Ergun
Candan,
ilgiyle karşılanan “
Gizli Sırlar Öğretisi ” isimli kitabında şöyle
diyor:
“...
İçine girmekte olduğumuz yeni çağın en büyük özelliği,
özü bakımından, tecrit ve ayrılığın, yerini ahenge
ve birliğe terk ettiği şuur değişikliği çağı olmasıdır...”
Görüldüğü üzere Sn.Candan tarafından yeni
olarak tanımlanan, ama pek de yeni olmayan ve her an süregiden
bu durumu, belki bizler yeni yeni fark edebilmenin heyecanı içindeyiz.
Konuya yaklaşım sağlamaya neden olan şuur değişikliği
ise, insanın özgür iradesinin, kendini sınırlayan şeylerden
kurtulması ile mümkün olabilir. Dolayısıyla bu öz şuura
ulaşan katmanları analiz etmek herhalde mantıklı olacaktır...
Bu yolda karşımıza çıkan ilk obje maddedir.
Gerçekte
madde var mıdır?
Maddeyi mutlaklaştıran şartlar nelerdir?
Maddeyi, enerjinin yoğunlaşmış hali olarak tanımlarken; “insanın beş
duyusu ile algılayabildiği ve duyu araçlarına göre var olan
yapı” şeklinde tarif edebiliriz. Maddenin karşıtı
gibi görünen, bitip tükenmek
bilmeyen enerji denilen yapı, beş duyunun tespit ettiği
veya edemediği her şeyin orijinidir. İnsan
beyni, beş duyu sınırlarıyla kayıtlı algılama
kapasitesine göre, gözüyle gördüğü ve dokunabildiği şeyleri
madde olarak kabul eder. Oysa algılanan boyutların ötesinde
sayısız boyutlar ve o boyutlara ait sayısız canlı türleri
mevcuttur. Her canlının da bulunduğu boyut
itibariyle kendisine özgü bir madde dünyası vardır. Onlara
göre madde olan alemler, bizim beş duyu sınırlarımızın ötesinde
kaldığı için “yok”
hükmündedir. Yani madde düşüncesi, birimlerin algılama
kapasitesinden kaynaklanır, tamamen GÖREseldir.
“ GÖRESEL KAVRAM ”
ların ise gerçekte bir değeri yoktur. Yani “madde”
olarak isimlendirilen şey, aslında değişik frekanslardaki
mikrodalga ışınımlardan ibarettir. Mutlak Evren, özü
itibariyle SALT ENERJİ , tek ve tümel BİLİNÇ’tir.
MADDESEL EVREN, değişik
frekanslarda yoğunlaşmış ışık ve dalga boyutudur.
Madde planında görülen değişikliğin temeli “ metafizikte daimi enerji dönüşümü ” olarak tanımlanan ve
bir kural olarak kabul edilen yüksek frekanslı enerjilerin; düşük
yani mikro düzeydeki titreşimleri, enerjileri dönüşüme uğratmasıdır.
Biz bu anlam-manâ yüklü dönüşümleri astrolojik
tesirler adıyla-vasıtasıyla algılıyoruz.( Astroloji
bilimini analiz etmeden inkâr eden ve bu bilimi falcılık
olarak kabul edenlere duyurulur.)
Einstein, bu görüşü daha açık bir şekilde
şöyle izah ediyor:
“Mekân dediğimiz şey, hariçte mevcut olan bir şey değildir.
Bizim mekânda idrak ettiğimiz şeyler aslında mevcudatın öz
yapısından dış yapısına, yahut dış yapısından öz yapısına
doğru
dizilme içinde bir bütündür; ve zaman dahi bu diziliş
içinde yer alan, birini ötekine göre kıyaslama metodundan başka
bir şey değildir..."
Temelde
her bireyde olması gereken bu bakış açısı ile, madde diye
tanımlanan bir alemin olmadığı kesinlik kazanıyor. Ancak,
duyu araçlarının beyin datasına madde
aleminin varolduğu yolunda birtakım mesajlar iletmesiyle
ister istemez var kabul ediliyor. Bu bakış açısını oluşturan başlıca
etmen, görme aracıdır. Halbuki, gördüğümüz herhangi bir
nesne, orijini itibariyle atomlardan oluşmuş bir kütledir. Bu
kütleyi bir milyar kez büyütme kapasitesi olan bir
mikroskobun lâmına koyarak bakarsak, salt atomları görürüz.
Demek ki biz, atomlardan müteşekkil bir yapıyı duyu organlarımız
sayesinde madde olarak kabul etmekteyiz. Ve sonuçta, atomik
kütle de analiz edildiğinde, yerini Enerjiye-
Mutlak Şuur’a bırakacaktır...
Örneğin bunu; buzun
aslının kar, karın su, suyun buhar olması şeklinde düşünelim.
Şayet
buz kendi aslına yönelmez, bilmek istemezse, kendini “buz”
olarak tanımlar ve buz olarak kalır. İnsan da kendini
sadece et-kemik yapı yani bir beden olarak kabullenirse,
kendini aynada gördüğü suret olarak düşünür. Bu hali
ile, Hz. Resulullah’ın deyimiyle sonsuza dek yaşayıp
gider. Söz konusu bu durum yine O'nun tarafından
“uykuda olma” şeklinde tasvir edilmiştir.
Asırlar
boyu mabetlerde, tapınaklarda insanoğluna verilen öğreti,
onun şekilcilikten yakasını sıyırması, kendini bu uyku
halinden kurtarabilmesi içindir. Ancak, belirli aşamalardan
sonra insanoğlunun ruhun ve özün kıpırtılarını
duyması mümkün olur. Tabi, bu bir bakıma, istek ve
arzuların frenlenebilmesi, fedakârlıkların sıklaşması
anlamına geliyor. Gün geçtikce bunu daha iyi fark
edebiliyoruz.
İstanbul
- 03.05.2002
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
19-11-2002
Akşam Gazetesi
|