“Uyku perisini bu
kaçıncı küstürüşüydü?” bilemiyordu fakat, bu gece farklı bir
şeylerin olacağını sezmesi o kadar da güç olmamıştı hani…
Her zamanki gibi
sessizlik örtüsüyle geldi gece. Dün kentin omuzlarının tutulmuş
olduğunu görmüş olsa gerek ki, gece bu sefer daha bir sıcak
sarıp sarmaladı onu…
Yalan değildi.
Duyduğu bir karıncanın ayak sesleriydi muhakkak. “Karınca, ne
acayip mahluk!” diye düşündü ve sonra neden karıncaya acayiplik
atfettiğini anlamaya çalıştı…
Evet, gece gerçekten uzun sürecekti bu sefer!
Aklına yâri düştü nihâyetinde. Aklına dememeliydi aslında. Akla
değil gönle düşerdi yâr! Yalan değildi. Zaten o da demiyor
muydu:
“Gönlüm
mahkeme-i aşkta hâkim olandan beri
Aklım afvedilemez cürümden kürek mahkumu”
“Dîl”ine katre
katre dâhil olan kelime oyunlu birkaç mısra dilinden
dökülüyordu da onları kalıba dökmek için gayret gerekmiyordu,
hayret! “Yalnızlığın acısıyla kıvranan bir âcizin imdâdına
cinastan daha sür’atli ve daha makbul yetişebilecek ne
olabilirdi ki?”
Mahrû’m
1.
Geçti rüzgâr
uçtu mâzî yâdımda bir mahrû’m kaldı
2.
Rûm ilinden
göçtü mihr ardın gözleyen mâh rûm kaldı
3.
Gör ki artık
âyinem şikest oldu hem-âh rû’m kaldı
4.
Eyle Hâfız
nakş-ı ber-lâf dîl yâreden mahrûm kaldı
Belki de bir dostu
günümüz Türkçesiyle isteyecekti bu kıt’ayı:
1.
Geçmişte
kalan o güzel devir geçip gitti de, hatrımda bir tek ay yüzlü’m
kaldı
2.
Güneş (âşık)
Rum (yaban) memleketinden göçüp gitti de peşinden bakan ay
(sevgili) Rum (diyarında) kaldı
3.
Ey
Sevgili!... Artık gör ki (vuslat) aynam kırıldı da geriye âh
içindeki yüzüm kaldı
4.
Ey Hâfız!...
Sen söz üzerinde süsleme yapmaya devam et, ancak gönlün aşk
yarasından mahrum kaldı, bunu da bil!
Artık fazla söze
hâcet kalmamış, mihr ( güneş) kalbine düşen aydınlığı mâh’a (ay)
duyurmak için dil süzgecini kullanmıştı… Gerisi mi?
Yâr ne zaman
duymuş ki âşığın feryâdını?
Eşkişehir - 05.07.2005
kalebend@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com
|