Çok
konuşan
bir
toplum
gibi
görünmemize
karşın,
aslında
birbirimizle
anlaştığımız
söylenemez.
Bu
nedenle
sorunlarımız
dağ gibi
büyüyor.
Toplumsal
izlenim
bu.
Konuştuğumuzu
iddia
edenler
olabilir.
Ama ben
de
onlara
“ne
konuştuğumuzu”
sormak
isterim.
Bir
kere,
dostlar
arasında
yapılan
ayaküstü
sohbetler,
güncel
konuları
paylaşmak,
anlatmak
istediğim
manada
konuşmak
değil.
Çünkü bu
türde,
bir
fikir
alışverişi
olmuyor.
Sadece
fiziksel
bir
boşalım
gerçekleştiriliyor.
Bıkkınlık
verecek
düzeyde
yapılan
tekrarlarda,
istenilen
türden
bir
yaklaşım
yok.
Ayrıca
kendini
otorite
gibi
kabul
etmiş
birinin
dikte
ettirdikleri
de bu
olguyu
getirmiyor.
Bazen de
konuşulanlar,
fındıkkabuğunu
dahi
dolduracak
cinsten
değil.
Ama
paylaşıldığı
zannediliyor.
Konuşurken,
aşırıya
kaçanlar
var.
Başkalarına
söz
hakkı
vermeyi aklının
ucundan
bile
geçmiyorlar.
Bu,
diyalog
kurma
anlamına
gelmiyor.
Daha
çok,
monolog
oluyor.
Fuzuli
açıklamalar
ve o
konu ile
ilgili
ayrıntılar
ses
getirmez,
kanıksanırken,
kimi
zaman
bir
kulaktan
girip
öbüründen
çıkıp
gidiyor.
Velhasıl,
konuşuyorum
diyende,
ne
bir
bilgi
yoğunluğu,
ne
insanları
bilgilendirme
alışkanlığı,
ne de
dinleme
kültürü
oluşuyor.
Konuşmanın
kıymetini
bilemez
hale
geliyoruz.
Mesele,
işin
özünü
kaçırmamak
olmalı.
Dolayısı
ile işi
uzatmamak
gerekiyor.
Bunu
bilmek,
gelişmişliğin
en
önemli
işareti.
İlkellik
ise,
ağızdan
çıkan
kelâmın
değerini
anlamamak
ve
insanlara
hor
davranmakla
kendini
gösteriyor.
Bazen
çok
güzel
konuşan,
hitabet
sanatını
sergileyenlerin
konuşmalarıyla
gurur
duyuyoruz.
Hitabet
kabiliyeti
olan,
cümleleri
tasarlayan
ve onun
içindeki
mucizeleri
şekillendiren,
büyük-eşsiz
bir
sanatçı
gibi
gözüküyor.
Ve
hayranlıkla
izleniyor.
Bir
sahne
düşünün:
Toplum
bireyleri
bir
araya
gelmiş,
bir konu
hakkında
görüş
alışverişi
yapılacak.
Ama
içlerinden
biri,
yanındaki
ile
durmak
bilmeden
bir
şeyler
fısıldaşıyor.
Sanki
etrafında
hiç
kimse
yokmuş
gibi
davranıyor.
Yorumları
birbirini
takip
ederken,
etrafın
bakışlarını
fark
edemiyor.
Onlardan
sadece
“kendilerine
değil”,
“yanındakilere
de”
saygı
gösterilmesi
beklenirdi.
Ama
olmuyor.
İlla ki
birinin
çıkıp,
“beyler
burası
yeri
değil”
diye
ikaz
etmesi
mi
gerekiyor!
İnsanlar
habire
konuşuyor.
Ama ne
konuştuğunun
farkında
bile
değiller.
Herhalde
ne
olursa
olsun
konuşmayı
çok
seviyorlar.
Bunların
ne
faydası
olabilir?
Kimi
zaman
ise,
konuşmak
isteyen
bir
türlü
buna
cesaret
edemiyor.
Konuşursa
beğenilmeyeceğini,
reddedileceğini
düşünüyor.
“Böyle
bir şey
olabilir
mi?”
Ancak,
toplumda
yaşanan
emsaller
ele
alındığında,
bu
ihtimalin
yüksek
olduğu
görülüyor.
Fakat,
bütün
bunlar,
yani
sırf
güncel
olayları
paylaşım,
insanoğluna
yetmiyor
ki.
Konuşma
denilince,
faydalı
olması
cihetiyle
aklıma
mistisizm
konuları
geliyor.
Bazen
uzun
süren
bir
suskunluk,
kimi
zaman da
konuşarak
etrafa
faydalı
olmak
şart
gibi
görünüyor.
Konuşulanlar,
Allah
kelamına
uygun
düşerse,
herkes
memnuniyetini
belirtecek.
Yeterli
olduğu
düşünülecek.
Ama
içinde
“dedikodu
ve
nifak”
olmayan
bir
sohbet
her
zaman
geçerli.
Çünkü
hem
güncel,
hem öte
yaşam,
hem de
özünü
bulmak
isteyen
biri
için bu
gerekli.
Normalde
konuşmak,
muhtemelen
bir
boşluğu
doldurur.
Fakat
konuşurken
tepkisellik
yaratan
kelamlar,
kategorik
darlıklar,
bütünü
gözetmeyen
keskin
ve ucu
açık
soyutlamaları
kullanmak
yanlıştır.
Şurası
muhakkak
ki
bizden
öğrenmeyi
talep
edenleri,
sessizliğe
mahkûm
edemeyiz.
Böyle
bir şeye
hakkımız
yok.
Bu
tavırlar,
insanda
olmadık
şüpheleri,
evhamları
ve
sıkıntıları
getirebilir.
Bunlar
düşünce
üretiminin
önünü
keser.
Bireyi
atlayarak
konuşma
yolu
bulamazsınız. |