Ah şu duygular..!


İnsana yakışan; her olayı ‘olgunlukla karşılaması’ ve ‘duygusallığa kapılmaması’ değil mi?
Böylesine bir davranış övgü konusu olabilir.
Ancak, vahim bir olay karşısında, insanın duygusallıktan uzak, rahat hareket ettiğini söylemek her zaman nasip olmuyor. Normal olanı, belirli bir yaptırıma uğrayan bireyin ‘her an her şeyi yapabilir’ izlenimini vermeyip kendisinden beklenen tepkinin yanında bir misillemeyi oluşturmaması, riskli bir harekete tevessül etmemesi.
Toplumsal yaşam biçiminin ve inançlarının parçalanmasına yol açan duyguları harekete geçiren nedenlere set çekmek, hem tansiyonu düşürür, hem de kişinin ‘agresif hareketlerden nasıl kurtulurum?’ sorusu üzerinde kafa yorar.
Bu gibi durumlarda bireylerin anlaşılamaz havalara, belirli  tavırlar içine girmesi cidden şaşırtıcı. Bir daha yaparlarsa 'misliyle karşılığını alırlar’ diye düşünmek insana pek de yakışmıyor. Bu çıkış, bireydeki inandırıcılığı yakıp bitiriyor ve onun daima duyguları ile birlikte yaşadığını, her an kendisinden bir patlamanın meydana gelebileceğini gösteriyor.
Yaşanan olaylarda sağlıklı bir karar alınabilmesi için konuya objektif  yaklaşım yapılması zaruri. Ayrıca, karışıklığa sebep olabilecek ‘nedenleri’ de birbirinden ayırmayı gerektiriyor. Bence duygusallığı kırmak için Mevlâna’nın ‘dün dünde kaldı’  şeklinde başlayan veciz sözleri kesinlikle dikkate alınmalı, kulak arkası edilmemeli.
Fakat asıl tehlike başka yerde!..
Sorun, bir şeyi 'anlamak ya da anlayamamak' la ilgili.
Bir şeyi değerlendirebilme yetisi mevcut ise, bu faktör duyguları, olumsuzlukları frenleyebiliyor.
Bizim toplumda insanlar “niye?” “nasıl?” gibi sorular üretemedikleri için, ne yazık ki kimse pek bir şey anlayamıyor.
Şayet biri tesadüfen bir şeyler soracak olsa ona “fazla kurcalama!”, “sana ne! “gibilerinden bir cevap verilmesi olası.
Ne deniyor, ne algılanıyor. Bilene aşk olsun!..
Bildiğimiz, basma kalıp değerler her defasında ortaya konurken sonuçta, istenilen, beklenilen şey de elde edilemiyor. Hayatın anlamı kaybolup gidiyor adeta uçuyor.
Tabi birey, burada gerekeni, üzerine düşeni yapsa duygulardan sıyrılabilmesi mümkün. Dikkât ediyorum, toplumda sürekli bir duygu karmaşası var. Bu, niyetlerle de pek uyuşmuyor.
Diyelim, bir insanı hak etmediği halde yere göğe  sığdıramıyor, onunla gönül birliği yaptığımızı iddia ediyoruz. Üç gün sonra, bir kertede onu terk edip, “Vay vay kim bu!” deyip kötülemeye başlıyoruz.
Bunun bir anlamı var mı? Bu aslında ayakta durabilmek, varlığınızı kanıtlayabilmek için o kişiyle dostluk kurmak değil midir? Ama siz de takdir edersiniz ki böylesine bir yakınlık boş, izafidir.
Hemen hatırlatalım. Birisi
ötekini kötülüyorsa, sonunda kendini kötülüyordur.
Değerli dostlarım !
Bu şekilde hareket edenler belki  ‘gücü yetenler’ sınıfında yer alabilir, ama hepsi bu kadarla kalır.

 

İstanbul- 24.07.2003
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com

 

6.11.2003 Akşam gazetesi


Üst Ana sayfa e-mail