"Kıskançlıktan bir nevi var ki Allah sever; bir kısmı da var ki
Allah onu sevmez. Allah'ın sevdiği kıskançlık, kişinin
(mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe
halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık,
şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır. (Hadis)
Bu hadisi nasıl yorumlayabilirsiniz?
Kıskançlık,
insan yaşamını genelde hataya sürükleyen en önemli duygulardan
biridir. Kuvveden fiile çıktığı anda kişinin ne yapacağı hiç
belli olmaz. Kıskançlık konusunda hangi durumlar baz
alınmalıdır? Bu nokta çok önemli ve hassastır. Ayrıca
insanoğlunun sebepsiz yere karşısındakinin küçük kusurları
üzerine giderek kıskançlık adına kendini rahatlaması din
anlayışına uymaz.
Evet, Hadis dikkatle incelendiğinde Allah’ın sevdiği
kıskançlığın kişinin mahreminde, haram kılınmış bir fiile
duyulan kıskançlık olduğu görülecektir. Tekrar ediyorum,
kişinin hareminde, HARAM olarak kabul edilmiş bir fiile karşı
olan kıskançlıktır. Basit bir nedene değil. Şayet, içgüdüsel
şekilde duyulan kıskançlık söz konusu ise, bu tür Allah’ın
sevmediği kıskançlık sınıfında yer alıyor.
“Allah, o kimselere rahmet etsin ki, onlar hasta olmadıkları
halde insanlar hasta sanırlar.” ( Hadis)
Bu Hadisi şerifi de nasıl değerlendirebilirsiniz?
Burada, toplum tarafından büyük bir zanla “hasta”
olarak kabul edilen bireyler; haksızlıklardan, iftiralardan
yılmayan, bir imaj peşinde olmayan, Allah’ın hükümlerini
tüm insanlık adına alıp ortaya koymak için çaba gösterip, uğraş
veren, ‘seçildiklerine inanan’ kimselerdir. Şüphesiz,
rahmet onlar içindir.
Resulûllah
s.a.v buyurdular ki: "İslamı yasama işi gittikçe zorlaşacak.
Dünya da gerçek Müslümanlara sırt çevirecek. İnsanların da
cimriliği artacak. Kıyamet, ancak serirlerin tepesine
kopacak! Mehdi, Hz.İsa’ dan başkası değildir”
Bu Hadisi şerifi nasıl Yorumlarsınız?
Nesil kıyametine doğru İslâm’ın yaşanmasının zorlaşması,
Dünyanın Müslümanlara sırt çevirmesi beklenmelidir. Bunlar,
nesil kıyametinin küçük alâmetleri arasında yer alır.
İnsanlardaki sahiplik duygusunun artışı, cimri olmalarını da
beraberinde getirecektir. Kıyametin serirlerin
(tahtlarının) tepesinde kopması hususu ise İslâm dinine
zulmedenlerin kurdukları saltanatın kendi
üzerlerine/başlarına yıkılması anlamına gelmektedir.
‘Mehdi, Hz. İsa´dan başkası değildir’ ibaresini ise,
Mehdi’nin bir hac döneminde Mekke’ de ortaya çıkacağı
hususu dikkâte alındığında, Hz. İsa ile Hz. Mehdi
ikilisinin İdrak noktaları itibariyle aynı olması şeklinde
algılamak gerekir. Beklentiler, gelişmeler bunu açıkça
göstermektedir.
Her nefis
rûhtur, fakat her ruh nefis değildir.
Nitekim, Havva Âdem’in bazısıdır ve Âdem’in dişisidir ve her
kadın Adem’dir. Fakat, her ‘Âdem’ kadın değildir.”
İbn-i Arabi’ ye ait bu sözden ne anlıyorsunuz?
Önce şu
hususu aydınlatmakta yarar var: Konu, her türlü bilgiyi,
incelemeyi ve örnekleri değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu
bakımdan, aşağıdaki hadisi ele almak durumundayız:
Allah,
aklı önce yarattı,
Allah, kalemi önce yarattı
Ya Cabir Allah, önce Peygamberin nurunu yarattı.
Burada sanki
üç ayrı şey yaratılmış gibi görünüyor. Eğer, yaratılan nesne
hakkında bir fikrin / ilmin yoksa “önce şu”, “yok
yok şu”, “en sonunda da Nur yaratılmıştır”
der, olayı çözmeye çalışırsın. Ama gel gör ki, yaratılan üç ayrı
şey yoktur. Hadiste tek bir mananın nispet edildiği boyutlara
göre ayrı ayrı nitelikleri anlatılmaktadır.
Arabî’nin sözüne bu tek mana açısından bakıldığı zaman, ruh
ve nefsin ayrı ayrı şeyler olmadığı saptanacaktır. Zira, söz
konusu kavramlar hakkında bilgi içeriğine sahip olanlar, Nefs
denen şeyin, Ruh’un bilinci olduğunu anlar. Aksi takdirde
metin, tanımlanması zor bir hal alır. Bu bakımdan, “Her
nefis ruhtur” denmesi yerindedir. Bir somut örnek daha
vermek istiyorum:
Beyin ve
Bilinç!
İkisi ayrı şey değildir. Madde plânından bakarsanız
“beyin”, mana planından nesneye yaklaşırsanız “bilinç”
diyebilirsiniz.
Devam
edelim: “Her Ruh Nefis değildir” hitabında, “her ruhta
bu bilinç/idrak oluşmamıştır” denmek isteniyor. Nitekim,
Arabî bir başka misalle, bizzat metne yaklaşım getiriyor.
Havva,
Âdem’in bazısıdır
yani Havva
Âdem’in benzeridir/ bir insan türüdür/Âdem’in
dişisidir ve bundan ötürü her kadın Âdem gibi
yokluktan var olmuştur, aslı yoktur. Bu açıdan bakarsak her
kadın Âdem’dir. Ancak akabinde “Fakat, her ‘Âdem’ kadın
değildir” deniliyor. Yani Âdem’i kadından
ayıran durumlar var. Duyguları kendine galebe gelen, aslını
bilmekten mahrum, bedensel yaşam tarzına sahip, tahammülsüz bir
yapıya Âdem demek doğru değildir, diyor.
Allah bu
âlemleri vehim kanalı ile
seyretmektedir.
Tasavvuf ilminde önemli yer tutan bu cümleyi nasıl
yorumlarsınız?
Önce şunu
söylemeliyim: bilincinizde patlayan, “Allah’ın âlemleri
seyretmesi için kulun vehmine ihtiyacı mı vardı?” gibi sorularla
konuya yönelmeye kalkarsanız, asla bir çözüme ulaşamayacağınız
gibi, günaha da girersiniz.
Önce bunu
kabullenelim!.
Düşünmemiz gereken şudur: Cümle içinde iki anahtar kelime var;
Vehim ve
âlemler!.
“Âlemler” sözcüğü, seyredilenin ef’al boyutunda olduğunu
vurgulamaktadır, ilminde değil. Efal mertebesinde varlık bir
esma terkibi olarak zuhur ettiğinden, “vehim” denen duygu da bu
esma terkibi/manalar sonucunda meydana geldiğinden Allah’ın bu
farklılık boyutunu duygu/vehim kanalı ile seyretmesi tabiidir.
Bu arada, ‘Allah dilediğini yapar’ hükmünü de unutmayın,
derim.
Konuyu
açıkta bırakmamak için şu sorunun yönlendirilmesi de gerekir:
Her birimde mutlaka vehim var mıdır?
Şöyle
yanıtlayabilirim: Birey vardır, ölüm ötesinde uzun bir süre
vehmi yaşar; kişi vardır, vehmini burada terk eder, ölmeden
evvel ölme haline ulaşır. Dolayısıyla, onda vehim yoktur.
Ve Allah, söz
konusu mahallerde VELİ adı altında, terkibiyet
sınırlarını aşamayan yapılardaki mevcut vehim duygusunun kanalı
ile âlemleri seyreder.
İstanbul
- 21.04.2005
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
|