Hadisler - Sorular - Yorumlar - 6


"Kıskançlıktan bir nevi var ki Allah sever; bir kısmı da  var ki Allah onu sevmez. Allah'ın sevdiği kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık, şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır. (Hadis)
Bu hadisi nasıl yorumlayabilirsiniz?
Kıskançlık, insan yaşamını genelde hataya sürükleyen en önemli duygulardan biridir. Kuvveden fiile çıktığı anda kişinin ne yapacağı hiç belli olmaz. Kıskançlık konusunda hangi durumlar baz alınmalıdır? Bu nokta çok önemli ve hassastır. Ayrıca insanoğlunun sebepsiz yere karşısındakinin küçük kusurları üzerine giderek kıskançlık adına kendini rahatlaması din anlayışına uymaz.

Evet, Hadis dikkatle incelendiğinde Allah’ın sevdiği kıskançlığın kişinin mahreminde, haram kılınmış bir fiile duyulan kıskançlık olduğu görülecektir. Tekrar ediyorum, kişinin hareminde, HARAM olarak kabul edilmiş bir fiile karşı olan kıskançlıktır. Basit bir nedene değil. Şayet, içgüdüsel şekilde duyulan kıskançlık söz konusu ise, bu tür Allah’ın sevmediği kıskançlık sınıfında yer alıyor.

“Allah, o kimselere rahmet etsin ki, onlar hasta olmadıkları halde insanlar hasta sanırlar.” ( Hadis)
Bu Hadisi şerifi de nasıl değerlendirebilirsiniz?

Burada, toplum tarafından büyük bir zanla “hasta” olarak kabul edilen bireyler; haksızlıklardan, iftiralardan yılmayan, bir imaj peşinde olmayan, Allah’ın hükümlerini tüm insanlık adına alıp ortaya koymak için çaba gösterip, uğraş veren, ‘seçildiklerine inanan’ kimselerdir. Şüphesiz, rahmet onlar içindir.

Resulûllah s.a.v buyurdular ki:  "İslamı yasama işi gittikçe zorlaşacak. Dünya da gerçek Müslümanlara sırt çevirecek. İnsanların da cimriliği artacak. Kıyamet, ancak serirlerin tepesine kopacak! Mehdi, Hz.İsa’ dan başkası değildir”
Bu Hadisi şerifi nasıl Yorumlarsınız?

Nesil kıyametine doğru İslâm’ın yaşanmasının zorlaşması, Dünyanın Müslümanlara sırt çevirmesi beklenmelidir. Bunlar, nesil kıyametinin küçük alâmetleri arasında yer alır. İnsanlardaki sahiplik duygusunun artışı, cimri olmalarını da beraberinde getirecektir. Kıyametin serirlerin (tahtlarının) tepesinde kopması hususu ise İslâm dinine zulmedenlerin kurdukları saltanatın kendi üzerlerine/başlarına yıkılması anlamına gelmektedir. ‘Mehdi, Hz. İsa´dan başkası değildir’ ibaresini ise, Mehdi’nin bir hac döneminde Mekke’ de ortaya çıkacağı hususu dikkâte alındığında, Hz. İsa ile Hz. Mehdi ikilisinin İdrak noktaları itibariyle aynı olması şeklinde algılamak gerekir. Beklentiler, gelişmeler bunu açıkça göstermektedir.

Her nefis rûhtur, fakat her ruh nefis değildir.
Nitekim, Havva Âdem’in bazısıdır ve Âdem’in dişisidir ve her kadın Adem’dir. Fakat, her ‘Âdem’ kadın değildir.”
İbn-i Arabi’ ye ait bu sözden ne anlıyorsunuz?

Önce şu hususu aydınlatmakta yarar var: Konu, her türlü bilgiyi, incelemeyi ve örnekleri değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu bakımdan, aşağıdaki hadisi ele almak durumundayız:

Allah, aklı önce yarattı,
Allah, kalemi önce yarattı
Ya Cabir Allah, önce Peygamberin nurunu yarattı.

Burada sanki üç ayrı şey yaratılmış gibi görünüyor. Eğer, yaratılan nesne hakkında bir fikrin / ilmin yoksa “önce şu”,yok yok şu”,en sonunda da Nur yaratılmıştır” der, olayı çözmeye çalışırsın. Ama gel gör ki, yaratılan üç ayrı şey yoktur. Hadiste tek bir mananın nispet edildiği boyutlara göre ayrı ayrı nitelikleri anlatılmaktadır.
Arabî’nin sözüne bu tek mana açısından bakıldığı zaman, ruh ve nefsin ayrı ayrı şeyler olmadığı saptanacaktır. Zira, söz konusu kavramlar hakkında bilgi içeriğine sahip olanlar, Nefs denen şeyin, Ruh’un bilinci olduğunu anlar. Aksi takdirde metin, tanımlanması zor bir hal alır. Bu bakımdan, “Her nefis ruhtur” denmesi yerindedir. Bir somut örnek daha vermek istiyorum:

Beyin ve Bilinç!
İkisi ayrı şey değildir. Madde plânından bakarsanız “beyin”, mana planından nesneye yaklaşırsanız “bilinç” diyebilirsiniz.

Devam edelim: “Her Ruh Nefis değildir” hitabında, “her ruhta bu bilinç/idrak oluşmamıştır” denmek isteniyor. Nitekim, Arabî bir başka misalle, bizzat metne yaklaşım getiriyor.

Havva, Âdem’in bazısıdır yani Havva Âdem’in benzeridir/ bir insan türüdür/Âdem’in dişisidir ve bundan ötürü her kadın Âdem gibi yokluktan var olmuştur, aslı yoktur. Bu açıdan bakarsak her kadın Âdem’dir. Ancak akabinde “Fakat, her ‘Âdem’ kadın değildir” deniliyor. Yani Âdem’i kadından ayıran durumlar var. Duyguları kendine galebe gelen, aslını bilmekten mahrum, bedensel yaşam tarzına sahip, tahammülsüz bir yapıya Âdem demek doğru değildir, diyor.

Allah bu âlemleri vehim kanalı ile seyretmektedir.
Tasavvuf ilminde önemli yer tutan bu cümleyi nasıl yorumlarsınız?

Önce şunu söylemeliyim: bilincinizde patlayan, “Allah’ın âlemleri seyretmesi için kulun vehmine ihtiyacı mı vardı?” gibi sorularla konuya yönelmeye kalkarsanız, asla bir çözüme ulaşamayacağınız gibi, günaha da girersiniz.

Önce bunu kabullenelim!.
Düşünmemiz gereken şudur: Cümle içinde iki anahtar kelime var;

Vehim ve âlemler!.
“Âlemler” sözcüğü, seyredilenin ef’al boyutunda olduğunu vurgulamaktadır, ilminde değil. Efal mertebesinde varlık bir esma terkibi olarak zuhur ettiğinden, “vehim” denen duygu da bu esma terkibi/manalar sonucunda meydana geldiğinden Allah’ın bu farklılık boyutunu duygu/vehim kanalı ile seyretmesi tabiidir. Bu arada, ‘Allah dilediğini yapar’ hükmünü de unutmayın, derim.

Konuyu açıkta bırakmamak için şu sorunun yönlendirilmesi de gerekir:
Her birimde mutlaka vehim var mıdır?

Şöyle yanıtlayabilirim: Birey vardır, ölüm ötesinde uzun bir süre vehmi yaşar; kişi vardır, vehmini burada terk eder, ölmeden evvel ölme haline ulaşır. Dolayısıyla, onda vehim yoktur. Ve Allah, söz konusu mahallerde VELİ adı altında, terkibiyet sınırlarını aşamayan yapılardaki mevcut vehim duygusunun kanalı ile âlemleri seyreder.

İstanbul - 21.04.2005
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail