Bela, toplumun en büyük derdi. İnsanın adeta tepesinde
geziniyor. Hemen her şeye, her alana el atmış durumda. Yola
çıktığınız anda sanki size randevu veriyor, sizinle tanışmak
istiyor. İşin garibi, daha çok yoksul, dünyadan dışlanmış, aç
kalmaya koşullanmış, zavallı kişilerin üstüne üstüne geliyor.
Bu olgu
gün gelir, bir cami avlusunda, bir sinemada, bir deniz
kenarında, evinizin telefona yakın bir köşesinde ya da olmaması
gereken bir yerde, bir mezarın başında, hayatın ne denli boş
olduğunu düşünürken sizi yakalar.
O
an hiçbir şey yoktur gözünüzde. Zihninizde her şey donup
matlaşır. Sanki bir başka boyuta geçer gibi olur;
akabinde toparlanır, tüm refleksinizle kusar, tepki verirsiniz.
Ama, bilirsiniz ki ne olursa olsun tepkisiz kalmak, saldırgan
durumuna düşmemek daha iyidir.
Kaldığı yerden devam etmek insana mahsustur. Çünkü, belaya tepki
veren, hep eksilmişlik acısı duyar içinde ve bu duygu ince bir
sızı olarak kalır.
Hiç
kuşkusuz, onunla ilgili en güzel örnekleri televizyon
kanallarında dehşet, vahşet ve seks içeren olaylarda, miras
vakıalarında acayip görüntülerle izleyebiliyoruz.
Bilmem farkında mısınız, insan olanları seyrederken sadece
bedeninin değil, ruhunun da dermanı kalmamış gibi oluyor.
Belanın en büyüğü önce Rasul ve Nebilere, akabinde
velilere, sonrasında ise salih insanlara ulaşıyor.
Onlar bir paratoner misali, toplumu tedirgin edecek olayları
bilerek üzerlerine çekiyorlar.
Ama
süfli olanı, erkekleri çaresizlik içinde bırakanları topluma
kadınlar tarafından ulaşıyor. Ve her yeri sarıyor. (Ben
burada iffetli hanımları kastetmiyorum, onları tenzih ederim.
Kastım, diğerleri ile ilgili. Hayatın her alanına egemen olmuş,
Allah katına uzak, temel inanç noktalarından bihaber olan
yaratıklar için söylediklerim.) Bu noktaya istinaden,
Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.): “Kadından daha büyük
nifak tohumu yoktur.” demektedir.
Bizler hayatı hep tozpembe görmek istediğimizden, belâdan
kurtulmanın yöntemlerini düşünebiliyor değiliz. İnsan sabah
evden çıktıktan sonra, akşama dönebilmenin rahatlığını yaşamalı.
Ama bu, söylendiği kadar kolay olmuyor.
Bakın, Ebü Mâlik eI-Eş'àri (radıyallâhu anh) şöyle
anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kişi evine girince şu duayı okusun:
"AIIahım! Senden hayırlı girişler, hayırlı çıkışlar istiyorum.
AIIah'ın adıyla girdik, AIIah'ın adıyla çıktık, Rabbimiz AIIah'a
tevekkül ettik. Bu duayı okuduktan sonra ailesine selam
versin".
Nitekim Şah veliyullah Dehlevi Hz leri de, Hüccetullâhil
Bâliğa isimli eserinde konuya şöyle değiniyor;
“Allah tealâ belayı bir tür yaratır ve O, müptelâ kılmak
istediği kimsenin başına iner. Tam bu esnada dua yükselir ve
belayı geri çevirir. Ölümü yaratır bu esnada iyilik yükselir ve
onu geri çevirir.”
Belalar-sıkıntılarla ilgili olarak Abdülkerim Ceyli Hzleri de
malûm kitabında şunları beyan ediyor; Dünyada iken uğradığı
sıkıntılar, ahirette olacak başka bir azaba karşılıktır…
Bu sözümün delili Rasulullahın (s.a.v) şu hadis-i şerifidir.
‘Sıtma her müminin cehennemden hazzıdır…’
Buradan çıkan sonuç şudur; her bela değil ama bazılarının
ahiret boyutunda bireyi azaptan kurtarabilmek için
hazırlandığıdır. Bu faktörü asla akıldan çıkarmayalım.
Dostlarım!
Şayet sistemin tüm şartlarını, var olan prensiplerini kabul
ediyorsak önce, insanı, doğanın yapısını, kendisine anlamlı bir
yaşam kazandıracak sorumluluğunu unutmayalım. Yapılması gereken
duaları edelim. Ve bilerek kendimizi korumaya alalım. Allah’a
olan tevekkülü de aklımızdan çıkarmayalım.
Sevgi ile kalın. Belayı hissedip uzak durun ve Allah’a emanet
olun.
|