İman,
akan suları durduran bir vasıf. İçeriği hakkında fazla düşünmek
de gerekmiyor. Düşünceden, duygudan önce, özden gelen bir
hissediş. İnsan, iman ruhsatını kalbine yazdığı anda, artık
kurtuluş yoluna girmiş demektir. İman, insanın en tabii
duygularından biri olarak açıklanır. Bu kavrama “içgüdüseldir”
demek ayıp olur.
İman, İslâm’a inanan,
aynı dili konuşanların ortak dilinin adıdır. İman ehli olmak
nasıl bir şeydir, nasıl yaşanır, insani ilişkileri nasıldır?
Bunları hep analiz etmek, değerlendirmek gerekir.
Bu sıfat, insanı üstün
görmeye vardıracaktır.
İman, pozitif bir temel
olarak, radikal İslâm felsefesinin ürünüdür.
Çünkü inanca dayalı
kimlik, geçmiş ve gelecekle kayıt altına alınamaz. Önemli olan,
bu iradenin devamlılığı ve meleke haline gelmesidir.
İman/inanç, insana
emniyet sağlar. Mükemmele, ideale vahdete doğru sevk
eder. O nedenle, iman edecek kişinin ilk etapta şuurlu olması
aranır. Şuursuz bir insan adeta sarhoş gibi kabul edilir.
İmanından yüz çeviren, kendini mutlak bir sapkınlık içinde
bulur. Onun vazgeçemediği şart, teslimiyetçilik anlayışıdır.
Bu değer kaybedildiğinde
‘imanlının içinin boş hale gelmesi’ kaçınılmaz olur…
Evren dediğimiz, sadece
kesitsel algılama araçlarının tespit ettiği değil, uzaydaki
olayların tümüdür; cisimlerin, varlıkların, moleküllerin,
atomların ve yıldızların… davranış biçimleri evrenin tamamını
oluşturur. İman, bu oluşumların sonuçlarını kestirebilme
iddiasında bulunamaz.
Değişimi gözler ve
sadece kabullenmekle yetinir, detaylarına girmez.
İmanın sonrasındaki evre
ise farklıdır.
Değinmek istediğim
boyut: İkan halidir.
Basit şekliyle bu konuma
sahip olan sınıfa “namazı ikame edenler” adını
verebiliriz. Şahit olanlar, şahadeti sona erenlerin yeni adım
attığı bir boyuttur ikan ehli olma.
İkan halinin başlaması
ile birlikte, iman-ikan arasında dengeler birden değişir.
Bu mertebede ben, sen
yoktur ‘biz’ vardır.
Ama, aidiyeti olmayan
bir ‘biz’.
İkana özgü tutum, iman
yollu bilgileri eleştirel bir bilgi ile kınar.
O sayededir ki iman
ehlinin eylemlerinde, düşüncelerindeki eksiklik/zaaflar ön plana
çıkar. Değerleri, hayata verilen anlamların bir alt grubudur.
Onların bir parçasıdır. Ama ikan ehline göre, bunlar hiçbir şey
ifade etmez.
Evrendeki tüm canlıların
hayatı, bütün fiziksel, kimyasal oluşumların ve değişimlerin
varlığını kabul eden bir anlayış ikan ehlinin alanındadır.
1970’li yılların başında
Almanya Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann’ın, “ülkesini
sevip sevmediği”ne dair imalı bir soruya verdiği ‘Ben ülkemi
değil karımı seviyorum!” şeklindeki meşhur cevabını
hatırlarsınız. Oradaki soruyu biraz değiştirip bir iman ehline,
‘Allah ı seviyor musun? diye sorsanız cevabı,
“elbette seviyorum’
olacaktır.
Ama hayatımızda yeri
değişen, birçok kişinin merak ettiği bir grup olarak tanımlanan
ikan ehline aynı soru tevcih edilse, iman ehli ile temel
noktaları benzer gibi görünmesine karşın, yanıt hiç de aynı
olmayacak, mutlaka fark gösterecektir.
Bu iki ayrı
değerlendirme iki ehil arasındaki ölçüyü ortaya koymada yeterli
bir sebep teşkil eder.
Dostlarım!
İnsanların idolünün niçin bir
Muhiddin-i Arabi, neden bir Erzurumlu İbrahim Hakkı,
ya da bir İbrahim Hakkı Bursevi olduğu sorusunun yanıtını
bulmak isteyenler, şimdi
bazı şeyleri daha iyi anlayabiliyorlar.
Haksız mıyım?
Sevgi ile kalın. Allah’a
emanet olun.
|