Türk Gençleri ve Sorunları

Yaklaşık on beş  senedir Almanya’da yaşayan Türk gençlerinin sorunlarıyla uğraşırım. Üniversite eğitimim sırasında gençlerimizin sorunları üzerine iki bilimsel kitap yazıp bu kitapları gençlere yardım etsinler diye, Büyükelçiliğimize, Konsolosluklarımıza ve Alman Bakanlıklarına yolladım.

   Duygu ve sezgilerimin, akıl ve mantığımın birleştiği noktada Türk Gençlerinin sorunlarını kendime hayati bir ödev, kalemimi araç, sesimi sözcü kabul ettim. Her insan, hayatına farklı anlamlar yüklü değerler vermek zorundadır. Ben Nuray Lale, hayatıma anlam vermeyi gerdanıma insan sevgisi takarak, zekâmla, mantığımla, bilgilerimle derinleştirdim. Bilimsel araştırma tekniğiyle yazdıklarımla ezilen bir neslin feryadını dile getirdim.       

  Şimdi yapmış olduğum araştırmanın kısa bir özetini değerli halkıma sunmak istiyorum:  Gençlik dönemi insan hayatında en verimli, en hareketli, en ilginç ve en sorunlu geçen zamanı içerir. Bu dönem içinde kişi bir yığın sorunla karşılaşır. Bunları aşabilmek kişinin sosyal, kültürel, materyel, kişisel kapitali olup olmadığına bağlıdır. Olanakları kısıtlı bir gençlik, kendi sorunlarını kendisi çözemez. Sosyal, kültürel, ekonomik gücü yetersiz bir gençlik, yaşam savaşını başarı ile veremez.

 Almanya’da ve Avrupa’nın diğer devletlerinde yaşayan Türk Gençlerinin sorunlarını anlatmaya kalksak, elinizdeki kağıt dayanmaz. Avrupa’da yetişen gençlik, belki dünyada eşi görülmemiş nitelikte güç bir gençlik dönemi atlatmaktadır. Toplumsal boyutu ölçülemeyecek kadar derin yaralar açılmıştır. Uzun süre sorunları ile baş başa bırakılan bu gençlik, içinde yaşadığı toplumlara son derece vahim bir fatura bırakıyor.

Çelişkili hayat şekilleri, düşük hayat standardı, bozuk aile düzeni, “Yabancı Düşmanlığı”, Avrupa’da yaşanan “Yeni Fakirlik”, gençlerin sosyal yaşantısına önemli ölçüde yansıyarak, gençlik dönemine gölge düşürmektedir. Türk Gençleri toplumsal sebeplerden dolayı iş hayatına adım atamamaktadırlar. Gençlerimizin en büyük sorunu “işsizlik”. Bilimsel araştırmalara göre, gençlerimiz iş hayatından uzun süre muaf kalacaklar. Sendikalar yıllardır bu gençlere olanak tanınması için çağrıda bulunuyor, ancak duyan yok. 

Modern olarak adlandırdığımız bireysel haklar üzerine kurulu bu toplumda yetişmenin güneşli ve bir de gölgeli yüzü var. Güneşli tarafı, kişinin bağımsız olup, kendi hayat planını kendisi çizmesi, kendi kendini kendisi geliştirmesi, kendi hayat yolunu kendisi belirlemesi. Gölgeli tarafı ise bir yığın riziko potansiyeli ile karşı karşıya bırakılması. Kişiselleşme süreci içerisinde (İndividualisierung) toplumsal değerler, ahlaki kurallar yavaş yavaş değer kaybetmekteler. Her insan kendi değer yargılarını kendisi bulmak, kendi hayat hikayesinin kendi mühendisi olmak zorunda. İnsanlara toplumsal bir sahne veriliyor ve deniyor ki, herkes kendi Hayat Senaryosunu kendisi yazmalı. İyi güzel de, bu senaryoyu gerçekleştirmek için gerekli şartları ve imkanları neden sunmuyorlar?

Her insan hür olduğundan deniyor ki, işinizden memnun değilseniz, değiştirin! Aile ilişkileriniz iyi değilse, koparın! İçinde bulunduğunuz sosyal çevre hoşunuza gitmiyorsa, terk edin o çevreyi. Yani her insan ne istiyorsa, onu yapabilir. Kişisel bağımsızlık, en yüksek değer bu memlekette. Ve bahsedilen bu bireysel bağımsızlığın kilidi “para“.

   Ancak, Türk gençleri bu bireysel bağımsızlığa ne maddi, ne de manevi olarak erişebilmekteler. Maddi olarak bir yerlere gelebilmek için, bir meslek ve iş sahibi olmak gerekiyor. Gençlerimiz bu toplumda dış reflekslerin hevesine çok erken kapılıp, eğitimden ve hayata hazırlanmaktan her gün uzaklaşıyor. “Bugün varız, yarın yokuz” felsefesiyle eğlence aleminde vakit öldürmekteler.

Manevi bireysel bağımsızlıklarına erişebilmeleri de aileleri tarafından engelleniyor. Gençler genellikle evlendikten sonra anne-babalarıyla aynı mahallelerde oturup anne-babanın etkisinden kurtulamıyorlar. Evli oldukları halde, velilerinin direktifi altında yaşıyorlar. Birçok evlilik bu sebeplerden dolayı yıkılmaya mahkum oluyor. Boşanma oranı Türk ailelerinde oldukça yüksek. Bunun sebebi gençlerin genellikle görücü usulüyle, akraba arasında evlendirilmeleri. Ayrı toplumlarda yetişen iki eş, uyumsuzluk yaşıyor. Sevgiye ve ortak duygulara dayanan evlilikler Türk Gençleri arasında büyük bir istisna.      

İkinci Nesil olarak yetişen gençlerimiz hem kendi hataları, hem toplumsal olanaksızlıklardan dolayı resmen kaybolmuş durumda. Kendilerine şans eşitliği tanınmadığı için toplumda bulunan “sosyal eşitsizlik“ gençlerin gelişmesini ve bireyselleşmelerini negatif  etkilemiştir.

Bu toplumda adam olabilmek için, iş hayatına bir “giriş kartı“ gerekmekte. İş bulabilmek git gide zorlaşırken, sosyal yönden zayıf gruplara hemen hemen hiçbir kapı açık değil. Elinde diploması olmayan, hiçbir meslek edinmemiş kişilere bu toplumda “fazlalık” adı veriliyor. Tekniğin son sürat gelişmesi, kalifiye işçiye ihtiyaç yaratıyor ve okulda başarı gösteremeyen gençlik sokağa atılıyor. 

Sağlık açısından ruhsal rahatsızlıklar artıyor. Gençlerin bir kısmı hınçlarını kendilerinden çıkarmaya çalışarak, Psikolojik hastalıklara yakalanıyor, bir kısmı ise hıncını toplumdan çıkarmaya yönelerek, kriminel davranışlar gösteriyor. Yetişkin insan olma yolu Türk Gençlerinde böylece taş ve engel dolu.       

1980’li yıllarda Almanya’da yaşayan gençlerimizin % 50´si Hauptschule’yi bile bitirememişti. Şimdi bu sayı yüzde 35’lere düşmüş olmasına rağmen, bu gençliğin geleceğinin ne olduğu, nereye varabileceği düşünülür. Hauptschule’yi bitiren gençler kendilerine Lehrstelle bulamıyor. Üniversite bitirenlere iş verilmiyor.

Hayatın her alanında devasız bir virus dolaşıyor. Bu virusun adı “Yabancı Düşmanlığı“. Toplumdaki bu gizli ve açık “rassist anlayış“ yok olmadığı sürece, gençlerimiz ne yaparlarsa, yapsınlar, bu toplumda kendilerine yaşama şansı tanınmıyor. Her Türk genci yabancı düşmanlığının ne olduğunu kendi tecrübeleri ile kavrıyor. Bu virus her yerde dolaştığından, ister kafeteryada, ister makamlarda, ister okullarda/Üniversitelerde, ister işyerlerinde hepimize yansıyor. 

Gençlerimiz iki kültür arasında sosyalize olurken, vermiş oldukları yaşam savaşı içinde bulundukları yetersiz hayat şartları ile birlikte son derece yüksek bir uyum gücü sarf etmelerini gerektiriyor. Hangisinin hayat hikayesini incelesek, bu gençlerin hayat hikayeleri yürek parçalar.

 Kimileri gençlerimize birçok isim vermişler. “Kaybolan gençlik“, “Artık gençlik“, “anne-babasız gençlik”, “iki sandalye arasındaki gençlik” vs. Ama, hiç kimse bu gençliğin ne çeşit çelişkilerle büyüdüğünü, ne acılarla yoğrulduğunu göremiyor, ne yazık.

Gençlere toplumun içinde bir yer verilmediği sürece, toplumda sürekli safdışı bırakılarak, hiçbir yere varılmaz. Almanya’da yaşayan ve sayısı yaklaşık 1,5 milyonu bulan bu genç kuşak topyekün toplumun dışına atılamaz. Bunun sorumluları, elbet bir gün yaptıkları hatayı anlayacaklardır. Oy hakkı yok diye, bir nesil, olduğu gibi toplumun kıyısına sürükleniyor, kanun dışı yaşamaya veya sosyal yardıma muhtaç bırakılıyor. Gençlerimizin dörtte biri Sosyal Hilfe ile yaşamakta. 

Türk gençlerinin sosyal yaşantısı senelerdir bilimsel olarak incelenmekte. İki kültür arasında yetişen bu gençliğe kimileri hayranlıkla bakarken, kimileri gençlerin gösterdikleri başarıları hiçe saymaktadır. Öte taraftan, kişiliğini kendi çabasıyla kazanan gençler artık iki sandalye arasında değil, iki sandalye üzerinde oturur durumdalar. Entegrasyon ve Akkulturasyon sürecini başarı ile tamamlayanların sayısı git gide artıyor ve müthiş kabiliyetli bir gençlik yetişiyor Avrupa Devletlerinde.

Gençlerimizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak yaşam şartlarının düzeltilmesiyle mümkündür. Bu da politik ve toplumsal çabalarla elde edilebilir. Alman Devleti daha henüz (kırk beş yıl geçtiği halde) yabancıların sorunlarına çözüm yolları bulma zahmetine katlanmamıştır. Ausländerbeauftragte´nin yerine bir “Migrasyon Bakanlığı“ kurulması herhalde elli sene sonra mümkün olacaktır. Ama o zaman bahsettiğimiz gençlik çoktan ihtiyar sınıfına geçmiş olacak.            

İkinci vatanımız saydığımız Almanya’da birinci neslimizi maden ocaklarında, fabrikaların telaşlı bandlarında, binaların çöplerinde yitirdik. İkinci neslimizi sokağa, oyun salonlarına, hapishane koğuşlarına attık. Üçüncü ve dördüncü neslimize ümitle bakarız. Geleceğin kürsülerine aday, Üniversite mezunu gençlerimizin anahtar vurulu dilleri konuşturmalarını,  Rassizme, etnozentrik düşüncelere, kültürel Rassizme karşı Basında, Yayında, Bilimde, Politikada, Yasama, Yürütme ve Asayişte halkımızın sesini yükseltmelerini bekleriz.

Ve kırk elli senelik geçmişin yürekler acısı Tarihçesini kitaplara yazmalarını, ekranlara taşımalarını ümit ederiz.

NURAY  LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi
info@nuray-lale-institut.de
Bielefeld - 27.08.2003
http://gulizk.com
 

 


Üst Ana sayfa e-mail