Diyelim ki Gavsı Azam
Abdülkadir Geylâni Hazretlerinden başlayarak sırasıyla,
İmamı Gazali, Abdülkerim Ceyli Hazretleri, Mevlâna ve Muhittin-i
Arabi’nin eserlerini okuyup hatmettiniz.
Üstüne üstlük, bilimsel
yöndeki araştırmalarınızla ilminize ilim kattınız.
Varsayalım ki sorulara
verilecek yanıtlarınız belirli bir statü içeriyor. Kendinizden
eminsiniz. Her açıdan, muhatabınız tatmin oluyor.
Dünya ile ilgili
tasavvurlarınız, sahip bulunduğunuz olanaklar, olasılıklar ve
rastlantılar sizi pek fazla etkilemiyor. Ama yine de karşı
karşıya olduğunuz tehlikeleri savuşturmak için –size yön veren
temel bilgilere sahip olmanıza rağmen- uyanık olmak ayakta
kalmak zorundasınız.
Çünkü rüzgâr, her zaman
hafif ve istediğiniz istikamette esmeyebilir.
Yaşamı, inancı
savunmanın doğru bir iş olduğunu bildiğiniz halde, bunu
yapamayabilirsiniz.
Her koşulda ayakta
kalabilmenin, mevcut imkânları tartabilmenin yegâne işareti,
riskler ve ansızın ortaya çıkabilecek olumsuz durumlara hazır
olmaktır. Size bilinçli bir şekilde gözdağı vermeye
kalkışmışlarsa “şans, tesadüf, olasılık…” gibi gerekçelere
sığınmadan, yerinizde durmanızın zamanı gelmiş demektir.
Tehlike ne kadar
büyükse, yaşam yanınız, azminiz de o derecede fazla olmalıdır.
Sudan bahanelere sığınıp “Of, aman neden, niçin?” gibi tavır
takınmalar ve bir zamanlar sevgiden deliye döndüğünüz insanları
hor hakir görmeler, ayakta kalmayı değil, ilmi bir hobi olarak
değerlendirdiğinizi gösterir.
Yanlışlardan bir şeyler
çıkararak insanoğlu hız kazanacağı yerde yerlerde sürünüyorsa,
burada bariz bir hata var demektir.
Ayakta kalabilmenin tek
çıkar yolu, akla gelebilecek tüm olasılıkları, peşinen kabul
etmek, atlanmış olanlar varsa onları yeniden gözden geçirmektir.
Bu elzem olan bir davranış biçimidir.
Mademki bir yaşama
çabası içindeyiz, öyleyse bundan iyice yararlanmalı ve şartlar
ne olursa olsun, dimdik, sarsılmadan durabilmeliyiz.
Böylesine bir tavır,
kesinlikle kafa tutmak ve asi olmak anlamına gelmemelidir. Zira,
edep dışına çıkmamak, tepkisiz kalmak, bayrak sallamak demek
değildir.
Değerli dostlarım!
Düşünüyorum; başı hep dik, onurlu,
düşüncelerinden, inandıklarından asla ödün vermeyen
‘Adam gibi adam’ diyebildiğimiz
birçok kişi tanıyorum. Şimdi isimleri bile zor hatırlanıyor. Biz
hep beraber gidiyorduk. Herkes tarafından da tanınıyor ve takdir
ediliyorlardı. Onlardan bir şey duyunca kendimize çekidüzen
verme ihtiyacını hissediyorduk. Bugün ortalıkta yoklar.
Kayboldular. Her biri yine iş dünyasına dalmış, maddeye geri
dönmüş. Halleri vakitleri de oldukça iyi, ama eskiden
konuştukları mevzuları/ilmi bugün unutmuşlar bile.
Nedeni basit; bir
duygusal olay, tasavvufi yaşamlarını bitirmiş. İnanın, mübalağa
etmiyorum, kafadan da atmıyorum, bunu gözlemlerime dayanarak
söylüyorum.
“Ama yine de iyi ki
onlarla beraber olmuş, farklı günler yaşamışız” diyorum.
Kendilerine teşekkür ediyorum. Ne de olsa, bana bugün ayakta
kalabilme hususunda farkında olmadan yardımcı oldukları için.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.
|