Zamanın en duyarlı anında ruhumda yankılanan. sarsan bir alabora. O gün; onunla. ilk kez bu haliyle karşılaştım, bu, bir başlangıç oldu. Günün ilk ışıkları ruhuma çalındığında, aralanmış kapıda, beni içtenliğiyle bekleyen, yol gözlemekten gece boyu uykusuz kalan ve içindeki deprenişlerini benimkiyle buluşturan, aynı duygu yoğunluğuyla sarsılan ikimizin buluşması: O ve ben demern belki daha yerinde olacak. Oysa olanları sadece kendime mal ederek söz etmeli, onu değil kendimi anlatmalıyım. içinde ne fırtınalar estiğini, ne olup bittiğim bilemem, diyemem. Kendimi anlatırsam onu da anlatmış olacağım. Gülümseyişindeki içtenliği, heyecanı ve kavuşma anındaki coşku güzelliğini anlatamam. Ondaki güzellikleri yakalamam için ancak böyle bir an gerekliymiş. Zamanı ve yolu birbirimize doğru çekerken, elimizde gerilen ipin güçlenerek bizi biraz daha gerdiğini nasıl anlatmalıyım. Kapıdayım, beni bekliyor. Bu kapı geleceğe açılmış, beni yoluma doğru götürüyor. Onu ilk kez böyle mutlu ve umutlu görüyorum. Her başlangıcın bir yolu, bir umudu ya da düş kırıklığı var. Uzun bir süredir üzerinde bulunduğum yoldan sapmadan, yeni bir ufuk yakalamanın coşkusunu duyarak. adım adım ilerliyorum. Kapı ve merdivenler arasındaki boşlukta her adım bir yükseliş ve inişi imliyor. Zaman ancak bu kadar uzayabilir ya da kısalabilir. Burada oluşumdan dolayı kendime ilişkin ne bir kaygım ne de bir tedirginliğim var. Bilerek bu yoldayım. Yürüyorum... Adımlarım, merdivenler birbiriyle ilintili. Yeni bir kapıdan giriyorum, bir ufuk açılıyor önüme. Sonsuzlukta. saçının her telinin siyahında bir ışık duruyor. Saçları ve gülümseyişi tam da birbirinin karşıtı. Beyaz ve siyah karşıtlığındaki ben, içime aldığım kokunun ruhumu bu denli sarıp sarmalayacağım elbette bilmeliydim. Kapıların ardındaki karanlık beni korkutuyor. Onu böylesine içten beklemiyordum. Fakat bu aralanış başka bir şey sunuyor. Yaşamın kendisinde tozu dumana katan alaborada ben yokum. Aydınlık bir gelecekte var olmanın dikkati gerekli. Ruhundan ruhuma geçen ışık beni sarıp sarmalıyor. Her an ve durumun bir değeri, bir karşılığı var. Ruhundan ruhuma geçen, ruhumun enginliğinde yiten ben sınırsız ve yalnız olan ben. Bu, ruhumu yücelten bir sessizlik oluveriyor. Sonsuzluğun büyüsündeyim. Her büyü bir gün bozulur, ama bu hiç de öyle görünmüyor.

İçime bilmem bu kaç bininci yolculuğum, kendimi yineleyişim ve tüketişim. Her birinde yeni bir hale giriyorum, yeni bir ruh kazanıyorum. Bu da beni benden alıp götürüyor.

uzun yolculukta eline tutuşturduğu nesneyi evirip çevirmekten yorulduğundan değil sıkıldığından kağıt parçasını yumruluyor kağıt kağıt olmaktan çıkıyor elinden düşürüyor bir daha alıyor avcunun içi terliyor çöp kovasına atıyor oyuncağını yitirmiş çocuk gibi oluyor elini çenesine dayıyor dışarının alacasına yöneliyor gözlerim ufka dikiyor alacada ufukta ışık beliriyor ova sonsuzluğunda ritm tutturan trenin tekerleklerinin sesine kapılarak bir beşikte sallanır gibi yol alıyor herkes uyuyor o herkes olamıyor yol ve zaman uzuyor yol sabırsızlıktan çekilmez oluyor niçin ilk araca atlayıp gitmediğine işte şimdi yanıyor yolculuklarda yapılacak çok iş vardır ama o düşünemiyor bir an önce varmaya can atıyor her durak onun için bir işkence zamanı gözlerim inip binen yolculardan ayırmıyor büyük kent garlarında çok duruyor küçüklerini es geçiyor küçük kentten büyüğüne yol almanın da bir kaderi var ve bir kaderle bilinmedik bir yere gidiyor onu o istedi o da onu küçük kentin duvarlarını yıktığından beri sınırsızlığa yol alıyor sınırsızlık onun kaderi oluyor sahte ruhun kapısındaki cehennem çekilir gibi değil ondan kurtulmanın bir yolu olmalı seni bir gün yanıma alacağım sen benim yurdumun insanı olacaksın dediğinde inanmamıştı her söylediği çıkıyor ve istediği oluyor bunun için korkuyorum beni bekleyen ah beni bekleyen korku dolu bir belirsizliğin yolundayım gidiyorum diye düşünüyor başını trenin camından dışarıya bir kez daha çeviriyor dışarı alacasında yaşamın belirtileri sadece doğanın kendisi insanlar ve hayvanlar görünmüyor içeridekiler horluyor kıvranıyorlar koltuklarda uyuyorlar onlara hayretle bakıyor sonra kendine dönüyor uyuşan ve şişen ayaklarını rahatlatmak için ayakkabılarını çıkarıyor başını cama dayıyor ve dalıyor.

Günün birinde ruhumun bütün alaborları ifşa olduğunda ben gene o ben olarak kalacağım. Kendimden böylesine emin bir duruşla reverans edişim hoşuna değil. Üzerime ağacak ve ilençleyecek yanağın her vuruşu yalnızlığımdan kaynaklanıyor. Bir ruh ancak bu kadar acı çekebilir. Her vuruş volkanımı patlatıyor. O başlangıç gününde damarlarımdan fışkıran ruhuma yayılanın kanayışıyla bir divaneyim. O gün damarlarımdan fışkıran şey damarlarımı boşalttı, ruhumu değil.

O gün koşarak gittiğimde acılar çekerek döneceğimi kestirmeliydim.

Gündoğumundan önce: Gece sırlarımı örtüyor, ya ruhumu neyle örteceğim?

Yalnızlık ve sonrası, zamanın bölünmez kesiti. Bozkır sabahında ışıkları içime engelsiz girdi ve işte o gün olan oldu.

Ben yoğun aşk damarımda duruyorum. Damarım beni, ben de onu taşıyorum, îfşa edilmek korkutmuyor beni. Kendi darağacıma çekileceğim ve hcsabımı vereceğim gün çok yakın. Işık hızından geçen bir zamandayım. Telgrafın telleri nasıl bir yıldırım hızıyla, direkleri göz kapamalık geçiyor sa tıpkı öyle.

Yol yürümenin bedeli yalnızlık.

Her geçen gün ve her yalnızlıkta ardıma bıraktığım benlerden şimdi bir başkasıylayım. Fazlalıklar benden uzaklaşıyor, geriye kalan saf benimleyim. O i.se bana inat yanlızlığımı değil birlikteliğimi fısıldayıp duruyor. Bir delikanlı vardı onun gibi. öyküler okuyup yalnızlığının ve beninin ayrımına varınca ıssızlığa kaçıyordu, kendinden kaçan sadece o değil. Bunu ben başlattım. Ruhumun kasırgalarından olan öykülerimi yaşıyorum. O delikanlı şimdi yitti, kendi akarında yürüyor. Denetlenemez mizacım denetlenemez bir nehre kaptırdı gidiyor ha gidiyor. Nehrin azgın suları ordan oraya çarpıyor.

Saatin tiktakları ruhuma ağır vuruyor ve bir gong gibi işliyor

Tik tak tik tak tik tak
Ah sarsılan benim
Her vuruş benden götürüyor

Zamanın soyut kahramanlarındaki ben, bir yalnızlıkta savrulurken, aralanmış kapıdan bütün bir endamının görünümüyle ve olanca hasretiyle ve olanca güzelliğiyle: "Gel canım" deyişindeki sıcaklığa sığındım. Karanlığa kapatılan kapıdan önüme açılan sonsuzluğa geldim. O an hülyalarımın birinde, çok dar bir zamanda, ruhunun fırtınasına kapılıp alabora olduğu bir sırada, ki öyle idi. imdadına yetişmek için mi, yoksa onu tanımlamak için mi: "Yaşamın binbir çilesini omuzlarında taşıyan sen, düşüp parçalanan bir kristalsin. Parçaların dağılıyor, her biri bir değer, her biri bir parıldayışla gözlerimin önünde duruyor." Bu ilk anımsayış gibi olmuyor. Gecenin bölünmüş bir saatinde, zamanın durduğu, insanların ötelerde bir şeyler arandığı ve düşlerle oyalandığı veya hiçbir canlılık belirtisi göstermeden donup kaldığı, fırtınalara tutulanların çırpınışlarıyla çok uzaklarda bir umar olma çaresizliğini yaşadığı bir zamanda seninleyim. Gecenin bölünmez ağırlığına veliler dayanamıyorlar. Veliler postekilerini yayıyorlar busuyla ve binbir fırtınayla içlerine dönüyorlar. Her iki halde aşık olan onlar bir yol tutturuyorlar. Dağılan kristalin beton veya taşlardaki çınlayışını çok uzaklardan duyuyorum, uykum bölünüyor. Ruhumun fırtınalarının ardı arkası gelmiyor, dalgalarım beni kayadan kaya vuruyor, yarlardan savuruyor. Bedenim yara bere, ruhum acılar içinde. Ruhumun depremleri sürüyor. Zaman kavramı yitti. Tıkanmış damarlarımı aşk patlatıyor. Umudun karardığı bir zamanda, gökyüzü görmemiş birinin ruh halini yaşıyorum, önüm açılıyor ve sonsuz bir ufuk beliriyor. Saatin tiktakları beni her geçen an biraz daha geriyor. Hep böyle kalacağım endişesiyle, beynim zonkluyor. Saat vuruyor, ben vuruluyorum. Ölümle kalım arası bir zaman bu. Ayraçlar beni bölüyor. Bir ömrün çileli yükü altında bir günde patlayan, feveran eden dağılan ruhumun kristalerini bir araya getiremiyorum. Her şey dağılıyor, bir bir yok oluyor. Bugün sen deyip durdum. Uyuyor musun, bilmiyorum. Ruhum ıstırap içinde gerilmiş bir tel titrekiliğinde. Hiçbir şey söylemiyorsun ve inadına susuyorsun.

Yalnızım
Gece bir zebani gibi üzerime çullanıyor
Ruhum kemiriliyor
Sessizlik korkutuyor beni duvarları değil ruhları delip geçiyor.

 

Ali Haydar Haksal
İstanbul - 07. 07. 2001
http://sufizmveinsan.com

Yedi İklim Dergisi
Temmuz 2001

 


Üst Ana sayfa e-mail