Anlamak,
algılayabilmek bireyin kendini ve evreni
değerlendirebilmesidir.
Anlayanın mutlaka bir hedefi vardır. Algılayabilen insana
evrenselliğin kapıları açılır.
Hz.
Muhammed (s.a.v),
“İnsanlara akılları
istikametinde konuşun.”
demiştir.
Büyük
mutasavvıf
Mevlâna
diyor ki: “Senin
karşındakine anlatabileceğin, onun anlama gücüne bağlıdır.
O ne kadar anlayabilirse, o kadarını anlatabilirsin. O, onun içinde
oluşturmuş olduğu kendi malıdır.”
Bu
sözler, sanırım anlamanın ve algılamanın ne kadar önemli
olduğunun delilidir.
Bir
şeyi ölçüp biçip anlatabilmek bir
meziyettir; ama bundan da önemlisi, anlatılan şeye iyiden
iyiye vâkıf olabilmektir. Anlamada insan faktörü oldukça
önemlidir.
Bazı
durumlarda anlamadan bir konuya atılmak,
“gözü kara cesaret”
gösteren cahillerin işidir. Toplum onları; başlarına
gelebilecekleri değerlendirmeyen, olabilecekler hakkında fikir
ve bilgi sahibi olmayan, aklı kıt insanlar olarak tanımlar.
Hayatta
alınacak riskler var, alınmayacak riskler var... Algılamaya göre
sonucu değişen durumlardır bunlar. Göz göre göre, aklı
yatmadan, anlamadan, bir işe balıklama atlayan insana akıllı
denir mi?
Yaşamın
gerçeğini dile getirmek isteyen, bilgi etkinliğidir. Ve bu
nitelik, geniş bir alana yayılır. İnsanlar bu konuda
bilgiden faydalanmak zorundadır. Bilgi
birikimi olmayan insanın algılama yeteneği de yok gibidir.
Her insan kendi sevdiği, yakın bulduğu alana yönlendiğinde,
o konuyla ilgili algılama kapasitesi de bir o kadar genişler.
Anlamak
son derece dikkatli bir çabayı gerektirir ve bir bütünlüğün
eseridir. Bütünleşme modeli benimsenmedikçe, bir konunun
anlaşılması zorlaşır. Bu aşamada yapılması gereken
şey, toplumu anlama katına yükseltmektir. Bunun için
yapılması gereken, anlamaya hazır bir tavır takınmak, söylenenleri
anlama platformuna aktarmaktır. Bunu yaparken beynin
alıcı devreleri faaliyete geçmeli ve o anda başka bir
meselenin düşünülmemesi sağlanmalıdır. Anlama bu
çerçevede gerçekleşecektir. Bazı durumlarda bir kimseye
duyulan hayranlık, onun herhangi bir konudaki yaklaşımlarını
anlamamaya neden olabilir.
Beğenmediklerimizi
değiştirmeye çalışmak, peşin hüküm vermek gibi bir şeydir.
Bu faktörü de kesinlikle gözden kaçırmamak lazımdır.
Aklının ermediği, anlamadığı şeyleri akıl almaz bir şekilde
başkalarına ulaştırarak, güya “sevici, himaye
edici” imajı yaratanların bu tür davranışları da sadece yersiz
bir yanılsamadır.
Tesis edilen bir dostluk, insanların birbirlerini her bakımdan
anladıklarının göstergesi değildir.
Bazı insanlar, bir şey anlatıldığında sapla samanı karıştırıp
o konuyla ilgili olmayacak sorularla size yönelebilir. Siz
buradan, anlattığınız şeyin ona hiç ulaşamadığını
fark edersiniz.
Kimisi
başını sallayıp anlatılanı anlar görünür; ancak geçen
uzun süre, hiçbir şey anlamadığına ve davranışlarının
sadece göstermelik olduğuna işaret eder.
Bazısı
da anlatılan şeyi anlamış gibi kabul eder görünür; ancak bir
süre sonra sizin anlattığınız şeyi tekrar size sorar. Bu sizi
hiç dinlemediğini gösterir. Ayrıca “anladım”
dediği konuları yanlış uygulayan bir çok insan da vardır.
Ben
her insanın kendi ölçüsünde, yeteneği itibariyle bu tavrı
alabileceğini ve algılama katına yükselebileceğini, bilgi
birikimi ile bir felsefe oluşturabileceğini düşünüyorum;
ama bir şeyi anlamamaktan ötürü acayip sayılabilecek davranışlarda
bulunan insanlardan da çekiniyorum...
Zira
yaşamın sorumluluğunu yüklenmeye hazır olmayanlar, algılama
yetisi olmayan dar kalıplılar, hazımsızlar, tek çareyi
insanı karalamakta bulurlar.
Anlama
hususundaki bu tezleri fark etmek gerekiyor!..
İstanbul
- 12.04.2002
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
17-11-2002
Akşam Gazetesi
|