliştirilen yaklaşık bir metre
uzunluğundaki "Snakebot" (Yılan Robot), gerektiğinde başka
hiçbir robotun giremeyeceği deliklere girebiliyor ve pek çok
tekerlekli robotun batacağı kumlu alanlarda kayarak
ilerleyebiliyor.
Doğadan
faydalanılarak üretilen bir başka robot da “akrep robotu”. Sekiz
metal ayağa sahip bir çift kaset çalarlı müzik setini andıran bu
robot, kayaların üzerinde ilerlemekte hiçbir zorluk yaşamıyor.
Ayrıca eşya da taşıyabiliyor… Akrep robot ufak bir paketi
taşımak için dört ayağını kullanırken geri kalan ayaklarıyla da
ilerleyebiliyor. Robot dengesini ise uzayıp kısalan ayakları
yardımıyla koruyor ve bu devrilerek hareketsiz kalmasını
engelliyor. Bir ayağı kırıldığında ise bu mucizevi robot
topallayarak da olsa yoluna devam ediyor.
Bir diğer konu: Yazılım
Bilim adamları, daha önce Mars'ta görev yapmış
Spirit ve Opportunity gibi geleneksel tekerlekli robotlar
üzerinde de çalışıyor. Grubun laboratuarında ilk tekerlekli
prototiplerden birisi olan K9 bulunuyor. K9 üzerinde ise çeşitli
yazılım algoritmaları deneniyor. Bu sayede, şu an dünyadan
yönetilmesi gereken görev kontrolleri otomatikleştirilebilecek.
Örneğin, deneylerden bir tanesi K9'un bir kayaya yeterince
yaklaşarak her açıdan resmini çekmesini ve bir bağlantı aygıtı
yerleştirmesini amaçlıyor. Bu her ne kadar basit bir eylem gibi
gözükse de hızın görev üzerinde ciddi bir etkisi bulunuyor.
Yapay
zekâdan çok “otomatikleştirme” olan bu deneyimler, şüphesiz,
hesaba katılmayan koşullar durumunda ne yapılması gerektiğine
karar verecek robotlar için bir ön hazırlık niteliği taşıyor.
Bilim adamlarının yapay zekâ konusunda uzun vadedeki düşü ise
insanların amacını anlayabilen robotlar üretmek. Tabi ki bu elde
edilmesi oldukça zor bir şey.
Sonuçta,
ister otomatikleştirme ister yapay zekâ densin, her iki kavram
da robotlara yüklenecek ve kullanılacak sistemi oluşturuyor.
Sadece otomatikleştirme, işe yarayacağa benzemiyor. Sonuçta,
robotların elde ettikleri bilgileri değerlendirmeden geçirip
sonra kaydetmesi bazen gereksiz kayıtların önüne geçilmesini
sağlayabilir.
Kusursuz
modeller
Bilim adamlarını doğadaki canlıları taklit etmeye iten şey,
kusursuz vücut tasarımlarıdır. "Karlsruhe eli" olarak bilinen
robot elini yapan Hans J. Schneebeli bu konuda şunları söyler:
Robot eller
üzerinde ne kadar çok çalışırsam insanların sahip oldukları
ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin
bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi
gerekir.
Robot bilimi
ile uğraşanların en sık karşılaştıkları sorunlardan biri de
dengedir. En son teknoloji ürünü donanıma sahip olarak yapılan
robotlar bile yürürken dengelerini kaybedebilmektedir. Bebekler,
bilirsiniz çok küçük yaşlarda denge kuramazlar. Bu yüzden
ellerini uzattıkları hemen her şeyi döker, düşürür ve kırarlar.
Ama bu çok uzun sürmez. Üç yaşına kadar bebek, denge kurmayı
öğrenir. O yaştaki bir bebeğin çok rahatlıkla yapabildiği
"dengeyi yeniden kurma" özelliğinden yoksun olan robotlar bu
durumda işlevsiz kalmaktadır. Nitekim, NASA'nın Mars görevi için
hazırladığı bir robot, bu sorun yüzünden hiç kullanılamamıştır.
Robotik uzmanları bunun üzerine, denge sağlayıcı bir düzenek
kurmak yerine “dengesi hiç bozulmayan bir canlıyı, yılanları
taklit ederek” soruna çözüm bulmaya çalışmışlardır.
Denge
nasıl oluşur?
Tüm bedenimizi her saniye sürekli olarak kontrol eden ve ip
üstünde yürüyen bir cambazın ihtiyaç duyduğu hassaslıkta ayarlar
yapabilen denge sistemimizin önemli bir parçası, iç kulakta yer
alır.
İç kulaktaki
bu denge merkezine "labirent" adı verilir. Labirent, her biri
yarım daire şeklindeki üç küçük kemikten oluşur. Bu kemiklerin
içleri bir tüp gibi boştur. Yarım dairelerin çapları 6,5
milimetre, içlerindeki boşluğun, yani kesitlerinin çapı ise 0,4
milimetre boyutundadır. Her üç yarım daire de çok özel açılarla
birbirlerine bağlanırlar. Bu açılar incelendiğinde, her yarım
dairenin üç boyutlu geometrinin temeli olan x, y ve z
koordinatlarına karşılık geldiği ortaya çıkmıştır.
Labirentte
bulunan bu üç yarım dairenin her birinin içinde, özel bir sıvı
yer alır. Bu sıvının içinde gezindiği yüzeyde de tüycüklü
hücreler vardır. Biz başımızı sağa sola çevirdiğimizde,
yürüdüğümüzde ya da herhangi bir hareket yaptığımızda, yarım
dairelerin içindeki sıvı hareket eder ve tüycükleri titreştirir.
Tüycüklerdeki bu titreşim, salyangozda olduğu gibi tüycüklerin
bağlı olduğu hücrelerin iyon dengesini değiştirip elektrik
sinyali üretir.
İç kulaktaki
labirentte üretilen bu elektrik sinyalleri, labirentten çıkan
sinirler aracılığıyla beynimizin arka tarafındaki "beyincik"
adlı organa iletilir. Labirentten beyinciğe mesaj taşıyan
sinirler incelendiğinde, bunların içinde 20 bin ayrı küçük sinir
lifi olduğu saptanmıştır.
Beyincik, iç kulaktaki labirentten gelen bu bilgileri her an
yorumlar. Ancak, dengeyi sağlamak için başka bilgilere de
ihtiyaç vardır. Bu nedenle beyincik, gözlerden ve vücudun dört
bir yanındaki kaslardan da devamlı olarak bilgi alır. Tüm bu
bilgileri müthiş bir hızla analiz ederek vücudun yerçekimine
göre konumunu hesaplar. Bundan sonra ise, bu hesaplamaya
dayanarak, kasların nasıl bir hareket yapması gerektiğini
belirler. Ortaya çıkan sonuç, kaslara yine sinirler aracılığıyla
emir olarak bildirilir.
Bu
olağanüstü işlemler, saniyenin yüzde biri kadar bile sürmeyen
bir zaman dilimi içinde gerçekleşir. Biz de, içimizde
gerçekleşen bu mucizenin hiç farkında olmadan rahatlıkla yürür,
koşar, en zor sporları yaparız. Oysa bu işlerin tek bir anı için
vücudumuzda gerçekleştirilen hesaplamaları kağıda döksek,
binlerce sayfa formül yazmamız gerekecektir.
Denge
sistemi, iç içe geçmiş birçok karmaşık mekanizmanın uyum içinde
çalışmasıyla işlev gören kusursuz bir sistemdir. Modern bilim ve
teknoloji ise, bu sistemi taklit etmek bir yana, çalışma
prensiplerini dahi ayrıntılarıyla çözmeyi başaramamıştır.
Denge zor olunca çözüm başka yerlerde aranıyor.
Solucanların kas yapısı, mekanik sistemlerin öncüsü oluyor.
Solucan derisi son derece etkileyici bir tasarıma sahiptir.
Hayvanın silindir biçimindeki vücudunu kaplayan derisi, çapraz
sarmallar biçiminde kuşatılmış liflerden oluşur. Vücut
duvarındaki kasların kasılması, derideki kısa ve kalın olan
liflerin uzun, ince bir şekle girerek hayvanın vücudundaki iç
basıncın artmasına, böylece biçim değiştirmesine sebep olur.
İşte solucanların hareket etmesini sağlayan mekanizmanın temeli
de budur.
Şu an bu
benzersiz mekanik sistem, Reading Üniversitesi Biyomimetik
Merkezi'nde yeni projelere ilham kaynağı olmaktadır: Söz konusu
projelerden birinde çok sayıda silindirik yapı solucandaki gibi
yerleştirilmiştir. Bu arada silindirlerin içinin su emebilecek
polimer bir jelle doldurulması planlanmıştır. Su kullanarak
jelin şişmesi ve kasılması sağlanacaktır. Böylece kimyasal
enerji yalnızca gereken yerde mekanik enerjiye dönüşecek ve
meydana gelen basınç tamamen güvenli bir şekilde sarmal biçimli
bir torbada hapsedilecektir. Jeldeki şişme ve kasılmanın bu
şekilde kontrol altına alınmasıyla oluşturulan sistemin yapay
bir kas olarak etkili biçimde çalışacağına inanılmaktadır. Bu
şekilde dengeyi tüm yüzeye dağıtarak denge sorununa da çözüm
sağlanabilir.
18. yüzyılda
başlayan makine ve sanayi devrimi devrimi, 19. yüzyılda yerini
teknoloji devrimine bırakmıştır. Bundan sonraki gelecek
devirlerden birine de robotların devrimi diyecek gibiyiz. Ve
galiba o devir geliyor.
Kaynaklar:
www.hurriyetim.com
www.postagazetesi.com
İstanbul - 19.07.2005
http://sufizmveinsan.com
|