İnsanın yeniden keşfi

Click to read english...

     Yaşantımızdaki bir yanılma, sapma, öylesine büyük yanlışları getirir ki ömür boyu, onun telafisi olamaz. Bu husus, sıradan insanın, belirli bir eğitim almadan doğru dürüst düşünemeyeceğinin de göstergesidir.

     Bunun yanı sıra, birazcık fikir sahibi olanın da bilgi dağarcığını kat kat arttırmak yerine, sağa sola üstünkörü bilgi vermesi ve bununla beraber, özellikle önyargılarını sürdürmek istemesi bir hayli enteresan. Bu da dikkât çekiyor.

     Onlar bu halleri ile zihinlerde çakılı kalmayı yeğliyorlar.

     Gerçek olan şu ki, önüne bakamayanlar, ister istemez yanlışlar içinde boğulup gidiyor.

     Bunda hiç kuşku yok.

     Peki, bu durumda ne yapılması gerekir?

     Ya değişim gerekli diye düşünmek ve bu hususta kararlı olmak, çok çalışıp, az uyuyup, hiç dinlenmeyerek hayatı zehir edercesine seçtiği konulara eğilmek, ya da yan gelip yatmak, “Allah’ın takdiri bu” deyip çekinik kalmak, böyle bir yaşamı tercih etmek.

     Ancak, bu koşullarda pasifize olmaktan ötürü, vaktinden önce yaşlanmak, sinirli, yorgun bir tip haline gelip çevreye zarar verebilmek de mümkün.

     Kuşkusuz, kişiler trajik noktaları böyle yakalıyor.

     Mantıklı olan seçim, tası tarağı toparlayıp kendinizi, fikirlerini, felsefesini beğendiğiniz, ayrıca güvenebileceğiniz birinin güvenli kollarına atmak olacaktır.

     Madem sorunlarınızla başa çıkamıyor, bir anlamda kendinize güvenemiyorsunuz, yapılması gereken şey budur.

     O nedenle, günlerinizi, idol gibi gördüğünüz mahallin yanında geçirir, ona düşündüğünüzü sorabilir, aldığınız yanıtlarla mutlu bir yaşama geçebilirsiniz.

     Kimi zaman bir yolunu bulur, yeni ahbaplarınızla ayaküstü sohbet ederek rehberinizin "ne kadar değerli bir insan olduğunu" tartışabilirsiniz.

     Artık sırtınız yere gelmeyecektir.

     Çünkü çalışmalarınız bir sisteme dönüşmüştür.

     Amaca varmak için bu yol geçerlidir.

     Hele sizden biraz daha yeni çaylaklarla bir araya gelip 'sohbet' şansını elde ediyorsanız, keyfinize diyecek yoktur.

     Daha da iyisi, can sağlığıdır.

     Çok az insanın sarstığı kadar, etrafınızı sarsabilirsiniz.

     Neyin nerede, nasıl yaşanması, davranılması, oturup kalkılıp ahbaplık edilmesi gerektiğini öğrenmiş, hatta kendinizi yeterli görerek, yenilere eğitimler vermeğe bile başlamışsınızdır. Çünkü bunları, bir tarz edinmenin, kısacası kabul görmenin kurallarını öğreten, “bir bilen” den almışsınızdır.

     Buraya kadar sizinle hemfikirim.

     Ama ters düştüğümüz koşullar da mevcut.

     Şöyle ki:

     Ben "eğitici kişi" kavramını ne kadar gerekli buluyor ve sistematiğiyle yararına ne kadar inanıyorsam, "yaşam veren ya da yaşatabilen" kişi olma hususuna da en başından beri bir o kadar gıcık oluyorum.

     İnsanların yaşamlarındaki zorlukları atlatmalarına yardımcı olmak, onları yeni ve dışardan bir bakışla kısırdöngülerinden kurtarmak, bazen dinleyerek, bazen akıl bile vererek hayatlarında bir değişiklik yapmak ve bu hususta gerçekleşebilecek paylaşım fikrine karşı değilim.

     Karşı olduğum şey, ehil olmayan kişilerin eğitmen rolüne soyunmaları, yanı sıra yaşam gerçeğini yansıtabilme konusunda insanları ikna edebilmeleridir.

     İşte böyle bir durum mevzubahis değil!

     Burada, adeta bir veli kesilen, ne var ki sıradan yaşamına dahi hayrı olmayan, sorunlar karşısında, eğilip bükülen ve çelişkiler içinde olup kendine lider görüntüsü verenlerin bu hareketlerini kınıyorum.

     Şahsen, büyük bir sabırla onların bu çıkmazdan kurtulmalarını bekliyorum. Aksi takdirde, tam bir fiyasko ile karşılaşabilecekleri hususunda derin bir kanaatim var.

     Bu ifade sadece benim değil, yaygın olan algının en açık ve önemli göstergesidir.

     Kanaatimce bu yola sapanlar, “ne yapsın, ne etsin” önce kendi yaşamlarını adamakıllı araştırıp inceleyip, her şeyi yerli yerine oturttuktan sonra yollarına devam etsinler.

     Hiçbir şey olmamış gibi devam edemezler.

     Kendi içinin yaralarıyla yüzleşmeye cesareti olmayan insanların bu işe soyunmaları, epeyce manidardır.

     Çünkü çaylak insanların hayatları ile oynadıklarının farkında değiller. Sonrasında meydana gelebilecek tersliklerde ne yapacakları konusunda en ufak bir fikirleri bile yok. Bu durum ise bir gaflettir.

     Her neyse, sonuçta bu yaşam, hayat, ne derseniz deyin, kendilerine ait. Ancak tek endişem, yetiştirdiğini düşündükleri insanları da kendilerine benzetecek olmaları.

     Gerçek bilgiye erişmek, yaşayanın yaşam biçimiyle özdeşleşmek varken, insanın istemeden de olsa bu hale düşmesine ne denebilir ki?

     Bunları birbirine karıştırmak, işin içinden sıyrılmak, en azından insana yakışmaz.

     İnsan olan ise sınırını aşmaz, haddini bilir.

 

 

 
 
İstanbul - 10.02.2011
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com