Elleri
ceplerinde, gözleri yerde yürüyordu her zamanki yolunu. Soğuk
günler gelmişti artık. Sırtında elde örülmüş güzel bir kazak ve
dizlerine kadar uzanan montuyla sıcaktan yeterince korunmuştu.
Başında tuttuğu takımın beresini alelacele takıştırmıştı bu,
takım logosunun neden sol gözünün üstüne kaymış olduğunu ve
kıyafetlerine neden uymadığını açıklıyordu: Alelacele… Fakat
yavaşça yürüyordu. Köşeden sokağa böyle girdi. Rüzgârdan montu
hafifçe açılır gibi oldu. İçindeki okul üniforması şimdi ancak
görülüyordu. Üşüdü ve montunun düğmelerini ilikledi, iliklerine
kadar üşümemek için. Soğuktan üşümüş olacak ki elleri, son
düğmeyi aceleyle iliştirirken yerine, ufak, sert bir hamle
düğmeyi yerinden çıkarmaya, bağlantısını koparmaya yetti
kendisiyle. Düğmenin düşüşünü seyretti. Daha havadayken hamle
yapmadı, yakalayamayacağını biliyordu. Düğme döne döne, adeta
kaçar gibi, hızla yere düştü ve yuvarlanarak kanalizasyon
ızgaralarının arasına düştü. Boğazı açıkta kalmıştı. Tekrar
önüne bakarak yürümeye devam etti. Mahallesine yaklaşmıştı,
evinin olduğu sokağa...
Gözleri öylesine
dalgındı ki, adımlarına ve yere öyle bakıyordu ki sanki
gözlerini yerden kaldırsa dengesi kaybolacak ve öne doğru
düşmeye başlayacaktı incecik bedeni. Ama bir ara kaldırdı
gözlerini, etrafına baktı. Her gün gördüğü yerler, her gün
gezdiği yerler bir an dar geldi sanki. Sıkılmıştı artık bu
monotonluktan. Kendine çocukluğunda pek çok şey veren bu
sokaklar artık zaman kaybı gibiydi. Hayatını yeni oluşumlarla
aynı raylara sokmalı, açılmalıydı. Saklanbaç artık o kadar da
güzel gelmiyordu. Misketlerini çoktan atmış ve unutmuştu bile.
Tekrar düşürdü başını önüne ve yürümeye devam etti. Neler
düşündüğünü kim bilebilirdi şimdi, kendinden başka anlatacak
kimsesi yoktu sanki.
Soyutlamıştı
kendini her şeyden. Kendini sadece hayal ettiği gibi sanıyordu.
Onları zorla saklamak zorundaymış, ağır bir yük taşıyormuş gibi
bakıyordu gözleri. Ağır ağır atıyordu adımlarını. Birden yerde
eriyen beyaz ufak bir belirti gördü. Birkaç saniye sonra bir
diğerini, sonra da diğerlerini. Başını yukarı kaldırdığında
binlerce beyaz kar tanesini üzerine doğru yağarken gördü.
Birkaçı gözlerine kaçınca kıstı gözlerini, fakat yukarı doğru
bakmaya devam etti. Senenin ilk karı yağıyordu. Bu görülmeye
değer bir şeydi. Çünkü geçen seneden beri büyümüştü. Aradan bir
sene geçmişti sadece, ama o geçen sene sanki çocukluğundan bir
anıymış gibi uzak geliyordu şu an. Birden kendini bu bir senede
neler olduğunu, neler yaptığını, ne olduğunu sorgularken buldu.
Bu onun kendini ilk büyük sorgulayışıydı. Fakat cevapları kolay
kolay bulamayacaktı. Yaşayarak öğrenecek ve belki de acı çekerek
ezberleyecekti çok işi herkes gibi.
Birden kaygan
yolda sendeleyiverdi. Ama genç bedeni onu bu tip tehlikelerden
kıvrak reflekslerle kurtarıyordu. Bu onun için iyi bir şeydi,
lakin yeni yeni çalışmaya başlayan hormonları da onun için
tehlikeleri çekecek, belki de yaratacaktı. Tüm tanıdığı
insanlara selam vererek geçiyordu. Küçük bir mahalleydi ve
herkes birbirini tanıyordu. Ve gençlere sevgiyle bakıyorlardı.
Sokağı geçince evlerine gelmişti ki, tam evlerinin karşısına bir
İnternet Cafe açıldığını gördü. Birkaç dakika orada bekleyip
içeri girenleri seyretti. Sonra bir elindeki çantaya, bir evine
bir de cafeye baktı. Çok geçmeden kararını verdi ve cafeden
içeri daldı.
Aradan dört saat
geçtiğinde çantası oturduğu sandalyenin altında, yere yatmış,
montu ceketiyle beraber sandalyeye asılmış gömleği buruşmuş bir
haldeydi. Kravatı gevşemiş, boynunda öylesine duruyordu.
Tuşlara basarken
her saniye daha da sertleşiyordu çıkan sesler. Parmakları
kasılıyor, ellerinde damarlar giderek şişip kendini
gösteriyordu. Sıcaktan üzerindekiler fazla geliyordu artık.
Kalbi gereğinden fazla atıyor, nefesi hızlanıyordu. Burnundan
soluyor, ciğerlerinden çıkan sıcak hava klavye üzerindeki
ellerine çarpıp dağılıyordu. Fakat o bunu fark edecek durumda
değildi. Gözleri bir aslanın avına bakışı gibi ateşliydi ekrana
bakarken. Gözbebekleri kocaman olmuş şuuru ekrana ışınlanmıştı
dışarıdaki seslere duyarsızlaşırken. Arada bir yenilgiyi
hazmedemeyip klavyeye yumruk atıyor, ağzından çıkan sesler
kulakları tırmalıyordu. Kravatını çıkarıp masa üzerine
bıraktıktan sonra gömleğinin de düğmelerini birer birer açmaya
başlamıştı.
Oyun bittiğinde
bulunduğu sandalyeye çökmüş, kollarını aşağı bırakmış, gözlerini
ekrana kilitlemişti. Hareketsiz gözbebekleri yavaş yavaş
ıslanmaya ve titremeye başlamıştı. Gözlerini kırpışı, onun artık
etkiden kurtulup gerçek dünyaya dönme zamanını geldiğinin
bildirgesiydi. Fakat bunda zorlanıyordu, istemiyordu. Saatlerce
sandalyede oturup oyun oynamak istiyordu bu derece yorulmuşken.
Yerinden kalması gerekiyordu fakat o bunu istemiyordu. Zorla
ayağa kalmaya çalışırken gözlerini etrafta dolaştırıyor, adapte
olmaya çalışıyordu ve ruhu tehlikedeydi.
wolkan98@hotmail.com
İstanbul
- 25.11.2003
http://gulizk.com
|