"Fenâ" durumu insanın en yüksek seviyede, Yaradan'ın huzurunda
eriyerek aslına kavuşması olarak ifade edilir. Bu anlamıyla fenâ,
sufilerin kendilerini adadıkları yok olma yoluna işaret eder
Astroloji içinde daha derinlere yol aldıkça, gerçeğin de katman
katman, perde perde, tıpkı Rus bebekleri matruşkalar gibi olduğunu
görebiliriz. Daha fazla ilerledikçe aklın keskin kılıcının artık
işlemediği katmanlarla karşılaşırız. Bu noktada aklın yerini "kalp",
yaratıcı ile bütünlük hissi alır. Astroloji dilinde konuşursak,
Uranüs gerçeğin ta kendisini, mutlak, çıplak gerçeği açıklar. Bu
kolektif enerji insanoğlunun içinde olmakla birlikte (çağlarının
ötesindeki düşünürleri hatırlayın) insanın sosyal gelişimine ancak
özgürlük ve insani hakların kazanılması ile, Fransız Devrimi ile
katılmıştı, Uranüs de tam bu zamanda keşfedilmişti. Uranüs bize
gerçeği gösterir ama bir sonraki aşamada bizim için çok önemli olan
özgürlüğün aslında evrenselle birleşmek olduğunu görürüz. Ancak
kendi bireyselliğini, kendilerini gerçekleştirebilen kişiler daha
büyük seviye ile birleşebilir, onun içinde eriyebilirler. İşte bu
Neptün deneyimidir. Neptün aklın sınırlarının kalktığı ve ancak kalp
yoluyla bütünlüğün sağlandığı aşamadır. Tasavvufta bu duruma "fenâ"
adı verilmektedir. Fenâ durumu insanın en yüksek seviyede,
Yaradan'ın huzurunda eriyerek aslına kavuşması olarak ifade edilir.
Bu anlamıyla fenâ sufilerin kendilerini adadıkları yok olma yoluna
işaret ediyor.
İçinizde pek çok şeyin bir arada konuştuğunun farkında mısınız?
Bu bağlamda, astrolojik açıdan dikkatimizi çeken ilginç konu ise
kişinin kendisinde barındırdığı pek çok özelliğini, kendi
kişiliğinin değişik yönlerini barındıran özelliklerini,
tasavvufçuların ifadesiyle kendi nefsini dönüştürebilmesi, yukarıda
sözünü ettiğimiz yaratıcıyla "bir" olmaya doğru yöneltmesidir. Bu
kelime İbranicede nefeş, Hz. İsa'nın konuştuğu Aramicede nefşa
olarak geçmekte, dilimizde de nefes sözcüğü ile canlı olmak, hayatta
olmak anlamına da geliyor. Eğer kendi içimize dönüp bakarsak,
kendimizi dinlersek, içimizde pek çok şeyin bir arada konuşmakta
olduğunu görürüz.
Sufi psikolojisi, işte bu iç seslerin, çoğu birbiri ile çelişen,
kişiyi hatalara ve kötülüklere de götüren seslerin terbiye edilerek
"birlik" yoluna konmasına işaret eder. Ne kadar ilginçtir ki,
analitik psikolojinin kurucusu, "eşzamanlılık" ilkesini öne süren ve
astroloji ile ilgili çalışmalar yapmış olan Carl Gustav Jung kendi
psikolojisinde kişinin bütünleşmesine, böylece bireyselliğini
gerçekleştirme yoluna işaret eder. Jung'a göre her insan kendi
mutluluğu yönünde, kişiliğini bütünlemeye çalışır. Kuşkusuz bu
bütünlük astrolojik haritanın ta kendisidir.
Mikrokozmosla makrokozmos arasındaki ilişkiye bakış
Astroloji bize mikrokozmosla makrokozmos arasındaki ilişkiyi
açıklar. Mikrokozmos yani küçük evren insandır. Makrokozmos ise en
yüksek seviyede evrenin kendisi ya da yaratıcının kendisidir. Bu
gözle bakacak olursak, sözünü ettiğimiz "fenâ" durumunun aslında,
evrenle, yaratıcıyla bir olmak olduğunu yeniden görebiliriz. Her
insan makrokozmosun küçük bir kopyası, parçası, diğer bir deyişle de
cüzüdür. Tasavvufta bu alem-i sagir (mikrokozmos) ve alem-i kebir
(makrokozmos) olarak geçer. Ünlü filozof Ibn Arabi bunu şöyle
açıklıyor: "Alem denilen aynanın cilalanmasını gerekli kıldı. Bundan
dolayı Adem de (bu arada Adem sözü de yokluk anlamına geliyor) bu
aynanın cilalanması temeli ve bu suretin de ruhu oldu."
Tüm bu yönleriyle astroloji bize yaratıcının dilini sunar.
Astrolojiyi sadece günlük dilde ele aldığımızda, dar bir bakış
açısıyla değerlendirdiğimizde aslında onun gerçek özünü görmekte
zorlanırız. Astroloji hayata çok daha geniş bir çerçeveden bakmamızı
gerektirir. Eğer kendimizi kozmosun, bu büyük evrenin, yaratıcının
bir parçası olarak görürsek, kendi dertlerimiz, sorunlarımızın da
aslında ne kadar dünyevi olduğunu görebileceğiz.
web:
www.hakankirkoglu.com
Faks: 287 74 37
e-mail:
hkirkoglu@superonline.com
İstanbul-08.05.2005
http://sufizmveinsan.com
Milliyet Gazetesi
12/5/2005
|