Acaba farkında mıyız?


Yaşadığımız dünya aynı, ama inanç sahibi olup özellikle de Allah’a erme yolunda mücadele edenler ile dinle pek ilgilenmeyenlerin yaşam boyutları ayrı mı? Düşüncelerinde, algılamalarındaki farkı kastediyorum!

Doğrusu bu ya, ben hiç de farklı olduğunu düşünmüyorum.

Anlatalım:

Dindar görüntüsü veren ve amacı Allah’a ulaşmak olan insanlarla, dini inançları olmayan veya olup da tatbik etmeyenler arasında devamlı bir rahatsızlık ve zaman zaman gerginlik yaşanır. Aslında bu durum izafidir ve o kadar önemli bir şey de değildir. Çünkü doğru-yanlış ayrımının yapılmasının gerektiği toplumsal bir olayda, birbirine zıt görünen grupların gösterdiği tepkiler hemen hemen aynıdır. Bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz; ama gerçek budur.

Biraz daha açık söyleyeyim: Belirli bir kültür birikimine sahip bireyler ile inançlı olduğunu ve inandıklarını yaşadığını düşünenler arasında etki-tepki hususunda pek bir fark görülmüyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, toplumlar aynı şeyleri paylaşıyor, yiyor, içiyor, seks yapıyor, çoluk çocuğa karışıyor, başa gelen felaketlere üzülüyor, sevinçli olaylarda mutluluk duyuyor. Yaşamlarında sanki birlikte böbürlenip duruyor, bildiğimiz, ama inanmadığımız masalları, kimseyi ikna edemeyen içi boş lafları etrafa anlatıp ömür tüketiyorlar…

Maddi paylaşımın asgari düzeyine dahi yaklaşamıyorlar. Müşterek bir noktaları daha var:

Gelecek korkusu!

Hemen her birim, kendisine ve yakınlarına  geleceğe ait plânlar yapmakla meşgul.

Bugün size soruyorum. Bana istikballe ilgili detayları/hayalleri olmayan, yarınını düşünmeyen, çocuğunun geleceğini dert edinmeyen tek bir fert gösterebilir misiniz? Özellikle, din mensubu olanlar için söylüyorum bunları. Güya sıcak bir kişilikleri var. Kendi yaşamlarının muhasebesini yapabiliyorlar mı acaba? Bildiğiniz gibi, Mekârimi Ahlâk sahibi olmak istiyorlar. Yaptıkları çalışmaların anlamından ise bihaberler. Bir şeyin algılanıp yapılmasında manasının bilinmesinin hiç önemi yok denebilir mi? Ayrıca bunlar, kulluk görevi. Onları yapmakla bir yere varılamaz, denmiyor muydu?

Anlaşılan, bir bakıma, meselenin sadece fıkıh yönleri ile ilgileniyorlar. Yapılanlar, yaşamlara zerre kadar yansısa  “eh buna da şükür” diyeceğim. Ama nerdee!?

Din sevdalıları/inanç sahipleri böyle yaparsa, gerisini siz bir düşünün artık. Gördüğünüz gibi, büyük bir heyecan içinde, ama şuursuzca, kardeş kardeş yaşayıp gidiyorlar işte. Şayet bu hal ahiret boyutu ile bölünmese, bir anlamda kesilmese sonsuza kadar sürecek gibi görünüyor.

Devam edelim…

Örneğin; bir değişiklik birilerinin hoşuna gitmiyorsa ve ortada çatışan çıkarlar söz konusu ise bu -yerine göre- diğerinin de hoşuna gitmiyor. İki taraf da yakın tepkiler verebiliyor. Kısacası, yaşamda var olan bir değişikliğe, gerek dindar gerekse dindar olmadığını itiraf eden kesimlerin itirazı büyük oluyor. Yani mantık aynı. Sizin hayretiniz ise dindar olan tarafa yöneliyor. Dinin bir getirisi olmalı diye düşünüyorsunuz. En azından, ‘yazık yahu! Bu adam bir şey alamamış, yaşayamamış’ diyorsunuz.

Bu nedenle, tam olması gerektiği gibi olmasa da sonuçta, fark getirmesi beklenen (büyük bir değişikliği beklemek, hele birkaç yıl içinde bana kalırsa asla mümkün değil) anlayışın neden yerleşmediğini de düşünmeden edemiyor insan!

Peki, yapılması gereken ne? Yolların ayrıldığı noktalar hangileri olmalı? Bu soruları iyi düşünüp masaya yatırmanın zamanı…

Bari, şimdi bunun farkında olalım.

İstanbul - 28.09.2006
sufizmveinsan@gmail.com

afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail