YALNIZLIK

Yalnızlık içinde yaşadığımız toplumun temel sosyo-kültürel sorunlarından biridir. Hemen hemen toplumun bütün kesimlerini içine alan bu olgu insanların ruhsal ve sosyal yaşantılarını önemli ölçüde etkilemektedir. Almanya’da her üç kişiden biri yalnızlık çekmektedir. Yalnızlık gelişmiş toplumların en büyük sosyal sorunudur.

Yalnızlık duygusunu her insan tanır. Yalnız olmak demek kendini her halükarda yalnız hissetmek demek değildir. „Yalnız olmak“ ve „kendini yalnız hissetmek“ birbirinden farklı şeylerdir. Yalnız olup ta kendini yalnız hissetmemek veya tam tersine birileriyle beraber olup ta, kendini yalnız hissetmek olağan şeyler. Bu iki duyguyu birbirinden ayıran nokta:  „Yalnız olmak“ yani kendi kendiyle beraber olmaya ihtiyaç duymak  (bu pozitif bir duygudur),  „kendini yalnız hissetmek“ ise yalnız olmanın negatif yönüdür.

YALNIZLIĞIN ne anlama geldiğini pozitif ve negatif yönüyle bir değerlendirmeye tabi tutsak, birbirinden farklı sonuçlara varırız. Yalnızlık bir taraftan son derece positif bir ruh halini, diğer taraftan son derece negatif bir ruh halini anlatır. Birinde bilinç en doruk noktasındadır, diğerinde ise kişinin bilinci cefa ve eziyet içindedir. Çevresindeki insanlarla arasında adeta bir duvar örülüdür ve kişi tatmin edici, anlamlı insani ilişkilere hasret kalır. (Birçok yalnız insan bu yüzden kimseye veremediği sevgisini bir köpeğe veya bir kediye yöneltir).   

Her insan kendi hayat yolunu kendi ayakkabılarıyla yürür. Hiçkimse hiçkimsenin hayatını devralamaz. Duygularımız ve isteklerimiz için bir başkasını vekil tayin etmemiz mümkün değildir. O yüzden günlük hayatımızda verdiğimiz kararları, hissettiğimiz duyguları başka birilerine havale edemediğimiz için subjektif anlamda yalnızlığın ne demek olduğunu hepimiz biliriz.

YALNIZLIK olgusu kimi insanlar için büyük bir ilham kaynağı teşkil eder. Sanatçılar, Yazarlar, Şairler, Ressamlar, kültürel değerler yaratan her entellektüel insan gürültülü sosyal çevreden kendini soyutlayıp, daha sakin, kendi kendiyle başbaşa kalabileceği ortamlar yaratırlar. Kreatif düşünceler insana insanın kendi özbenliğiyle birarada olmasından doğarlar. O yüzden yaratıcı aktiviteler kişinin kendi kendini yenilemesi, kendi benliğini benliği tarafından işlemesi demektir. Yalnızlığın yarattığı bu iç ve dış değişimi tanınmış Ressam Pablo Picasso şu şekilde dile getirir: „Hiçbir şey yalnız olmadan olamaz. Ben kendime öyle bir yalnızlık seçtim ki, hiçkimse bunun ne olduğunu bilemez. Yalnız olabilmek çok zor bir iş, çünkü heryerde saatler var! Siz hiç hayatınızda saati olan bir Evliya gördünüz mü?“

Gelmiş geçmiş tüm büyük insanlar yalnızlık duygusunu bir iç transformasyon olarak, çok değerli bir hazine gibi görmüşlerdir. Tüm dini Liderler Hz. Muhammed (a.s) başta olmak üzere, İsa Peygamber ve Buddha çölde, mağarada, hiçkimsenin olmadığı yerlerde kendi iç dünyalarına dalarak, en gizli sırlara ermişlerdir. Bilim adamı Albert Einstein örneğin simsiyah perdeleri olan bir odaya kapanır, gün ışığı görmeden, hiçkimse tarafından rahatsız edilmeden günlerce çalışırmış. Ne zaman ki kafasını meşgul eden problemi çözerse, tekrar sosyal hayatına dönermiş…

İnsanın olgunlaşmasını sağlayan, ruha kanat açan iç tecrübeler sadece ve sadece sakin ve sessiz mekanlarda mümkündür. Bunu bir Çin Atasözüyle anlatmak gerekirse: „Sadece durgun sular yıldızları yansıtır“. Çalkanti halindeki beyinler genellikle boş gezerler… Alışılmış hayatın dışına çıkabilmek, yüksek değerler için duyarlı olabilmek, içsel yenileme yolundan, yaratıcı yalnızlıktan geçer. Bu da durgun sular gibi sakin olmayı gerektirir.

Gelelim günümüz insanına: Günümüz insanı da çölü, mağarayı tanıyor. Ancak bu çöl, bu mağara bildiğimiz çöl ve mağara değil. Bu çölde milyonlarca insan yaşar. Yapayalnızlıklar ülkesi Metropollerde milyonlarca YALNIZLAR, YALNIZ GEZGİNLER gezer. Bu insanlar yalnızlığın negativ yönünü yaşarlar ve en çok korktukları şey yalnızlıktır. Yalnızlıktan kaçmak için de bir yığın yöntemlere başvururlar. Yalnız başına kalan bu insanlar ruhun derinliklerine inmek yerine, alışkanlık haline gelen şeylere sarılır, kendi benliklerinden her geçen gün biraz daha uzaklaşırlar.

Yalnızlıklarının sonuna varabilseler ve kendilerini boşluğa korkmadan bırakabilseler, o boşluğun sonsuz bir okyanus olduğunu ve kendilerini taşıdığını görebileceklerdir.

YALNIZLIK sosyal boyutlu bir olgudur aynı zamanda. En çok yalnızlık çeken kişiler „yaşlı insanlar“, „fakir insanlar“ (işsiz güçsüzler),  „tek başına çocuk yetiştiren veliler“, „orta yaşlı bekar insanlar“ ve „evlerini terk eden gençlerdir“. Evli olanlar arasında da yalnızlık duygusunu yaşayan insanların sayısı küçümsenemez derecede büyüktür. Evlilik te yalnızlık hissini ortadan kaldıramıyor, anlaşılan. Aynı çatı altında beraber olup ta, „yanyana“ yaşayan milyonlarca insan var.

Her sene Televizyonda yılbaşı eğlencesi olarak sunulan „Dinner for one“ Filmi YALNIZLIK denen olgunun trajik komedisinin yakın bir gelecekte toplumun büyük bir kısmının üzücü gerçeği olacağının işaretidir...


NURAY  LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi
info@nuray-lale-institut.de
Bielefeld - 17.12.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail