Vahdet müşahedeleri içerisinde önemli bir yeri olan Vahdeti
Vücud ekolü, varlığın Tekliğini ifade eden zirve müşahedelerden
biridir.Salih bir meşrep olarak nitelendirilen bu ekolü açık bir
beyanla ilk seslendiren Velilerden olan İmam Gazali, Nurlar
Feneri Risalesinde “BELKİ HEPSİ O’DUR” ifadesiyle varlığın
birliğini dillendirmiştir. Yazımızda bu ekolü irdelerken,
özellikle materyalist görüşle arasındaki nüans ve uçurumu da
göstermek istedik.
Öncelikle Vahdeti Vücud’un çoklar tarafından en yüksek makam
olarak
telakki edildiğini söyleyebiliriz.Bununla birlikte, dört halife
başta olmak üzere sahabeler ve Ehli Beyt imamları arasında bu
meşrep açık olarak örülmemiştir.Bu noktada akla şu soru
gelmektedir: Acaba Sahabelerden sonra yetişen ve bu ekolü
savunan Velayet ehli kişiler, vahdet müşahedesi noktasında daha
mı ileri gitmişlerdir ve daha mükemmel bir yol mu
keşfetmişlerdir?
Cevap olarak “hayır” diyebiliriz.Risalet güneşinin(Allah
Rasulü’nün) en ya-kın yıldızları ve varisleri olan asfiyadan
daha ileri gidebilmek mümkün değildir.Belki Kur’an’ın gösterdiği
en geniş ve sağlam yol onların yoludur.Vahdeti Vücud ise bir
meşrep, bir tarz,bir haldir ve nakıs bir mertebedir.Fakat zevkli
ve neşeli olduğundan seyri sülukta o mertebeye girenler çoğu
zaman o halden çıkmak istemezler ve orada kalmayı arzu
derler.Böylelikle en yüksek mertebe olarak telakki ederler.İşte
şu meşrep sahibi, eğer madde kaydından ve vasıtalardan kurtulmuş
ve sebepler perdesini yırtmış bir ruh gücüyle kendi benliğinden
arınmış olarak manevi aşk sarhoşluğu içerisinde bir şuhuda
mahzar olursa, Vahdeti Vücuddan değil, belki Vahdeti Şuhud (
Müşahede edilen varlığın tekliği) müşahedesi, o kişi için bir
kemal ve bir makam temin edebilir.Bu müşahede şekli ise ilmi
değil, daha çok halle alakalı bir müşahede şeklidir.Hatta bu
kişi öyle bir mertebeye ulaşabilir ki, Allah hesabına kainatı
inkar etme derecesine gelebilir…
Evet, büyük ve geniş cadde Sahabe, Tabiin ve Asfiyanın
caddesidir.”EŞ-YANIN HAKİKÂTLERİ KESİN OLARAK VARDIR” kaidesi
onların büyük düsturlarıdır.Cenabı Hakk’ın “O’NUN HİÇBİR BENZERİ
YOKTUR” ayeti gereğince, yaratılan hiçbir şeyle benzerliği
yoktur ve cüzlere ayrılmaktan münezzeh bir varlıktır.Mevcudatla
alakası Halıkiyettir ( Yaratma Vasfı).Vahdeti Vücud Ehlinin
dedikleri gibi yaratılan mevcut birimler evham ve hayal
değildirler.Görünen eşya dahi Cenabı Hakk’ın eserleridir.”HER
ŞEY O” değil, “HER ŞEY ONDAN” dır. Çünki hadiseler ezeli olarak
kadim olamaz (kendi başına varolamaz.). Meseleyle alakalı şöyle
bir misal verebiliriz:
Bir devlet başkanı düşündüğümüzde bu kişi başkanlık haysiyetiyle
birçok unvan ve vasfa sahiptir.Saltanatının mahiyeti itibariyle
de diğer bütün unvan ve vasıflarını da beraberinde taşır.Bu kişi
yerine göre ordu komutanı vasfı kazanabildiği gibi, yerine göre
de hukuki vasfı noktasında Hakim unvanı alabilir vb..Ama asıl
vasfı her halükarda liderlik vasfıdır.Aynen bu misal gibi
Uluhiyet saltanatı, Rahman, Rezzak, Vehhab, Hallak, Faal, Kerim,
Rahim gibi pek çok hakiki Esmanın işaret ettikleri vasıfları
gerektirir.O hakiki Esma dahi manalarının aksi noktasında hakiki
yansıtıcı aynaları gerekli kılar.İşte yaratılan tüm birimler bu
boyut itibariyle mana yansıtan birer ayna görevi görmektedirler
diyebiliriz.
Şimdi bu noktada Vahdeti Vücud Ehli “La Mevcude İlla Hu”( O’NDAN
BAŞ-KA HİÇBİR VARLIK YOKTUR) diyerek eşyanın hakikatlerini hayal
derecesine indirir.
Cenabı Hakkın Vacibül Vücud ve Mevcud ve Vahidül Ahad gibi
isimlerinin hakiki manada tezahürleri ve daireleri vardır.Bu
isimler Cenabı Hakk’ın bizatihi kendi Zatını ifade ve tarif
noktasında asli vasıflarıdır.Bu isimlerin yanında,
Rahman,Rezzak,Kahhar,Cebbar, Hallak gibi isimlerinin işaret
ettiği vasıflar ise bu ekole göre hakiki değil, itibari durumda
oluyorlar.
Halbuki bu isimler de en az Mevcud ismi kadar
hakikattirler,aslidirler ve tabi durumda olamazlar.O isimlerin
de hakiki manada tezahür dereceleri ve daireleri vardır.
İşte Sahabe ve Asfiya ve Ehli Beyt imamları derler ki: “EŞYANIN
HAKİKAT-LERİ KESİN OLARAK VARDIR” prensibine göre, Cenabı
Hakk’ın bütün Esmasıyla hakiki manada suret tecellileri
vardır.Bütün eşyaların O’nun icadıyla sonradan oluşan arızi bir
vücudu vardır.O vücud gerçi Vacibül Vücudun Vücuduna(Varlığına)
nispeten GAYET ZAYIF VE KARARSIZ BİR GÖLGEDİR, FAKAT HAYAL
DEĞİLDİR,VEHİM DEĞİLDİR.
Cenabı Hak Hallak ismiyle o eşyaya vücud vererek varlığını daim
etmekte,sürekli kılmaktadır.( Dolayısıyla eşya da varlığını
İlahi İsimlerden almaktadır).İlahi Esmanın her biri ayrı ayrı
yansıtıcı bir ayna ister.Örneğin, Rahman ve Rezzak isimleri de
asıl oldukları için manaları gereği olarak kendilerine layık
rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı isterler.Rahim ismi de yine
manası gereği olarak hakiki bir cenneti ister.Şayet sadece
Mevcud,Vahid,Ahad isimleri hakiki ve asli kabul edilip öteki
isimler onların içinde gölge haysiyetiyle ele alınırsa o
isimlere karşı bir haksızlık hükmüne geçer. Bu meşrebin önemli
bir hakikati vardır ki, o da bu mertebedeki kişi iman kuvveti
ile ve yüksek bir velayetin hakkalyakiyn derecesinde inkişafıyla
mümkinatın vücudunu Vacibül Vücudun Vücuduna nispeten o derece
zayıf olarak müşahede eder ki hayal ve yokluktan başka nazarında
makamları kalmaz.Adeta Allah’ın varlığı hesabına kainatın
varlığını inkar eder.Fakat bu meşrebin önemli diyebileceğimiz
tehlikeleri de söz konusudur.Örneğin, Amentü esaslarında “B”
sırrıyla Allah’a imandan başka yine”B” sırrıyla Ahirete iman
gibi şartlar vardır.Bu şartlar ise mümkinatın (imkan
dahilindeki varlık oluşumlarının) varlığını gerektirir.O sağlam
iman esasları hayal üzerine bina edilemez!.Onun için o meşrep
sahibi istiğrak ve sekir (manevi sarhoşluk) aleminden sahv (şuur
uyanıklığı) alemine girdiği vakit o meşrebi beraberinde almamak
gerektir ve o meşrebin gerekleriyle hareket etmemek lazımdır.Hem
kalben ve halen ve de zevken yaşanan bu meşrebi akli ve ilmi
düsturlarla ifade etmemek gereklidir.Çünki Kitap ve Sünnetten
gelen akli düsturlar ve ilmi kanunlar o meşrebi kaldıramıyor;
tatbike kabil olamıyor.Bu yüzden en ali bir meşrep değildir
diyebiliyoruz.Belki çok yüksek, fakat nakıstır;çok önemlidir,
fakat çok risklidir;çok ağır fakat çok zevklidir.O zevk için o
müşahedeye girenler ondan çıkmak istemiyorlar ve biraz da bencil
duygularla hareket ederek en yüksek mertebe
zannediyorlar.Bununla birlikte Vahdeti Vücud Meşrebi sebepler
dairesinden geçip masivayı(Allah’ın varlığı haricinde var kabul
edilen varlıkları) terk sırrıyla mümkinattan alakasını kesen
Ehassı Havassın (seçkin Mukarreblerin) mutlak istiğrak
hallerinde mahzar oldukları Salih bir meşreptir.Şu meşrebi
sebepler içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve
materyalist (maddeci) felsefe ile tabiata saplananların nazarına
bilimsel verilerle sunmak ve telkin etmek, onları tabiat ve
madde batağında boğdurmak demektir ve İslami hakikatlerden
uzaklaştırmaktır.Çünki dünyaya aşık ve sebepler dairesine bağlı
bir nazar,bu fani dünyaya bir nevi beka vermek ister.O sevdiği
hayali dünyayı gerçekmişcesine yaşamak ister ve elinden kaçırmak
istemez.Varlığın Tekliği hakikatini bahane ederek o geçici
dünyasına kalıcı bir varlık hissiyle ve hırsıyla sarılır.Aynı
zamanda o sevdiği geçici dünyaya sonsuzluğu da malederek bir
mabudiyet (ilahlık) derecesine çıkarır. Bu da Allah’ı inkar etme
vartasına yol açar.Şu asırda materyalist anlayış o derece istila
etmiştir ki, maddiyatı her şeye merci ve dayanak olarak kabul
ediyorlar ve maddiyatı her şeye tercih ediyorlar.Böyle bir
asırda has iman ehli, dünya yaşamını geçici ve maddiyatı idam
eder derecede önemsiz gördüklerinden Vahdeti Vücud meşrebi
ortaya atılsa belki daha ziyade materyalistler sahiplenecekler
–biz de böyle diyoruz- diyecekler.Halbuki dünyada varlığı
değerlendiren meşrepler içinde materyalistlerin ve panteistlerin
mesleğinden en uzak meşrep Vahdeti Vücud meşrebidir.Çünki
Vahdeti Vücud Ehli İlahi Vücuda o kadar değer ve önem veriyorlar
ki, kainatı ve mevcudatı inkar ediyorlar.Materyalist ve
Naturalist anlayışa sahip olanlar ise o kadar mevcudata önem
veriyorlar ki kainat hesabına Allah’ı inkar ediyorlar.Bunlar
nerede ötekiler nerede!..
Nazım AKPINAR
10.08.2005
http://sufizmveinsan.com
|