Koltuk Hastalığı


Herkeste değil, ama bazı insanlarda fark edilecek düzeyde bir koltuk hastalığı var. Ve bu hal, sıradan bir rahatsızlık gibi değil, sara gibi. Ara ara nöbet halinde geliyor insana. Koltuktan kurtulduğunuzu zannediyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz, üzerinde oturuyorsunuz. Bu nedenle, ondan kurtulmak da bir hayli zor gözüküyor.

Şayet konu tasavvufla ilgili ise bu kez de insana ‘sonsuz yetkisi’ varmış hissini veriyor. Sonrasında o kişi sanki ‘kimse beni ne yargılar ne de hesap sorar’ düşüncesiyle ‘vur patlasın, çal oynasın’ şeklinde yaşıyor.

İnsanlarda nasıl böylesine bir koltuk hastalığı söz konusu ise, onlara yönlenen, hiçbir araştırma yapmadan onları lider gibi kabul eden kimselerde de bir belirsizlik, ilkesizlik hastalığı var. Siz de takdir edersiniz ki birçok olay buna örnek olmadadır.

Örneğin, adam açtır, açıktır, hiçbir bilgiye sahip değildir, tabir yerinde ise ‘elifi görse mertek’ sanır, sosyal hayatı yoktur; ama “koltuk” denilince bütün iştahı kabarır, üstüne atlar ve üstelik sadece kendini ona layık görür.

Bu nasıl bir çelişki? Nasıl bir zihin ve mantık karışıklığıdır?

Anlatılamaz!

Bunun aksi de olabilir. Zengindir, menfaatçidir, bireysel davranışlara meraklıdır, ama bir bakarsınız, onda da koltuk hastalığı belirivermiştir.

Kimi, tasavvufun önünden bile geçmemiştir, üçkâğıtçıdır; ama dedik ya ne hikmetse, bu hastalık zati âlilerinde kuvveden fiile çıkıverir.

Şunu da unutmamak gerekir:

Koltuğa oturmak ‘ben her şeyi yaparım. Kimse bana karışamaz. Benden büyüğü yok. Onun devri geçmiştir. Hatta...bile’  demek  değildir.

Böylesi bir düşünce, o koltuğa layıkıyla oturmayanların öne sürebileceği, sonuçta altından kalkamayacağı türden sözlerdir.

Ancak gaflet uykusuna yatan, kaybolmak isteyen, bu abuk sabuk ifadeleri kullanabilir.

Sonrasında kendilerini haklı çıkarmak için epey uğraş verirler, ama bir sonuç alamazlar. Aleyhlerinde söylenmedik, suçlanmadık, yazılmadık şey kalmaz. Hani tasavvufi bir tabir vardır, ‘Bu yolda nice başlar kesilir, hiç soran olmaz’ derler. İşte bu kelam, söz konusu noktanın-hazımsızlığın dillendirilmiş şeklidir.

Özetle; kendini balıklama ortaya atan adaylardan birinde şayet ‘koltuk sahibi’ olma sevdası varsa, önce sorumluluk almayı bilmeli, dengeli hareketleri benimsemeli ve tüccar zihniyetinden süratle uzaklaşmalıdır. Kendisine yönelen insanları durmadan azarlayan, sorulan sorulara yarım yamalak veya kaçamak cevaplar verip ortada bırakan veya tedirgin edenlerin maskeleri önünde sonunda düşer.

Ayrıca, koltuk kimseye veraseten geçmez! Böyle düşünenler de sonuçta hava alır.

Bir önemli husus ise, koltuk sahibinin o mevkie başkaları tarafından layık görülmesidir. Aksi takdirde, saltanatı mutlaka sallanır.

Bir söz vardır. ‘İğreti ata binen, çabuk iner’ derler. İşte bu deyiş tam da bu kimseler için kullanılmış dersek, doğruyu söylemiş oluruz.

Sevgili dostlarım! 

Kendi payımca, tüm iyi niyetimle sonuç olarak şu tavsiyelerle yazımı noktalamak istiyorum:

Temennim, ‘insan kimliğini aşan’ koltuk hastalığına yakalanmamanız. Şayet böyle bir illetiniz varsa onu önleyecek tedbirleri baştan alın, ya da ehil birini bulup danışın, tavsiyelerine uyun, bu fırsatı değerlendirin.

Yoksa sizdeki zihin karışıklılığı büsbütün artacaktır.

Bilmiş olun.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

Bodrum - 07.08.2006
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail