New
York
Times'ta
çıkan haber ilginç: Özellikle, son on yılda çok sayıda
Japon
genci odasına kapanmış durumda. Bazısı yıllarca orada yaşıyor.
Kimi, sadece akşam yemeğini ailesiyle yiyor.Ayda bir CD almak
için sokağa çıkanlar var.
Bütün günlerini odalarında geçiren...
Müzik dinlemek, internette dolaşmak, uyumak dışında bir işle
uğraşmayan bu gençlere ' hikikomori' adı veriliyor.
Bu Japonca kelimenin ‘geri
çekilmek', 'elini ayağını çekmek'
gibi anlamları var.
'Hikikomori' hem isim, hem
sıfat olarak kullanılıyor: Yani hem kişiye bu ad veriliyor
(' alkolik' gibi), hem de soruna... Araştırmacılar 100
bin ila 300 bin Japon gencinin hikikomori
olduğunu söylüyor. Bazısına göre bu sayı bir milyon!
Hikikomori, Japonya'da bir sektör yaratmış. Bu konuda
uzmanlaşmış psikologlar var. Ayrıca, gençleri odalarından
çıkmaya ikna eden, sosyalleşmeleri ve bir iş sahibi olmaları
için yurtlar ayarlayan, kurslar düzenleyen yardım kuruluşları da
bulunuyor. Piyasaya yeni yeni 'Çocuğunuzu
Hikikomoriden Nasıl Kurtarırsınız?’' türü
kitaplar çıkıyor. Bu konuda belgeseller ve filmler çekiliyor.
Bir başka ilginç veri de
'hikikomori'nin yüzde 80 oranında erkeklerde
görülmesi.
Japon geleneklerine uygun olarak,
aileler onları başlarından atmıyor, tersine bakımlarını
üstleniyor. 13-14 yaşında hikikomori olup on
yılı aşkın süre boyunca odasından çıkmayanlar var.
Önceleri depresyon, kişilik bozukluğu
ya da bir tür şizofreni sanılan hikikomori, artık ayrı
bir kategoride ele alınıyor.
Medya ise onlara ' Kayıp
Kuşak' diyor.
1920'lerde Paris'e yerleşen... Kimi aylaklık eden,
kimi edebiyatla uğraşan ABD'lilere 'Kayıp
Kuşak' ( Lost Generation ) adı verilmişti.
Halbuki aralarında, Ernest Hemingway, Scott
Fitzgerald, Gertrude Stein gibi hâlâ
önemsenen, okunan yazarlar yer alıyordu. “Kayıplar” aslında
kayıp değildi.
'Hikikomori'ler ise 'kayıp kuşak' tabirini en
yalın, en somut anlamıyla gerçekleştirmiş
durumda.
Evet, New York Times'ta yayımlanan
bu satırlar, bana bir hayli enteresan geldi.
İster istemez insanın dünyaya bir
şekilde kapalı olduğunu kabul etmek durumunda kaldığı bir yaşam
tarzı bu. Acaba Türkiye'de de onlardan var mı?
Hiç tahmin etmiyorum.
Çünkü baştan dünya nimetlerini elinin
tersi ile itiyorsun. Mantık, felsefe bunu gösteriyor.
Sonra dost yok, arkadaş, alışveriş,
çarşı-pazar yok. Bu gerçek inzivada dedikodu yok.
Kimsenin yargılanması diye bir şey de söz konusu değil.
Düşündüğün, hayal ettiğin projelerin hiçbiri hayata
geçirilemiyor.
Ne fırsat kaçırmak var, ne
yakalamak. Böyle bir derdin hiç olmuyor. Yani ne kâr ne de
zarardasın.
Hatırlarsanız, Gavsi Azam
Abdülkadir Geylani Hazretleri, Gavsiye isimli eserinde şöyle
demişti:
Kıyamet gününde, indimde mahlûkatın
en sevgilisi, sağır, dilsiz, kör, mütehayyir ve ağlayandır.
Kabirde de bu böyledir. Kolay iş değil dostum, duyup da
duymazlıktan gelmek, konuşman gerektiği halde susmak, bakıp da
görmemek, şaşman mantıklı olduğu halde şaşmamak.
Buna benzer bir durum var
Hikikomorilerin yaşamında.
Kısacası, insanoğlu bıçak sırtında
yaşarken onlara özenmemek de elde değil. Doğrusu bu.
İstanbul -
05.03.2006
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
|