Eşit değil miyiz?


İnsanlar tarihte hiçbir zaman eşit olmadı. Sadece insan değil, kâinat içinde yer alan tüm varlıklar için aynı şeyi söylemek mümkün. Eşitsizlikler baştan beri vardı. Öyle ki birbiri ardına patlayan Big bang’ler aynı düzeyde olmadığı için galaksiler arasında belirgin farklar var. Örneğin, Galaksimiz, Andromeda ya da Güney sarmalı ile pek uyuşmuyor, dolayısıyla ayrı bir grup olarak anılıyor. Projeksiyonları farklı. Bunu en azından, çekim güçlerinin yarattığı gruplar şeklinde görebiliyor ve değerlendirebiliyoruz.

Eşitsizliğin sosyal anlamda sık sık başvurulan bir tema olmasının nedenleri, evrensel düzenden uzaklaşma, genç yaşta yakınlarını kaybetme, savaşa girme, uzun bir ayrılıktan sonra eve dönme, karşı karşıya kalınan olumsuz durumları haksızlık kabul etme ve işten çıkarılma gibi tipik dramatik olayların görülmesidir.

Örneğin, üç dil bilen, yüksek tahsilli gençler tedavi olmak için hastane kapılarında günlerce beklerken, parası olanlar hastalığını -sanki Türkiye’de tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkmış gibi- Avrupa’da, hatta Amerika’da tedavi ettirebiliyor.

Düşünüyorum da bizim hastanelerimiz, doktorlarımız bu kadar mı kötü?

Yoksa mesele, eşit olmaktan sıyrılıp daha iyisini tercih etmeye mi dayanıyor? Ama böyle davranışlarda bulunan bireylerin ağzından ne hikmetse, sosyal eşitlik kavramı hiç düşmüyor.

Bir başka örneği de şu: Türkiye’nin her yeri cennet gibi. Her tarafta tesisleri mükemmel denebilecek, en azından antrenman için kullanılabilecek spor sahaları mevcut.

Beş yıldızlı otellerin tesisleri yanı sıra, kapalı alanlı çalışma yerleri bile bulunuyor.

Kulüplerin yapması gereken şey, sezon başlamadan evvel, belirli kentlerin yüksek yerlerinde oksijen depolamak olmalı.

Oysa en basit, sıradan kulüpler dahi Avrupa’ya giderek, çalışmalarını orada sürdürüyor. Hatta büyük kulüpler, bir ay içinde iki ayrı ülkeye gidip bu anlaşılmaz lüksü devam ettirme çabasında. Sanki ülkelerinde kalsalar daha az randıman alacaklar. Ama değişen hiçbir şey yok. Sonra, herhangi bir konumdan şikâyetçi olduklarında, sert konuşmalarla eşitsizlikten bahsedip tehditkâr demeçler veriyorlar.

İnsanlar ekonomik açıdan da hiç eşit değil. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, bir Koç, bir Sabancı gibi zengin olunamıyor.

Ve bu eşitsizlik iyiden iyiye belirgin hale gelirken birtakım insanlar, – ne pahasına olursa olsun – kendilerini diğerleri ile eşit görmek, bazıları ise elinden geldiğince daha farklı olmayı istiyor.

Gerçek olan şu ki: İnsanlar eşit olduklarını ne kadar dile getirseler de bu olguda dengeyi bulamıyor ya da değiştiremiyorlar diyebiliriz. Esasen, dünün bugüne uymaması, akıl ve kültür yönü de bunu gösteriyor.

Eşitlik, bu yönüyle teoride kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm oluyor.

Benim bu arada eşit olmak isteyenlere bir sorum var: Hiçbir üretim yapmadığı halde, nasıl oluyor da bireyler eşitsizlikten dem vuruyor? Doğrusu bunu çok merak ediyorum. Gerçekten bazı şeyleri anlamak mümkün olmuyor.

Devam ediyorum…

Eşitlenme, eşit olma arayışı, dikkat edilirse geri kalmış ülkelerde değil, eşit olduğunu iddia eden toplumlar arasında daha yoğun. Geri kalan ülkelerde bireyler eşit olma gibi bir problemle yaşamıyorlar.

Örneğin, Hindistan’ da fakirlik o derece yaygın ki, buraya turistik amaçla gidenler, daha sonraki seyahatlerinde dört beş bavul eski giyecek götürüp dağıtıyorlar. ‘Halk ne verirseniz alıyor. Ama hiç sızlanmıyor ve en önemlisi dilenmiyor. Yaşam biçimlerinde yabancılardan bir şeyler koparmaya çalışmak gibi bir anlayışa sahip değiller’ deniyor.

Ne garip ki orada hırsızlık dahi pek revaçta olan bir meslek (!) değil anlaşılan.

Nasiplerini yeterli görüyorlar ve öyle yaşıyorlar.

Eşit olmanın içeriğini karıştırdıkça, insanın elleri ayakları birbirine dolaşıyor.

Gerçekten, anlaşılması zor bir tablo çıkıyor karşımıza.

Allah muininiz olsun.

Bodrum - 25.08.2006
sufizmveinsan@gmail.com

afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail