ilim
ve insanlık tarihini incelerken, varoluşun dönüm noktasını
oluşturan en önemli portresini, yani insani, bugünkü şartlara
ulaştıran ilişkiler zincirinin halkalarını çok iyi etüt
etmek değerlendirmek gerekiyor.
Amiplerle başlayan ilk canlılaşma hareketi, bunu bir dizi yer
kabuğu değişimi ve diğer
jeolojik olaylara borçludur.
Bu konuyla ilgili National Geographic dergisi nin bir sayısında Çin’de
bulunan son tüylü dinozorları gösterirken, kol ve bacaklarında
tüyler olan Sinornithosaurus
milleni’nin Gerard Heilmann’ın 1927’de yayımlanan
kitabındaki hayali Proavis’i
hatırlatarak örnekleme de bulunmuş. Heilmann Kuşların
Kökeni (The Origin of Birds) adlı eserinde o zaman bilinen
Archaeopteryx ile
kendisinin ayrı bir cins saydığı, fakat bugün yalnızca Archaeopteryx’in değişik bir bireyi kabul edilen Archaeornis
ile bunların kendisinden türediği ataç sürüngen arasında
Darwin'in evrim kuramına göre bir geçiş türünün var olması
gerektiğini düşünmüş ve bu düşündüğü geçiş türünü
varsayımsal olarak çizerek buna Proavis ( önkuş veya kuş öncesi
) adını vermiştir. İşte şimdi Çin’de bulunan Sinornithosaurus
bu Proavis’e bu
kadar benzeyince evrim teorisinin ne kadar güçlü bir kuram
olduğunu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Çin’de bulunan fosillerin Archaeopteryx’den
yaklaşık 30 milyon yıl daha genç olmaları dahi hiçbir şeyi
değiştirmiyor, çünkü, evrim bu tür hayvanların pek çoğunun
oluşacağını, bunların genetik (mütasyon) ve çevre etkileriyle değişik hızlarda değişime
uğrayıp birinin sonunda kendi cinslerini üreteceğini varsayıyor.
Diğer
taraftan doğanın getirileri; vadiler ve ormanlık alanları teşekkül
ettirirken, Homo Sapiens’e giden adımlar da atılmış
oluyordu.
Evrende çok sayıda var olan canlıların arasında temayüz
eden ve belli bir atadan gelen goriller ve şempanzeler olmuştur.
Bu hayvanlar ağaç üzerinde yaşamayı, çeşitli yaprak ve
meyvelerle besin sorununu çözmeyi başardılar.
Yapılan tespitlerde, canlılardaki evrim koşullarında doğada/ekolojik
etkenlerde de büyük değişiklikler olduğunu görüyoruz. Sıkça
yağan yağmurun periyotları yerini kurak iklimlere bırakıyor
ve canlı yapılarda ileriye dönük düşüncelerin varlığını
ortaya koymasına neden oluyordu. Bir bakıma evrensel gen,
ortamı yeni bir genetik yapılanmaya zorluyordu.
Zira Ruhun amacı son halkada, ürettiğinde mevcut olmasıdır.
Aradaki boyutlarda kalan nesneler zaman, mekan
kavramları ile evrimleşir.
Maymunlarla ortak bir atadan meydana gelen Australopithecus bu bölgede
5 milyon yıl önce oluşmuştur. İlk Homo yani insan türleri
ise Homo habilis 2 milyon yıl önce ve Homo erectus ise 1.5
milyon yıl önce var oldu. Bu sınıf artık yiyeceklerini
,avlarını ve düşmanlarını görebilmek için ayağa kalkmak
zorunda kaldılar. Bu stil ellerin serbest kalmasına neden olduğu
gibi,alet yapmalarına ve bunları kullanmalarına neden oldu.
Homo erectus,modern insanı temsil eden Homo Sapiensten 3000 bin
yıl önce var oldu. Vücüdun dik duruşu kafatasının genişlemesine
ve beynin hacim olarak büyümesine yol açtı.
Homo erectusta beyin hacmi 900 cc.iken, bildiğiniz gibi Homo
Sapiens te bu ağırlık 1400 cc ye kadar ulaştı. Doğanın
bilinen en karmaşık nesnesi bu şekilde teşekkül ederken ,boğaz
ve ağız kısımlarındaki ses tellerinin gelişimi onun ne
istediğini anlatabilen algılayabilen bir varlık haline dönüştürdü
diyebiliriz.
Homo sapiens,
Evrim dilinde İnsana uzanan bu basamağın ilkini teşkil
etmektedir
Zira mistizm de mükemmel şekilde var olan “insanın “ bu
insansı varlık ile bir ilişiği ancak bu şekilde başlamaktadır..
İstanbul
- 04.01.2000
http://afyuksel.com
Kaynakça:
Bilim ve Ütopya - Mart 2000
Cumhuriyet Bilim ve Teknik - 18 Mart 2000
|