İnsana
yakışan; her olayı ‘olgunlukla karşılaması’ ve ‘duygusallığa
kapılmaması’ değil mi?
Böylesine bir davranış övgü konusu olabilir.
Ancak, vahim bir olay karşısında, insanın duygusallıktan uzak,
rahat hareket ettiğini söylemek her zaman nasip olmuyor. Normal
olanı, belirli bir yaptırıma uğrayan bireyin ‘her an her şeyi
yapabilir’ izlenimini vermeyip kendisinden beklenen tepkinin
yanında bir misillemeyi oluşturmaması, riskli bir harekete
tevessül etmemesi.
Toplumsal yaşam biçiminin ve inançlarının parçalanmasına yol
açan duyguları harekete geçiren nedenlere set çekmek, hem
tansiyonu düşürür, hem de kişinin ‘agresif hareketlerden
nasıl kurtulurum?’ sorusu üzerinde kafa yorar.
Bu gibi durumlarda bireylerin anlaşılamaz havalara, belirli
tavırlar içine girmesi cidden şaşırtıcı. Bir daha yaparlarsa 'misliyle
karşılığını alırlar’ diye düşünmek insana pek de
yakışmıyor. Bu çıkış, bireydeki inandırıcılığı yakıp bitiriyor
ve onun daima duyguları ile birlikte yaşadığını, her an
kendisinden bir patlamanın meydana gelebileceğini gösteriyor.
Yaşanan olaylarda sağlıklı bir karar alınabilmesi için konuya
objektif yaklaşım yapılması zaruri. Ayrıca, karışıklığa sebep
olabilecek ‘nedenleri’ de birbirinden ayırmayı
gerektiriyor. Bence duygusallığı kırmak için Mevlâna’nın ‘dün
dünde kaldı’ şeklinde başlayan veciz sözleri kesinlikle
dikkate alınmalı, kulak arkası edilmemeli.
Fakat asıl tehlike başka yerde!..
Sorun, bir şeyi 'anlamak ya da anlayamamak' la
ilgili.
Bir şeyi değerlendirebilme yetisi mevcut ise, bu faktör
duyguları, olumsuzlukları frenleyebiliyor.
Bizim toplumda insanlar “niye?” “nasıl?” gibi
sorular üretemedikleri için, ne yazık ki kimse pek bir şey
anlayamıyor.
Şayet biri tesadüfen bir şeyler soracak olsa ona “fazla
kurcalama!”, “sana ne! “gibilerinden bir cevap
verilmesi olası.
Ne deniyor, ne algılanıyor. Bilene aşk olsun!..
Bildiğimiz, basma kalıp değerler her defasında ortaya konurken
sonuçta, istenilen, beklenilen şey de elde edilemiyor. Hayatın
anlamı kaybolup gidiyor adeta uçuyor.
Tabi birey, burada gerekeni, üzerine düşeni yapsa duygulardan
sıyrılabilmesi mümkün. Dikkât ediyorum, toplumda sürekli bir
duygu karmaşası var. Bu, niyetlerle de pek uyuşmuyor.
Diyelim, bir insanı hak etmediği halde yere göğe sığdıramıyor,
onunla gönül birliği yaptığımızı iddia ediyoruz. Üç gün sonra,
bir kertede onu terk edip, “Vay vay kim bu!” deyip
kötülemeye başlıyoruz.
Bunun bir anlamı var mı? Bu
aslında ayakta durabilmek, varlığınızı kanıtlayabilmek için o
kişiyle dostluk kurmak değil midir? Ama siz de takdir edersiniz
ki böylesine bir yakınlık boş, izafidir.
Hemen hatırlatalım. Birisi
ötekini kötülüyorsa, sonunda
kendini kötülüyordur.
Değerli
dostlarım !
Bu şekilde hareket edenler belki ‘gücü yetenler’
sınıfında yer alabilir, ama hepsi bu kadarla kalır.
İstanbul-
24.07.2003
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
6.11.2003 Akşam gazetesi
|