Şizofreni (Paranoide Psychose)

Bütün ruhsal hastalıkların içinde en tehlikeli olanı Şizofrenidir. İlk defa 1911 yıllarında Eugen BLEULER isminde bir ruh doktoru tarafından bu ismi almıştır. Kelime anlamı ile “Kişilik bölünmesi“ olarak geçen bu hastalık, tüm dünyada her yüz kişiden bir insanda çıkar ve insana bu dünyada  “cehennem azabı“ yaşatır.

Hastalık hafif veya ağır, geçici veya kalıcı, dramatik veya sinsi gelişebilir. Bazen hiç kimse bir insanın bu hastalığa yakalandığını fark bile edemez. Hastalık kısa sürebilir veya bir ömür boyunca geçmeyebilir. Bazı insanlarda bir kez çıkabilir, bazı insanlarda defalarca kendini gösterebilir. Hastalık genç, yaşlı, kadın, erkek dinlemez. Erkekler genellikle 15 ile 35 yaşları arasında bu hastalığa yakalanırken, kadınlarda 25 ile 35 yaşları arasında çıkar. Hastalığa yakalanan insanlardan sadece üçte biri bu hastalığı atlatabilir, üçte ikisi ikide bir yeniden hastalanır, üçte biri de hiç kurtulamaz.

Şizofreni, dünyanın neresinde olursa olsun, Çin’de, Hindistan’da, Afrika’da, Avrupa’da, Amerika’da, Rusya’da hep aynı özelliği taşır.

En belirgin özelliği, kişinin aniden sesler duyması, düşüncelerinin okunduğuna inanması, birilerinin kendisinin düşüncelerini çalmasına inanması, kendi davranış ve düşüncelerinin başkası tarafından etkilenmesi, yönlendirilmesi şeklinde bir algılamadır. İlk etapta kendini algılama bozukluğu olarak gösteren hastalık, kişinin çevresindeki insanlara saçmalama olarak gelir. Ancak hasta gerçekten ses duymakta, gerçekten olmayan şeyler görmektedir. Herhangi bir insanın kendisini kontrolü altına aldığına, dışarıdan kumanda edildiğine gerçekten inanmaktadır.

Hastalık uzun süren bir uykusuzlukla başlar. Günlerce ve haftalarca uyuyamayan kişinin   “vegetatif sinir sistemi” yıkılır ve kişinin ‘benliği yok olur’.  Bu hastalığa yakalanan kişinin beyni son sürat çalışmaktadır. Kişinin beyni gece gündüz hayatında yaşadığı herhangi bir haksızlık veya yanlış bir davranış ile uğraşır. Durmadan aynı konu üzerine düşüne düşüne çözüm yolu bulamaz ve gerçekten saçmalamaya başlar. Her geçen gün gerçek hayattan biraz daha uzaklaşır ve kendi “irreal” dünyasında kaybolur. Kimileri kendilerini takip ediliyor olarak algılar, kimileri birilerinin kendilerini öldürmek istediğini, o yüzden kaçıp saklanması gerektiğini hisseder. Hastalığın en korkunç yönü “korku yaratmasıdır“.

Kişi her şeyden korkmaya başlar. Yemek yemekten, kitap okumaya kadar, her şey bir korku kaynağı olur. Çevresindeki insanlar bu korkulara anlam veremediği için, bizim kız veya bizim oğlan yine “keçileri kaçırdı” veya “çıldırdı” derler. Gerçek hayatında son derece zeki, son derece duyarlı bir insan olmuş olsa bile, toplum bu anormalliği kabul edemez. Nasıl ki bir makine sürekli çalıştığı zaman bozulabiliyorsa, insan beyni de sürekli hızla çalıştığı zaman düşünce sistemi diye hiçbir şey kalmaz. Bu hastalığı taşıyan insanların beyninde aşırı bir ‘Neurotransmitter’ üretimi mevcuttur. Depresyon hastalığında beyin yavaş çalışırken, bu hastalıkta tam tersine beyin çok hızlı çalışmaktadır.

O yüzden her iki hastalığın tedavisi sadece ve sadece ilaçla mümkündür. Neuroleptika veya Antidepresiva ilaçlarının en az üç ila beş yıl gibi uzun zaman düzenli olarak kullanılması şarttır. Bu ilaçlar beynin normal sayıda Neurotransmitter üretmesini ve insanın doğru düşünmesini sağlarlar.

Hastalık kişinin yaşam felsefesine göre şekil alır. Mesela son derece dinci bir insan kendini İsa Peygamber veya son derece solcu olan biri kendini Robin Hood olarak, bir başkası kendini Havva Ana olarak görür. Bu tür ‘büyüklük taslamalar’ hastalığın en belirgin özellikleri arasındadır. Kişi kendini bu dünyaya bir elçi olarak geldiğini, kendisi olmazsa, bütün dünyanın yıkıma uğrayacağına inanır.

Aynı zamanda yavaş yavaş bütün ilgi duyduğu şeyleri kaybeder. Kendini hiç kimsesiz ve hiçbir zaman sevilmemiş olarak görür. Her geçen gün realiteden biraz daha uzaklaşır ve kişiliğinin karanlık tarafını yaşar. Hiç kimsenin algılamadığı şeyleri algılar, hiç kimsenin hissetmediği şeyleri hisseder. Kısaca cehennem ateşlerinde kavrulur.

Şizofreni hastalığı, en ağır ruhsal hastalık olmasına rağmen tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Bir aile ferdinde çıktığı vakit, bütün ailenin dengesini kökünden sarsar. Halk arasında Allah’ın bir hışımı olarak görülür çoğu zaman. Bazen kış uykusunu uyumuş kara bir yılan gibidir. Bazen de ikide bir hortlayan bir Ejderha. ‘Yine mi geldi bizi buldu korkunç hastalık!’ diye isyan eder anneler, babalar.

Her anne baba ne güçlüklerle yetiştirir çocuklarını. Ve günün birinde yetiştirdikleri o insan hastalanıp hayatının harabelerinin önünde durduğu zaman, ona ilk yardım elini uzatan yine insanın anne babası, en yakın çevresidir.

Benim ruhsal sorunu olan ailelere tavsiyem:  Ne zaman hayatın acımasızlığını düşünecek olursanız, şüphe ve korku hissederseniz, ruhunuza kara perdeler çekildiği vakit:

Bir mum yakınız!

Ve yaktığınız mumu öylece seyrediniz! O zaman göreceksiniz ki, açık kapı görebilmek için en ufak bir ışık karanlıklarda korkmadan adım atmaya yeterlidir. Bununla yetinip diyeceksiniz ki,  küçücük bir ışık, birilerinin hediye sunduğu en küçük bir ‘Sevgi İşareti’ insanı karanlıktan aydınlığa taşımaya yeter...  Dünyada sevgiden büyük bir güç yoktur, çünkü.

 

NURAY  LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi

Bielefeld/ 02-09-2003
E-Mail: info@nuray-lale-institut.de

http://gulizk.com
 

Kaynaklar:

Laing, R. D. (1972): Das geteilte Selbst. Eine existentielle Studie über geistige Gesundheit und Wahnsinn.

Matakas, F. (1989): Sprünge in der Seele. Psychische Krankheiten und was man dagegen tun kann. Ein Handbuch. Reinbeck bei Hamburg: Rowohlt Taschenbuch Verlag GmbH.

 

 


Üst Ana sayfa e-mail