“ Va
bud Rabbeke hatta ye'tiyekel yakiyn.” 15 Hicr-99
( İbadet (Kulluk) et Rabbine, yakîn gelene kadar.)
hükmü, , yaşamın sonlu olacağı, insanın ahiret
mertebesine yükseleceği düşüncesiyle, İslâm âlimlerince
kulluğun, yani ibadetin bu ana kadar devam etmesi gerektiğini
öngörüyor.
Ancak, orijinali itibariyle, “yakıyn” sözcüğü “kendini
tanıma”, “hakikâtini bilme” anlamına geldiğinden,
asıl mana klasik görüşün ortaya koyduğu şekilde değil.
Yani ayet-i kerimeden çıkan anlam, kişinin kıyametinin kopuşu
ile ilgili. Durum böyle olunca, bu idrake ulaşan bir bireyde
ibadet anlayışına dayalı kulluk hükmü düşer.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
Bundan sonra ibadet olmaz mı ?
Hemen yanıt verelim.
İbadet, tanrıya olan bir eylem,
yakarış, niyaz ve dilemedir. Ancak din, tanrıyı reddeder. Çünkü
Tanrı yoktur.
Tapınma olmadığına göre bu tür çalışmalar ancak bir sistem için
yapılmaktadır.
Var/yok arasındaki çelişki, Kelime-i
Tevhid’in tam olarak anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. İlah
olarak kastedilen, Allah’tır.
Kesin olarak şunu söyleyebilirim: “ La ilahe illallah ”
cümlesinin içeriğinde, tanrının olmadığı, sadece Allah’ın var
olduğu ve Mutlak Varlık’ın “İlah” kavramıyla
anılamayacağı gerekçesi bulunmaktadır.
Her zaman dile getiriyoruz. Ötelerde mevcut, zaman zaman
işlerimize karışan, bazen kızan, öfkelendiğinde hışmına
uğradığımız bir “öteki” yoktur. Bu düzeye
ulaşan için artık tanrıdan dileme ve kendini acz içinde
hissetme devri sona ermiş, birey kendisi ile baş başa kalmıştır.
Esasen, tasavvuf felsefesi ile klasik İslâm düşüncesi arasındaki
yol ayrımı burada başlar.
Tasavvuf ise Kur’an ile aynı düşünceleri paylaşır. Mutlak
Varlık’ın insanların özünde olduğunu belirler. “ Ve fiy
enfusikum,efela tubsırun.” 51 Zariyat-21
( Nefislerinizde!..Hâlâ görmüyor musunuz? ) Ayeti ile bu noktaya
değinilir.
Düşüncenin belkemiğini oluşturan bu düzeye ulaşamayan,
belirsizlikler ve tehlikeler içinde yaşayan bir insan, kendi
dışında güvenecek bir tanrısı bulunduğunu kabul edip, başı her
sıkıştığında yöneldiği Tanrısının peşinde koşma ihtiyacını
hissedecek ve bu hayal, onu özünden kopuk, tamamen bağımlı bir
hale getirecektir.
Yapılacak yegâne şey, varlığın özü ile varoluş düzeni anlamına
gelen sistem arasında paralellikler kurmaya çalışmaktır.
Aksi halde, insanlar garip bir biçimde, sadece ibadet adı
altında kendilerini tatmin etmiş olurlar.
Önemli olan bir nokta var o da şudur; Sistemden kopukmuşçasına
hareket etmek mümkün olamaz. Zira, sistemde değişmeyen kanunlar
mevcuttur. Bunlar bireyin biyolojik ve ruhsal yapısı ile
ilintilidir. Böyle olunca insan, sistemin etkinliklerine karşı,
gerek dünya yaşamında gerekse ahiret boyutunda korunma
prensiplerini uygulamaya koyar. Önemli olan, bireyin bu hassas
noktayı idrak edebilmesi, anlamasıdır. Ancak ‘anlamak’
dediğimiz şey de o kadar kolay veya basit bir iş değildir.
Bizler söz konusu bu çizgileri tekrar tekrar düşünmeli ve
tanımlayabilmeliyiz. Dikkât edilmesi gereken ayrıntı burada
yatmaktadır.
Konuya pek eğilim ihtiyacı görmeyen inancın, bilinçsizce
yaptığı şey ise, tanrısının gönlünü almaya dayanmaktadır.
Yapılanların getirisi yok denemez. Ama bu idrak düzeyi onları
şirkten alıkoyamaz. Halbuki en büyük günah şirktir. İlginç olan
husus, bireyin yaptığı eylemlerle bir yandan pozitif edinim
kazanması, ama yanlış rota çizmesi nedeniyle şirkten de
kurtulamamasıdır.
Tekrar belirtelim, kulluk kapsamındaki tüm çalışmalar; bu
değişmeyen, acımasız kanunlarla ilgilidir. Afaki bir görüşle “Allah
bizi korur” derken, sistemin geçerliliğini yok
sayamayız. Bu mümkün değildir.
Evet, bu düzen içindeki çalışmalardan biri, on bir ayın sultanı
olarak kabul edilen Ramazan ayında bizlere farz olan oruç
oluyor.
Oruç tutma eylemi, bütün zorlukları, nefsi yok etmeye
yöneliktir. Burada nefs ile kastedilen, her türlü huy, tabiat,
alışkanlıklar, istek ve arzular bütünlüğüdür. Orijinal hali ile
“nefs” Mutlak Varlık’tır. Bireysel anlamdaki
nefs; oruç, zikir, namaz gibi uygulamalarla sınırlanır,
törpülenir ya da yok edilir.
Kur’an’ın, Hz. Muhammed vasıtasıyla bizlere
bildirdiği bu koşullara uymak, inancın mutlak bilinç ile yapması
gereken işbirliği arasında yer alıyor.
Londra- 30.10.2003
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
28.10.2003 Akşam gazetesi
|